11 Ocak 2010 Pazartesi

Salata, Kansere Karşı Koruyor

Salata, Kansere Karşı Koruyor


Zengin-fakir hemen her ailenin sofrasından eksik etmediği değişik salata menülerinde kullanılan yeşil yapraklı sebze ve bitkilerin ve bazı meyvelerin içerdikleri vitamin, mineral ve öğelerle kanserden koruyucu etki yaptığı bildirildi.

Erzurum İl Sağlık Müdür Yardımcısı ve İl Kanser Koordinatörü Dr. Siyami Kotan, kanser ve beslenme ilişkisi konusunda bilgiler verdi. Dr. Kotan, kanserin kontrolsüz çoğalan hücrelerin normal işlevi olan hücreleri öldürmeleri sonucu ortaya çıkan ve 200'den fazla türünün tanımlandığı bir hastalık olduğunu söyledi. Vücuttaki tüm organ ve dokularda kanserin gelişebileceğini bildiren Kotan, hastalığın öldürücü olma oranının yüksek olduğunu, erişkin nüfusta her yıl 100 bin kişide 150 ila 300 kişide görüldüğünü ifade etti. Kotan, kanserin kalıtımsal faktörler yanında sigara, çevre kirliliği ve beslenme gibi faktörlerin etkisinde olduğunu da kaydetti. Epidemiyolojik ve deneysel çalışmalarda beslenme ve kanser ilişkisinin ortaya konulduğunu vurgulayan Kotan, besinlerin kanser yapıcı ve kanser önleyici özellikler taşıdığını, ayrıca besinlere uygulanan pişirme, saklama işlemlerinin de zararlı maddelerin oluşumuna yol açabileceğini hatırlattı.

"Vitaminler ve salata"

Kansere karşı koruyucu etkisi olan vitaminler arasında sayılan A vitamininin yeşil ve sarı renkli sebze ve meyvelerde bulunduğunu kaydeden Kotan, bu vitamini içeren sebzelerin güçlü antitoksidan özelliği bulunduğuna işaret etti. Vücuda alınan kanserojenleri etkisiz hale getirdiği kaydedilen C vitaminin de limon ve turunçgiller ile maydanoz, tere, roka ve yeşil yapraklı sebzeler ile karnabahar, yeşil sivri biber ve domateste bulunduğunu belirten Dr. Kotan, E vitamini bulunan yeşil yapraklı sebzelerin de bazı toksik maddelerin etkilerini azaltarak kanserden koruyucu etki gösterdiğini, güçlü bir antitoksidan olduğu için yağların ve hücrelerin oksidasyonunu önlediğini söyledi. <******>

"Mineraller ve salata"

Dr. Kotan , salata malzemesi olarak kullanılan sebze ve bitkilerdeki kansere karşı önleyici etki gösteren mineralleri ise şöyle sıraladı:

"Molibden: Vücudun bu minerale gereksinimi düşüktür. Koyu yeşil sebzelerde bulunur.

Demir: Yeşil yapraklı sebzelerde bulunan bu minarelin fazla alınması gerekiyor. Bazı kimyasal kansorejenlerin etkisini azaltıyor.

Kalsiyum: Kemik gelişimi ve sağlığı için önemli bir besin öğesi. Yeşil yapraklı sebzelerde bulunuyor. Kemik ve kalın bağırsak kanseri riskini azaltıyor. Özel koku ve tat veren lahanalar ve kükürt içeren sarımsak, soğan da bu kategoride yerini alıyor."

Dr. Kotan, soğan, sarımsak, lahana, havuç, marul, kıvırcık, salatalık, şalgam, turp, maydanoz, tere, nane, roka, biber, taze fasulye, bezelye, patlıcan, limon ve nar gibi sebze ve meyveler ile yenebilen otlar, domates ve birçok sebzenin de katılarak yapıldığı salatalardan günde en az 2 porsiyon tüketilmesi gerektiğini, bunların yanında günlük sebze ve meyve tüketiminin 5 porsiyon olması gerektiğini bildirdi.

SİHİRLİ ANLAR
Hamsi, zekayı geliştiriyor.
Trabzon Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Beslenme Uzmanı Doç.Dr. Ekrem Algün, iyot açısından son derece zengin olan hamsinin zeka gelişimine çok büyük faydaları olduğunu söyledi.

Kendisi küçük faydaları büyük, 'denizlerin kralı, sofraların tacı' hamsi, zengin bir protein deposu olmaktan başka bol miktarda iyot içermesi dolayısıyla zeka gelişimi açısından da faydalı bir besin olarak gösteriliyor. Ekmeğinden pilavına, buğulamasından ızgarasına, unundan yağına kadar çok geniş bir kullanım pörtföyü bulunan ve fıkralara konu olan hamsi, Karadeniz yöresinin ve kültürünün sembolü haline gelirken kış mevsiminin yaklaşmasıyla yolları gözleniyor ve yılda 3-4 ay boyunca bolca tüketiliyor.

Yöre ekonomisine önemli katkıları bulunan ve çok sayıda kişinin 'ekmek kapısı' olan hamsinin faydaları saymakla bitmezken, uzmanlar hamsinin beklenen faydaları sağlaması için tüketilmesinde bazı hususlara dikkat edilmesi gerektiğine dikkat çekiyor.

Trabzon Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi, İç Hastalıkları Endokrinoloji Metabolizma ve Beslenme Uzmanı Doç.Dr. Ekrem Algün de, hamsinin insan sağlığı açısından faydalarını sıralarken tüketiminde dikkat edilmesi gereken noktalar üzerinde durdu. Genel olarak bütün balıkların özellikle de deniz balıklarının insan sağlığı açısından çok faydalı olduğunu belirten Algün, bir protein deposu olan balığın bilhassa hamsinin çıkmasıyla çok ucuz elde edilen bir besin türü olduğunu dile getirdi. Yöreye has özel bir balık türü olan hamsinin bilinen faydalarının saymakla bitmeyeceğini anlatan Doç.Dr. Algün, şöyle konuştu: "Hamsi bir protein deposu. Yağı da Omega 3 asitleri açısından çok faydalı. İnsanları kalp ve damar hastalıklarından koruyor. Bir takım yağlar damar kireçlenmesi ve kalp hastalıklarına yol açarken, balıklarda tam tersine bu yağların tüketilmesi kişiyi kalp hastalıklarından koruyor. Yapılan bir araştırmada Omega 3 kapsüllerinin kullanımının taze balık tüketimi kadar faydalı olmadığını da ortaya koydu. Biz, bol miktarda balık tüketen ülkelerde kalp hastalıklarının daha az görüldüğünü biliyoruz. Balık yiyen insan daha sağlıklı oluyor ve kardiyovasküler hastalıklara da yakalanma riski azalıyor." <******>

Hamsinin, insanlarda normal büyüme ve gelişme ile beyin ve vücut işlevleri için son derece gerekli bir element olan iyot açısından da zengin bir besin olduğunu anlatan Ekrem Algün, sözlerine şöyle devam etti: "İyot eşittir zekadır. İyotu çok tüketen uluslar daha zeki olurlar. Bu kanıtlanmış. İyotu az tüketenlerin zeka oranı da düşük oluyor. Mesela bol iyot tüketen Japonlarda zeka düzeyi çok yüksektir. Mesela çocuklara okula başlarken mürekkep yalatılırdı eskiden. Zeki olsunlar, kafaları iyi çalışsın diye. Mürekkep iyottur. Hamside de iyot açısından son derece zengin bir besindir ve zeka gelişimine çok büyük faydası var."

Balıkta tütsü ve tuzlama yöntemi sağlık açısından riskli

Algün, faydaları saymakla bitmeyecek hamsinin nasıl ve ne zaman tüketildiğinin de önemli olduğunu anlattı.
Hamsinin çok faydalı ama sağlıklı bir biçimde tüketilmesi gerektiğini belirten Doç.Dr. Algün, şunları söyledi: "Hamsiyi kızartırsanız faydasını büyük ölçüde kaybeder. Mümkün olduğu kadar kızartma dışındaki yolları tercih etmek lazım. Buğulama veya fırın tarzı çok faydalı. Ayrıca hamsiyi yıl içine yayarak sürekli tüketmek lazım. Balık yiyen insan kolay kolay şişmanlamaz. Ama kızartma olarak ve olmadık zamanlarda tüketilirse şişmanlığa yol açar."

Hamsinin mevsimi dışında da tüketilmesi için tercih edilen yollardan biri olan tuzlama yönteminin de sağlık açısından tehlikeli olduğunu dile getiren Algün, sözlerine şöyle devam etti: "Tuzlama sadece bizim ülkemizde değil birçok ülkede tercih edilen bir yöntem. Özellikle Uzakdoğu'da tütsü ve tuzlama yöntemi çok tercih edilir. Bu tür tüketimde kanserojen maddeler fazla bulunur. Mide kanserinin en sık görüldüğü ülke Japonya'dır. Bu nedenle mümkün olduğu kadar tuzlamadan uzak durmak lazım. Hamsiyi kızartma ve sağlıksız ızgara olarak değil buğulama ve fırın tarzı pişirerek tüketmek çok daha faydalıdır."

Fıkralara bile konu olan 'hamsi kılçığının insan zekasına faydalı olup olmadığı' yorumunu değerlendiren Başhekim Algün, bu konunun da araştırılması gerektiğini söyledi. İyotun fazla tüketilmesinin bir takım rahatsızlıklara yol açtığına da dikkat çeken Algün, "Ama ben bir uzman olarak sağlıklı bir şekilde fazla balık tüketenlerde görülen bir hastalık hatırlamıyorum" diye konuştu. <******>

Denizlerin kralı, sofraların tacı hamsi balığını Karadeniz'in azgın sularında binbir zahmetle avlayarak sofralarımıza ulaştıran yılların balıkçısı Yakup Reis ise, hamsinin çok faydalı bir besin olduğunu dile getirerek tayfalarıyla birlikte üç öğün yemeğin haricinde sürekli hamsi tükettiklerini söyledi. "Her gün hamsi yiyoruz Allah'a şükür gücümüz kuvvetimiz yerinde" diyen Yakup Reis, bu sene hamsinin bol olduğunu belirterek "İnşallah böyle devam eder" dedi. Her gün hamsi yediklerini anlatan Yakup Reis, şöyle konuştu: "Allah'a şükür sağlığımız, gücümüz, kuvvetimiz yerinde. Bir gün hamsi yemedik mi aç kalmış oluruz. Gemide aşçımız üç öğün yemek pişiriyor ama hamsi yemeden olmuyor. Hamsiden bıkılır mı hiç? İşçiler de hamsi yiyince daha iyi çalışıyor, gözleri daha iyi görüyor. Balıktan iyi nimet mi var"

Vatandaşların hamsinin bol ve ucuz olduğu bu günlerde bu balığı daha çok tüketmelerini isteyen Yakup Reis, hamsinin bollaşmasıyla enflasyonun da düştüğünü ifade ediyor. Yakup Reis, hamsinin hem ucuz hem sağlıklı olduğunu anlatarak şöyle konuştu: "Kolesterolü yok. Millet bol bol yesin. Bundan faydalı bir şey yok. Hamsi çıktı kırmızı et ve tavuk ucuzladı. Hamsi, enflasyonu düşürdü. Hükümetin bize yardım etmesi lazım."

Reis, vatandaşlara hamsinin tüketimi için şu tavsiyede bulundu: "Hamsinin her şeyi olur ama en iyisi buğulamadır. Şimdi tam ızgara zamanı. Bir baş soğanla çok güzel yenir. Şu an tavası çok yağlı olur, dokunur. En iyisi buğulamadır."

Öte yandan Türkiye'de yılda 450 bin ton deniz balığı avlanırken, bu avlanmada hamsi 300 bin ton üzerindeki payıyla en çok avlanan balık durumunda gözüküyor. Üç tarafı denizle çevrili Türkiye'de, kişi başına balık tüketimi yıllık 10 kilogram civarında bulunuyor.

SİHİRLİ ANLAR
BİLİNÇLİ HAMİLELİK DÖNEMİ İÇİN

Hızla kilo alıyorsunuz, yüzünüz ve ayaklarınız şişiyor, cildiniz bozuluyor ve ruhsal dengeniz tamamen değişiyor… Bunlar, bebek bekleyen kadınlarda sıkça rastalanan belirtiler. İnsan vücudu bu mucizevi olayı yani gebeliği gerçekleştirebilmek için oldukça iyi gelişmiş bir adaptasyon mekanizmasına sahip. Bu durumda anne adayının kendini bekleyen değişiklikleri iyi bilmesi ve bunlara karşı hazırlıklı olması kadar, fiziksel değişiklikliklerin hastalıklı durumlardan ayırt edilebilmesi büyük önem taşıyor. Memorial Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. Banu Göker Özdemir , “Gebelik döneminde vücutta meydana gelen 10 değişiklik ve uyum sağlama yöntemleri” hakkında bilgi verdi.

Anne Adayları Bu Baş Döndürücü Değişikliklere Hazır Olmalı!

1. KİLO ARTIŞI: Gebelikde meydana gelen değişimlerin en başında kilo artışı gelir. Bu, sağlıklı bir gebeliğin sürdürülebilmesi ve sağlıklı bir bebeğin dünyaya getirilmesi için gerekli bir durumdur. Tabi ki kilo alımının normalden çok az veya fazla olması anne ve bebek için bir takım olumsuzlukları da berberinde getirmektedir. Dengeli ve düzenli beslenerek günlük kalori alımını ortalama 150-300 kcal arttırarak bebek için gerekli besinler sağlanabilir. Anne adayının gebe kalmadan önceki vücut kitle indeksine göre değişmek üzere beklenen 9 ila 16 kg alınmasıdır. Bu rakamın normal vücut kitle indeksi, kadınlar için ortalama 10-12 kg olduğu söylenebilir. Genellikle ilk 12 hafta 1.8- 2 kg arasında kilo alınması, takip eden 3 ayda haftada 0.5 kg alınması bundan sonra doğuma kadar yaklaşık 4.5- 5 kilo alması beklenir.

2. CİLTTEKİ DEĞİŞİKLİKLER: Gebelik döneminde ciltte, saç ve tırnaklarda, diş ve dişetlerinde birçok değişimler meydana gelir. En çok dikkat çekici değişikler ise ciltte meydana gelenlerdir.Anne adaylarının cildinde kuruluk, meme ve karında çatlaklar, yüzde gebelik maskesi denen lekeler, karın orta hatta cilt renginin koyulaşması, sivilcelerin artması gibi sorunlar meydana gelebilir.
Bir anne adayının vücudunu iyi koruması için gebeliği boyunca hijyenik bakımına ve vücut bakımına dikkat etmesi önemlidir. Cildinde kuruluk yaşayan bir kadının normal sabun kullanması yerine cildin nemlenmesini sağlayacak gliserin bazlı sabunlar kullanılabilir. Banyo esnasında vücut yağlarının kullanılması ve çıktıktan sonra mutlaka nemlendirici krem sürülmesi önerilmektedir.

3. HORMONAL DEĞİŞİKLİKLER: Gebelikte en çok şikayet edilen konulardan biriside vajinal akıntılardır. Hamilelik sürecinde vajinanın doğal florasında ve pH değerinde meydana gelen değişiklikler sonucu akıntı fazlalaşır, enfeksiyona meyil artar. Vajen asiditesini artmasına bağlı olarak gebelikde vajinal mantar enfeksiyonları sıklıkla gelişebilir. Fazla miktarda sarı,yeşil renkli kötü kokusu olan bir akıntı vaya vajinal kaşıntı meydana gelirse bunun mutlaka kontrol edilmesi ve gerekli görürülürse ağızdan ilaç veya vajinal fitiller kullanılması gerekebilir.
Hamileliğin özellikle son dönemlerinde meme bezleri çalışmaya başlar ve meme başından kolostrum dediğimiz beyaz-sarı renkli sütün geldiği gözlenebilir. Bunun anne adayının sağlığı açısından herhangi bir zararı yoktur. Meme başındaki kolostrum ılık sabunlu bir bezle temizlenebilir, eğer gün içinde rahatsızlık verecek şekilde çok geliyorsa günlük göğüs pedleri kullanılanılabilir. Gebeliğin özellikle ikinci yarısından sonra sütyenlerin değiştirilmesi gerekelidir. Memeyi alttan destekleyecek çok fazla sıkmayan ,pamuklu çamaşırlar tercih edilmelidir.

4. UYKU SİSTEMİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLER: Bir anne adayının gebeliği boyunca bir çok yakınmalardan biri de uyku bozukluğudur. Yapılan çalışmalar anne adaylarının neredeyse yüzde80’inin hamileliklerinin belirli bir döneminde uyku problemi yaşadığını ortaya koymaktadır. Gebeliğin ilk aylarında hormonal değişikiliklere bağlı olarak anne adaylarında gün içinde uyku hali,konsantrasyon bozukukluğu ve sürekli uyuma isteği gelişebilir.. Bu tamamen kanda yükselen progestron hormonuna bağlı normal bir olaydır. İlk aylardaki progesterone hormonun yükselişi aynı hızla devam etmeyeceği için gebeliğin ilerleyen dönemlerinde çoğunlukla bu sorun kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Hormonal değişimlere ek olarak ilerleyen gebelik haftalarında karnın büyümesi ile bel ve sırt ağrılarının olması, anne adayının kilo aldıkça yatakta kendine rahat bir pozisyon sağlayamaması gibi nedenlerden dolayı uyku sorunları meydana gelir. Bunların dışında bebek hareketlerinin gece boyunca çok fazla hissedilmeside uykuyu bölen bir faktördür.

5. VÜCUT POSTÜRÜNDEKİ DEĞİŞİKLİKLER: Hamilelik boyunca anne karnında büyüyen bebekle birlikte vücut postüründe değişiklik meydana gelir. Bununla birlikte gebeliğe bağlı hormonlar vücuttaki bağları ve eklemleri de etkileyerek vücut dengesinde değişikliğe neden olur, böylece düşme ve buna bağlı yaralanmalar ve travmalar daha sık görülür. Bu yüzden anne adaylarının kış aylarında dışarı çıkarken yüksek topuklu olmayan, altı kaymayacak ayakkabıları tercih etmeleri önerilmektedir.

6. KALP VE DOLAŞIM SİSTEMİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLER: Gebelikde sayılamayacak kadar bir çok değişiklik meydana gelmesi ile beraber anne adayının kalp ve dolaşım sistemi, sindirim,solunum,üriner sistemi gibi tüm vücut sistemlerinde gözle görülemeyen değişilikler de meydana gelir.
Bunların en başında kalp ve dolaşım sistemindekiler gelmektedir.Gebeliğin kendisi kalp ve dolaşım sistemini zorlayan bir durumdur. Fetusun gelişmesi ile birlikte rahime giden kan miktarının artması, büyüyen rahimin diaframı yukarı iterek kalbi yukarı-öne ve sola doğru döndürmesi, kan damarlarındaki plazma volümünün artmasına bağlı olarak gebeliğin ikinci yarısından sonra fizyolojik bir kansızlık durumunun meydana gelmesi bu sistemdeki önemli değişikliklerdir. Gebelik öncesi sağlıklı bir kadında bu değişimler problem yaratmazken, gebelik öncesi henüz semptom vermemiş gizli kalp hastalıkları belirginleşebilir veya var olan kalp hastalıkları daha kötüye gidebilir.

7. SOLUNUM SİSTEMİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLER: Diyaframın yukarı itilmesi ve bununla birlikte progesteron hormonun artışına bağlı olarak solunum sayısında artma meydana gelebilir. Yine bu dönemde kılcal damarlarda kan akımının artmasına bağlı olarak burun kanamaları sık olabilir, ses tellerinde meydana gelen ödeme bağlı olarak nadirde olsa ses kısıklığı gelişebilir.

8. ÜRİNER SİSTEMDEKİ DEĞİŞİKLİKLER: Yine gebeliğin ilk başında hormonal değişimlere daha sonrada anne karnında bebeğin idrar torbasına baskı yapması nedeniyle sık idrara çıkma problemleri gelişebilir. Ayrıca böbreklerde ve üreter dediğimiz idrar yollarındaki basıya bağlı ve progesteron hormonuna ve idrarın böbrekten mesaneye gelişiminin yavaşlamasına bağlı olarak böbreklerde genişleme gelişebilir, idrar yolu enfeksiyonları sıklıkla görülebilir.

9.SİNDİRİM SİSTEMİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLER: Sindirim sistemi ile ilgili olarak özellikle ilk üç ayda bulantı, kusma gelişebilir. Bununla birlikte gebelikde tükürük salınımı artar. Midenin yukarı itilmesi ve hormonal nedenlereden dolayı mide boşaltım hızının azalması sonucu mide içeriği kolayca yemek borusuna geri dönerek mide yanmalarına neden olur. Ayrıca barsak hareketlerinin de yavaşalmasına bağlı olarak kabızlık gebelikde oldukça sık görülen bir sorundur.

10. RUHSAL DEĞİŞİKLİKLER: Bütün bunların dışında gebelikde bir çok ruhsal değişiklikler meydana gelmekde ve bunların bir çoğu göz ardı edilmektedir. Gebeliğin özellikle ilk üç ayında değişken ruh hali meydana gelebilir.Sıkıkla nedensiz ağlama nöbetleri görülür. Bazen çok arzu edilen gebeliklerde bile ilk aylarda gebeliği kabullenememe, içe dönüklük ,pasiflik meydana gelebilir.İlerleyen aylarda ise vücut imajında meydana gelen değişimlerden dolayı utanma duygusu gelişebilir.Gerek vücuttaki değişimler gerekse bebeğe zarar verileceği endişesi nedeniyle cinsel istek azalabilir.Son aylarda ise gebeler genellikle doğum korkusu, sağlıklı bir bebek dünyaya getirebilme endişesini yoğun bir şekilde yaşayabilir.

SİHİRLİ ANLAR

Kalp ve Damar Hastalıkları Nedir?
Organlarımızın sağlıklı şekilde çalışabilmeleri ve korunabilmeleri için kana ihtiyacı vardır. Kanı organlarımıza taşıyan damarlar ise atardamarlarımız olup atardamarlara kanın pompalanmasını sağlayan kalbimizdir. Kalbin kendisini besleyen damarlara ise “koroner damar” adı verilmektedir. Koroner damarlarda oluşabilecek hastalıklar doğrudan kalbin çalışmasını ve verimini etkilediği için koroner damarlar insan hayatı için son derece önemlidir.
Koroner damarlardaki en önemli rahatsızlıkların başında halk arasında damar sertliği olarak bilinen “ateroskleroz” gelmektedir. Bu hastalıkta, koroner damarlarda, bir takım maddeler birikerek damarlarda tıkanıklıklara neden olmakta (kolestrol gibi..), belirtilen tıkanıklılar sonucu, koroner kalp hastalığı oluşmaktadır. Bu hastalıktan dolayı kalbin kasılmasında ve ritminde birtakım bozukluklar meydana gelmektedir. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de ölüm nedenlerinin başında “koroner arter hastalığı” gösterilir.

Risk Faktörleri...

1. Sigara içmek (Kalp hastalıklarından tüm ölümlerin yaklaşık yüzde 30’undan sigara sorumludur)
2. Hareketsizlik
3. Stres
4. Depresyon
5. Şeker hastalığı
6. Kalıtımsal
7. Yaş (Erkeklerde 45 yaş üstü,bayanlarda 55 yaş üstü)
8. Cinsiyet (Erkeklerde daha sık olarak görülmektedir)
9. Kilo (Beden kitle endeksinin 25’in üzerinde olması)
10. Kolesterol (İyi kolesterolün 40 mg/dl’den düşük olması / Kötü kolesterolün 130mg/dl’den yüksek olması)

Kalp ve Damar Hastalıklarının Belirtileri

1. Göğüste ağrı (Göğsün orta kısmında sıkıştırıcı ve yanma tarzında; çene, omuz veya kol gibi bölgelere yayılan bir ağrı)
2. Çarpıntı (Kalpte çarpıntı, kalp atışlarında hızlanma ve düzensizlik)
3. Nefes darlığı (Nefes alıp verirken sıkıntı çekmek ve nefes alamama hissi)
4. Güçsüzlük(Baygınlık hissi ve çabuk yorulma)
5. Bulantı (Titreme,terleme ve nabızda zayıflama)
6. Ayaklarda şişme (Bacak ve ayak üzerine parmak basılınca çökme yapan şişlikler)
7. Bayılma (Öksürük, ses kısıklığı,dudak ve parmaklarda morarma)

Almanız Gereken Önlemler

Kalp hastalıkları riskinin taşınıp taşınmadığının anlaşılması çok önemlidir. Öncelikli olarak risk faktörleri belirlenmelidir. 40 yaşından büyük olmak; yüksek tansiyon, şişmanlık, sigara içmek, ailede kalp hastası bireylerin bulunması; şeker hastalığı, yüksek kolesterol ve koruyucu kolesterol seviyesinin düşük olması. Risk faktörlerinden en az 2 veya daha fazlasına sahip olmak, hastalığa yakalanma riskinin yüksek olması demektir. Bu konuda risk taşımayan erkeklerin 40 yaşından sonra, kadınların ise menopozdan sonra mutlaka bir kardiyolog tarafından muayene edilmesi ve gerekli tetkiklerin yapılması gerekmektedir. Ancak hızlandırıcı risk faktörü bulunan kişilerin yani; sigara içenlerin, şeker hastası olanların, yüksek tansiyonu olanların ve ailesinde kalp krizi hikâyesi bulunanların belirtilen yaşı beklemeden belli aralıklarla doktora muayene olmaları ve gerekli tetkikleri yaptırmaları gerekmektedir. Ayrıca, hiçbir şikâyet olmasa da kan şekeri, kanın kolesterol ve trigliserid düzeyi belli aralıklarla kontrol ettirilmelidir.

SİHİRLİ ANLAR

KALP HASTALARI BU BİLGİLER SİZİN İÇİN
Tayvan'da yaş ortalaması 65 olan 740 erkek üzerinde yapılan araştırmada, günde en az bir paket sigara içiminin "orta düzeyde veya hızlı" saç kaybında önemli bir rol oynadığı tespit edildi.
Araştırmayı yürüten Tayvanlı bilim admaları Lin-Hiu Su ile Tony Hsiu-Hsi Çen, sigaranın saç foliküllerini tahrip edebildiğini, kafa derisindeki kan ve hormon dolaşımını bozabildiğini veya östrojen üretimini artırabildiğini bildirdiler.
Archieves of Dermatology dergisinde yayınlanan araştırmada, ilk saç dökülme belirtileri görülen erkeklere, saçın daha yoğun dökülmesinin önüne geçmek için, sigaranın rolünün hatırlatılması tavsiyesinde bulunuldu.
Araştırması yapılan kalıtsal saç dökülmesi durumunun, beyazlar arasında daha yaygın olduğu belirtiliyor.


Kalp krizinden sonra yaşam
Bir kalp krizi atlattınız ve hastaneden taburcu oldunuz. Bundan sonra normal hayatınıza dönüş süreciniz ve yapmanıza izin verilen aktiviteler, kalbinizin durumuna göre belirlenecektir. Doktorunuz sizinle birlikte bir nekahat dönemi planı hazırlamalıdır. Birçok kişi normal hayatına ve işlerine krizden birkaç ay sonra dönebiliyor. Ancak kalbinde zayıflama olanlar için bazı sınırlamalar var. İşte kriz sonrası yaşamla ilgili merak edilen başlıca soruların yanıtları...

Efor testi yaptırın

Normal hayata dönüş, ne kadar zamanda gerçekleşmelidir? Normal hayata dönüş yavaş olmalı. Kalp krizinden sonraki ilk günlerde istirahat gereklidir. Bu, kalbinizin kendisini toparlamasına yardım eder. İyileştikçe aktiviteler artırılır. İlk günlerden sonra oda içinde, sonra koridorda yürümenize izin verilir. Taburcu olmadan önce yapılacak sınırlı bir efor testi, ilerisi için yararlıdır. Testin sonuçlarına göre doktorunuz, yapacağınız aktivitelerin sınırlarını çizer. Bazı hastanelerin; kalp krizi geçirenler, balon-stent uygulanan hastalar ve by-pass ameliyatı olanlar için özel rehabilitasyon programları vardır. Başlangıçta bu programlara dahil olmak hem daha emniyetli olur, hem de kendi başınıza kaldığınızda yapacaklarınıza ışık tutar.

Egzersiz niye önemli? Egzersiz hem sağlıklı kişiler, hem de kalp hastaları için çok değerlidir. Kalp kasını kuvvetlendirir. Kendinizi daha enerjik hissedersiniz. Kilo vermeyi ve sabit kiloda kalmayı kolaylaştırır. Kolesterol ve tansiyonu düşürmeye yardımcı olur. Kalp krizi sonrası egzersiz kesinlikle doktor önerisiyle yapılmalıdır. Bu önerilere harfiyen uymalısınız. İzin verilmeyen aktivitelerden uzak durun ve sınırlarınızı aşmayın. Egzersiz sırasında karşılaştığınız ve mutlaka doktorunuza başvurmanız gereken sorunlar ise şunlar: "10 dakikayı geçen aşırı nefes darlığı. Göğüs, çene, boyun veya kollarda ağrı. Baş dönmesi, solukluk, soğuk terleme. Çok hızlı veya düzensiz kalp atışları. Bulantı, kusma. Bacaklarda güçsüzlük, ağrı veya şişme."

Ne tür egzersiz iyidir? En faydalı olanlar tüm vücudu çalıştıran egzersizlerdir. Mesela yürüme, hafif koşu, yüzme veya bisiklet gibi. Doktorunuz egzersiz programınıza kasları güçlendirici hafif ağırlık çalışmaları da ekleyebilir.

Spor hangi sıklıkla yapılmalıdır? Size verilecek plana göre hareket edin. Bu program başlarda yavaş olmalı. Zamanla tempoyu arttırabilirsiniz. İdeal olan haftada 3-4 gün, 20-30 dakika arası spor yapmaktır. Sporun başında, 5 dakika ısınma ve germe hareketleri yapmayı da unutmayın.

Kalp krizi geçirdikten sonra ne kadar zamanda işe dönülebilir? Çoğunlukla kişiler 1-3 ay içinde işine başlayabiliyor. Başta da söylediğim gibi bu süre kalbinizin durumu ve işinizin niteliğiyle ilgilidir. Fizik gücü gerektiren veya yoğun stresli bir işe dönüş daha geç olmalıdır. En azından başlarda işinizde değişiklikler yapmak gerekebilir

Seksten korkmayın

Kalp kirizi cinsel hayatı etkiler mi? Krizden 3-4 hafta sonra cinsel hayatınıza dönebilirsiniz ama başlarda yavaş ve sakin olmak gerekebilir. Kalp krizi geçirdiniz diye seksten korkmayın. Bu konuyu doktorunuza açmaktan da çekinmeyin.

Tekrar kriz geçirmemek için ne yapılmalıdır? Sigara içmeyin. Fazla kilolarınızdan kurtulun. Spor yapın. Stresi azaltın. Tansiyon, kolesterol ve şekerinizin istenilen sınırlarda kalmasına gayret edin. Size verilen ilaçları düzenli ve önerildiği sürece kullanın.

Dr. Metin Okucu

SİHİRLİ ANLAR

Kahve içmek pek çok kişi için büyük bir zevk ve vazgeçilmez bir alışkanlıktır. Ancak, zinde kalmak ve enerjimizi yüksek seviyede tutmak için hemen hemen her gün içtiğimiz kahvenin yararlarının yanında bir o kadarda ciddi zararları olduğunu unutmamak gerekir...

Kahvenin Zararları

Yüksek tansiyon: Yapılan araştırmalara göre, düzenli olarak günde 4-5 bardak kahve içenlerin kan basınçları, yani tansiyonları hızla yükseliyor.

Kalp: Aşırı kahve tüketimi kalbin ritmini olumsuz yönde etkiliyor. Kahvenin içerdiği kafein fazla tüketildiğinde, kalpte ritim bozuklukları meydana gelebiliyor. Düzensiz kalp atışları ve kalp çarpıntısına neden olabiliyor. Bu nedenle özellikle kalp hastalarının sınırlı miktarda kahve içmeleri gerekiyor.

Mide: Kahve, ülseri tetikliyor ve midenin asit salgılamasını uyarıyor. Bu nedenle mide hastalarının günde 2 fincandan fazla kahve tüketmemeleri gerekiyor.

Şeker hastalığı: Yapılan araştırmalar, yemek zamanlarında yükselen kan şekeriyle birlikte tüketilen kahvenin şeker hastalığını olumsuz yönde etkilediğini ortaya koyuyortı. Uzmanlar şeker hastalarının da kahveyi sınırlı tüketmesini öneriyor.

Su kaybı: Uzmanların bir kısmı kahvenin vücutta sıvı kaybına neden olduğunu savunurken, bir kısmı da bu kaybın önemsiz derecede az olduğunu savunuyorlar. Fakat yine de ağır basan görüş diğer kafeinli içecekler gibi kahvenin de vücutta su kaybı yarattığı yönünde.

Doğurganlık: Günde üç fincan veya daha fazla kahve içmek, kadının doğurganlık oranını azaltıyor. Çünkü aşırı miktarda kafein tüketimi yumurtlamayı olumsuz etkiliyor. Yapılan araştırmalarda ise her gün düzenli olarak kahve içen erkeklerin içmeyenlere oranla daha güçlü spermleri olduğu kanıtlandı. Kafeinin spermin üzerinde uyarıcı etkisi olduğunu savunan uzmanlar, bunun merkezi sinir sisteminde de aynı etkiyi gösterdiğini iddia ediyorlar.

Hamilelik: Kafeinin anne karnındaki bebeğe zararlı olduğu biliniyor. Uzmanlar, hamile kadınların günlük kafein tüketme sınırlarının 300 mg ile sınıtlı kalması gerektiğini belirtiyor.

Kahvenin Faydaları

Kanser: Kahve, yeşil ve siyah çay gibi antioksidanlar içeriyor. Bu da kansere yol açan hücrelerin çoğalmasını engelliyor. Ayrıca, yapılan bir araştırmada, kahvenin ve egzersizin güneş ışınlarının neden olduğu cilt kanserinden koruduğu ortaya çıktı. Araştırmaya göre, fiziksel egzersizle birlikte ölçülü kahve tüketimi, güneşin ultraviyole B (UVB) ışınlarının yol açtığı kanserojen etkileri ortadan kaldırabiliyor.

Safra taşları: Kadın vücudu erkeğe kıyasla iki kat daha fazla safra taşı üretiyor. Günde dört bardak kahve içen kadınların içmeyenlere oranla yüzde 25 daha az safra taşından şikayet ettiği kanıtlandı.

Konsantrasyon: Kahve konsantrasyona yardımcı oluyor. Yapılan araştırmalarda, okul çağındaki çocukların az miktarda kahve ile süt içtiklerinde sabahki derslerinde daha başarılı oldukları görülüyor.

Parkinson: Yapılan bir araştırmada günde bir fincan kahve içen erkeklerin parkinson hastalığı riskinin yüzde 40’a varan oranlarda azaldığı ortaya çıkarıldı. Buna karşın, menopoz sonrası ostrojen terapisi gören kadınlarda kahve tüketimi Parkinson Hastalığı riskini artırıyor..

Karaciğer: Kahve tüketmek özellikle siroz yüzünden oluşan karaciğer kanseri riskinin azaltılmasına yardımcı oluyor. Düzenli kahve içenlerin siroz gibi karaciğer rahatsızlıklarından daha az şikayet ettiği görülüyor.

SİHİRLİ ANLAR

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
Kışın da Güneş Gözlüğü Takın!
19/11/2007 -Kategori: SAGLIK



Yaz mevsiminin vazgeçilmez aksesuarı olan güneş gözlüklerinin, kış aylarında da takılması artık zorunlu hale geldi. Ozon tabakasının delinmesiyle birlikte güneşin zararlı morötesi (ultraviyole) ışınlarından korunmak için, yalnız gençlerin değil, yaşlıların özellikle de çocukların güneş gözlüğü kullanması öneriliyor. Memorial Göz Merkezi’nden Op. Dr. Mustafa Temel “Güneş gözlüklerinin göz sağlığının korunmasındaki rolü” hakkında bilgi verdi.

Güneş ışığı, gözle görebildiğimiz ve göremediğimiz kısımlardan oluşmaktadır. Dünyamızı çevreleyen atmosferden geçerek gelen bu ışınlar örneğin yaz aylarında olduğu gibi açık havalarda ve yansımanın fazla olduğu kar ve deniz gibi yerlerde gözümüze daha fazla girer. Bu ışığın ultraviyole yani morötesi kısmı oldukça zararlıdır.

Normalde göz bebeğimiz ışıkta küçülür ve güneş ışığının zararlarını azaltmaya çalışır. Ancak ışık fazla geldiğinde bu mekanizma yetersiz olabilir ve göz merceğinde katarakt gelişmesine ve retina tabakasının zarar görmesine neden olabilir. Ayrıca, gözün ön kısmında kornea dediğimiz şeffaf tabakada yüzeysel hasarlar oluşturabilir. Ozon tabakasındaki incelmeden sonra bu riskler daha da artmıştır. Bu nedenlerle, güneş ışığının fazla olduğu hava ve yer şartlarında güneş gözlüğü kullanılmalıdır. Yani güneş gözlüğü öncelikle bir aksesuar değil, göz sağlığımız açısından gerekli bir araçtır.

Güneş Gözlüğü Seçerken...

Kullanacağımız güneş gözlüğü mutlaka “ultraviyole ışığını engelleyici” özellikte olmalıdır. Bu özelliği taşımayan güneş gözlüğü sadece fazla ışığın geçmesini engeller. Ancak bu engelleme hiçbir fayda sağlamaz, aksine zarar verir. Çünkü renkli cam takıldığında göz bebeği küçülmez ve böylece görünen ışık değil ama zararlı ultraviyole ışını göz içine bol miktarda girer.
Her güneş gözlüğü ultraviyole ışınlarının geçişini engellemez. Gözlüklerin kaliteli olması ve bunun belgeli olması gerekir. Polarize camlar bu konuda son derece başarılı camlardır.
Kullanmayı düşündüğünüz güneş gözlüğünü inceleyerek kalitesi hakkında siz de fikir edinebilirsiniz:

• Camın renginin koyu ya da açıklığından ziyade ultraviyole ışığını engelleyip engellemediği önemlidir.
• Camın rengi homojen (her yerde aynı) olmalıdır.
• Gözlüğü taktığınızda bulanık görmemelisiniz, detaylar kaybolmamalıdır.
• Gözlük camından bakarken gözlüğü hareket ettirdiğinizde görüntü hareket etmemelidir. (numarasız camlarda)
• Camların üzerinde güvenilir tescil bilgisi olmalıdır.

Her pahalı olan iyidir denilemez ama ucuz gözlüklerin de bu özellikleri taşımama olasılığı çok daha yüksektir.
Ayrıca, çerçeve seçmek tabii ki zevk, estetik, moda işidir ama çerçevenin amaca da uygun olması gerekir. Zararlı ışınlardan gözü azami derecede koruyabilmek için çerçeve etrafından girebilecek ışık en az olmalıdır. Bu nedenle camın göze yakın yerleşimli olması çok yararlı olabilir.
Güneş ışığından zarar görebilecek herkesin güneş gözlüğü kullanmasında yarar vardır.

Gözlük Camlarını Temizlerken...

Gözlük camlarını temizlerken de dikkatli davranmak gerekmektedir. Çünkü çizikler de görüntü kalitesinin bozulmasına ve zararlı ışınların göz içine girmesine neden olabilir. Elinize ne geçerse onunla silmek değil de yumuşak pamuklu bir bez, ya da en iyisi gözlükçülerden temin edilebilecek özel bezler kullanılmalıdır.
Yine ayrıca, güneş gözlüğü almadan önce bir göz muayenesi olmakta fayda vardır. Çünkü az da olsa var olan bir hastalık ya da risk olabilir. Ve bu durumda daha farklı bir güneş gözlüğü önermek, ya da güneş gözlüğünün de yeterli olamayacağı bazı hastalıklarda güneş gözlüğü kullanılsa bile yine de güneşten uzak durmak gerekebilir.

SİHİRLİ ANLAR
Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız

Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
Sağlığınıza Dair 16 İpucu!
15/11/2007 -Kategori: SAGLIK


Tırnağınızdan gözlerinize, avuç içlerinizden ayak bileklerinize kadar vücudunuzdaki herşey sağlığınızın birer göstergesi... Vücudunuzu iyi tanıyarak, belirli aralıklarla da kontrol ederek sağlık durumunuz hakkında ipuçları elde edebilirsiniz. İşte sağlığınıza dair, belki de hayatınızı kurtaracak 16 ipucu...

Tırnaklar: Tırnaklarınıza dikkatle bakın. Eğer hafif mavilik ya da morluk görürseniz, bu bir kalp hastalığıyla karşı karşıya olduğunuz anlamına gelebilir. Tırnaklarınızın aşırı kalın olması ya da üstlerinde tümsekler olması da nefes alma hatta akciğer sorunlarıyla karşı karşıya olduğunuzu gösterebilir.

Nefeslerinizi sayın: Eğer dakikada 15 kez ve daha altında nefes alıp veriyorsanız, sağlıklı ciğerlere sahipsiniz demektir. Eğer 25 kez nefes alıp veriyorsanız, o zaman sağlığınıza dikkat etmelisiniz.

Gözler: Aynada gözlerinizden birine bakın. İrisin etrafında beyaz bir daire varsa kolesterol seviyeniz yüksek anlamına geliyor. Bu aynı şekilde yaklaşan kalp sorunlarının da en büyük habercisi.

Avuç içinize bakın: Avuç içlerinize dikkatle bakın. Eğer kırmızı ve lekelilerse, karaciğerinizde sorun var demektir.

Hafıza kontrolü: Bir tepsinin üstüne rast gele 10 eşya koyun. Tepsiye sadece 10 saniye bakın. Kaç tanesini hatırlayabildiniz? İyi bir hafızanızın olması Alzheimer ile karşılaşma riskinizin daha az olacağı anlamına geliyor.

Kas kontrolü: Sırt üstü yatın. Bacaklarınız dümdüz olsun. Bir bacağınızı havaya kaldırın. Bir kişinin ayağınıza bastırmasını isteyin. Eğer bacağınız yere düşüyorsa, kaslarınızda bir zayıflık olduğu anlamına geliyor. <******>

Görüş: Gözünüzün hemen altında elmacık kemiğiniz üzerine bir cetvel yerleştirin. Sonra cetvelin üstüne bir kredi kartı yerleştirin. Kartı en rahat okuduğunuz uzaklığı ölçün. Ne kadar yakına gelirse gelsin kartı rahat okuyabiliyorsanız göz sağlığınızın iyi olduğu anlamına geliyor.

Tiroit kontrolü: Kollarınızı yere paralel olarak tam karşınızda bir şeye uzanıyormuş gibi uzatın. Ellerinize dikkat edin. Eğer elleriniz bu pozisyonda titriyorsa, o zaman tiroit olma riskiniz çok yüksek.

Düz yürümek: Yere bir metre uzunluğunda bir çizgi çizin. Üzerinde rahat yürüyebiliyorsanız, vücudunuzun koordinasyonu iyi işliyor demektir.

Doğum kilonuz: Annenize kaç kilo doğduğunuzu sorun. 3 kilonun altında doğmuşsanız kalp sorunlarıyla karşı karşıya kalabilirsiniz.

Beliniz kalınlığı: Vücut şekliniz elmaya benziyorsa, yani yağlarınız belinizin çevresinde toplanıyorsa, kalp sorunu yaşama riskiniz daha fazla.

Tuvalet sıklığı: Her 3 saatte bir tuvalete birden çok gitme ihtiyacı mı hissediyorsunuz? Diyabetin en erken alarmlarından biri sık sık tuvalete gitmektir.

Nabız kontrolü: Nabzınız ne kadar yavaş atıyorsa o kadar uzun yaşayacaksınız demektir. Yani nabzınız 70’in altındaysa sağlıklısınız anlamına geliyor.

Dişlerinizi fırçalayın: Eğer dişleriniz kanıyorsa, kalbiniz tehlikede demektir.

Parmak uzunluğu: İşaret ve yüzük parmakları aynı uzunlukta olan kişilerin kalp krizi geçirme riski daha fazla olduğu iddia ediliyor.

Ayak bilekleri: Baş parmağınızla ayak bileğinizin arka kısmına bastırın. Eğer bastırdığınız noktada çok fazla çukurluk oluşuyorsa, o zaman kalp, akciğer, böbrek sorunlarıyla karşı karşıya kalabilirsiniz.

SİHİRLİ ANLAR
STRESE BOYUN EĞMEYİN
14/11/2007 -Kategori: SAGLIK


Stres bağışıklık sisteminin ve genel direncin zayıflamasına neden olur. Duygusal dengeyi dengeleyen faktör ise sizin geliştirdiğiniz kişisel baş etme becerilerinizdir. Eğer baş etme becerileriniz iyi geliştirilmemişse dengesizlik devam edecektir. Güçlü sosyal destek ve uygun baş etme becerileriniz varsa problem çözülebilir ve dengeyi yeniden kurabilirsiniz. İşte bu becerilerinizi geliştirmeniz için öneriler...

Stres Kaynaklarınızı ve Tepkilerinizi Tanıyın

Troya filminde Brad Pitt’in canlandırdığı karakter achilles’i (aşil) hatırlarsınız. Mitolojiye göre tanrıça olan annesi onun savaşlarda zarar görmesini engellemek için bebekken kutsal suya daldırır. Ancak onu bileğinden tutarak suya daldırırken tuttuğu yerler, suyla temas etmediği için tek zarar göreceği yer orasıydı nitekim yıllar sonra Aşil, Troya savaşında bu zayıf noktasından aldığı ok darbesiyle ölür. Bu efsaneden “aşil kemiği” ve insanların zayıf noktalarını simgeleyen bir terim doğmuştur. Sizin zayıf yanlarınız neler? Stres baskısı altında kaldığınızda sizi nereden vuruyor?
Stresin pek çok kaynağı olabilir. Bu olayların anlamları hakkında kendinize ne söylüyorsunuz? Sizi neler strese sokar, ve vücudunuz stres altında nasıl tepkiler verir? Gergin mi olursunuz, ya da çok mu sinirli?

Strese Karşı Duygusal Tepkilerinizi Azaltın

Bu kısım sizin stres kaynağını nasıl algıladığınızla ilgilidir. Durum karşısında nasıl hissediyorsunuz? çaresiz mi, pasif mi kabul eden mi? Hepimiz, bir durumu algılayış şeklimize göre hisseder ve bir tepki veririz.
Acaba olayları çok kritik ya da acil oldukları konusunda kendinize gereğinden fazla mı yükleniyorsunuz?
Ya da zorlandığınız durumları çok daha zor durumlara gelecek şekilde mi yorumluyorsunuz.
Kendinizi “eğer kazanamazsam….”, ya da “eğer beceremezsem…” şeklinde sınav dan sonraki olacaklara odaklamayın. Sonrasını düşündükçe kaygınız ve stresiniz artacaktır.

Duygusal Kaynaklarınızı Harekete Geçirin

Unutmayın bu sınava ve onun zorlayıcı sürecini sadece siz yaşamıyorsunuz. Arkadaşlarınızla yaşadıklarınızı paylaşın.

Stres Yönetimi

Stresle mücadele şeklimiz iki türlü olmakta. Ya geri çekiliyoruz yaşanılanlar karşısında ki bunlar bastırma, inkar etme, yansıtma ve mantığa bürüme şeklinde oluşmakta ya stresle mücadele etme yolunu seçeriz.

Baş Etme:
Maslow ihtiyaçlar hiyerarşisinde de en alt basamağı fiziksel ihtiyaçların karşılanması oluşturur. Fiziksel iyi oluşunuz karşılanmadan diğer ihtiyaçlarınız karşılanamaz. Bunlar da dinlenme ve beslenmenize dikkat etmenizle mümkün olacaktır. Beden direnciniz fazla olduğu zaman sizi zorlayacak durumlara karşı direnciniz daha fazla olacaktır. Dengeli beslenme, ideal kilonuzda kalma ve yeterli süre uyuyun ne çok fazla ne çok az.


Kendini Yönetme:
Stresle ilgili önemli bir faktör, zaman yönetimi dir. Bir saatte 60 dakika ve 1 günde sadece 24 saat var. Bu, ders çalışmak, kendimize zaman ayırmak, ailevi sorumluluklar, dinlenme gibi faaliyetler için elimizdeki zamandır. Zaman yönetimi ile ilgili en önemli şey kendini yönetmektir; Çünkü siz esnek olabilirsiniz ama zaman asla esnek olamaz.
Yaşamınızdaki öncelikleri belirleyin. Gerçekten planlarınız ve programlarınız çok aksıyorsa ve bu durum sizin için başa çıkılmaz bir stres kaynağıysa yaşamınızdaki öncelikleri belirleyin ve hayatınızdaki gerçekten önemli şeyleri feda etmeden daha az önemli olanları biraz bekletin.
Bir gününüze saatler ekleyemezsiniz ancak “kullanışlı” zamanı artırabilirsiniz programınızı sahip olduğunuz tüm zamana göre yapın. Zaman kayıplarınızı belirleyin ve azaltın.
Zamanın acilliğini azaltabilirsiniz. Belki de vazifeniz kendinizi zorladığınız kadar acil bitirilmek zorunda değildir. Zamanın uygun kullanımını olumsuz etkileyen bir diğer problem yaptığınız vazifede mükemmel olmaya çabalamak. Kendinize “mükemmel olmamak” konusunda izin vermek size bir sorun çıkartmayacaktır. Tabii ki baştan savma iş yapmak istemezsiniz ama şunu hatırlayın ki pek çok ürün ve tasarılar önce ortaya çıktıktan sonra siz üzerinde yapılan düzenlemelerle mükemmelleşir.
Bir vazifeyi bitirememe korkusunun kaytarma yaratacağının farkında olun. Vazifeniz size altında ezileceğiniz kadar çok büyük görünebilir. Elinizdeki işi –ya da dersi- daha küçük alt vazifelere bölebilirsiniz. Bitirme korkusu bir şeyi yerine getirme konusunda kendine güvensizlikten kaynaklanır olumlu bir tutum geliştirebilirsiniz bunu denemeden bilemezsiniz. Ayrıca bir görev ya da vazifede başarısız olmak sizin beceriksiz yada yeteneksiz olduğunuz anlamına gelmez. Bunun yaşamınızı zenginleştirecek bir deneyim olduğu düşüncesi bir vazifeyi üstlenmenizi daha kolaylaştıracaktır.
Belki de yaşamı olduğu haliyle kabul edebilmemiz bizim stres yaşamamızı en aza indirecektir.

Çerçeveler:
Fazla gerilime neden olacak durumları yeniden tanımlayın örneğin sınavlara ne bildiğinizi gösterme fırsatı olarak görün ne bilmediğiniz ölçme testi değil. Bu bakışınızın size ne kadar güçlü hissediş sağladığını göreceksiniz.

Kapatma:
Sıkıntı veren düşüncelerinizi yarıda keserek kapatın.
Rahatsız edici durumu aklınıza getirin. Şimdi bu rahatsız eden durumla ilgili düşüncelerinizi kesin. Parmak şıklatarak veya elinizi çırparak yapabilirsiniz. Bu sembol işinizi kolaylaştıracaktır. Bu düşünceler kaybolana kadar devam edin.

Telkin:
Geçmişte moraliniz bozuk olduğunda yanınızda aileniz vardı ve size sürekli size olumlu telkinlerde bulunuyorlardı. Ancak bu defa kendiniz yapmak zorundasınız. Ne yazık ki bu ihtiyacımızı karşılamayı ihmal ediyoruz. Unutmadıklarımızsa bizim kendimizi baltaladığımız olumsuz telkinlerdir. “Yapamayacağım” “başaramayacağım”la başlayan cümleler buna örnektir.
Eğer hatayı hayal ederseniz, başınıza bu gelecektir. Eğer başarıyı arzularsanız başarılı olursunuz. Buradan hareketle kendinize aşağıdaki cümleleri tekrarlayabilirsiniz.
“Hissettiklerim, sadece bedensel tepkiler. Onunla baş edecek gerekli becerilere sahibim.”
“Yaşadığım bu his beni durdurmaz, işime devam edebilirim.”
“Endişeli olmam normal yakında geçer.”

Mola:
Stres durumu karşısında etkili bir yöntemdir. Baş döndürücü akışa kaptırıp unuturuz yaşamlarımızda kendimize küçük molalar vermeyi. Yürüyüş yapmak, kitap okumak, hayal kurmak birkaç örnek olabilir.
Stres yalnızlığın duygusudur. Stres nedir diye sorduğunuzda pek çok kişi “sıkışık trafik” ve “o trafikte adım adım ilerlerken yaşanılan duygu der.” Kişi asla içinden çıkamadığı ve sonlandıramadığı bir zorunluluk içindedir, yapmayı çok istese de arabayı bırakıp kaçamaz üstelik. Oysa aynı kişi sevdiği bir kişi o an yanında olsa ya da çok ilgisini çeken bir işle meşgul olduğunda yaşadığı duygu çok farklı olurdu. Sınav döneminde yaşadıklarınızı da trafikteki sıkışıklığa benzetebiliriz. Bu örnek de destek kaynaklarının önemini ortaya çıkarmaktadır. Çevrenizden (Arkadaşlarınız ve aileniz) alacağınız destek, hobileriniz, uğraşlarınızın size sağlayacağı destek

SİHİRLİ ANLAR

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
Mesleğiniz Kalbinizin Kiralık Katili mi?
12/11/2007 -Kategori: SAGLIK


“Stres ve koşuşturma hangi meslekte varsa, o meslek risklidir. Çünkü stres, kalbin kiralık katilidir.” diyen Memorial Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü’nden Doç Dr. Ergun Demirsoy, mesleki stresin kalp sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri hakkında bilgiler verdi.
Türkiye’de her yıl 2 milyon koroner kalp hastasının 130 bini hayatını kaybediyor. Yalnızca İstanbul’da günde 300 kişi kalp krizi geçiriyor. Kalp hastalıklarının artmasındaki en önemli nedense stres. Stres dozu yüksek meslek grupları kötü alışkanlıkları da beraberinde getirdiği için kişinin kalp hastalıklarına yakalanma riski yükseliyor. Kalp hastası yapan meslek grupları adeta bir stres deposu. Öyle ki kişi bu stresi bir süre sonra kontrol altına alamıyor ve kötü alışkanlıklara yöneliyor. Alkol, sigara, uyuşturucu gibi…

Hangi Meslek Grupları Risk Altında?

Stres ve koşuşturma hangi meslekte varsa o meslek çalışanlarının kalp krizi riski oldukça yüksek oluyor. Milletvekilleri, politikacılar, gazeteciler, avukatlar, öğretmenler ve bankacılar vb… Bunlar, yüksek stres ve kalp krizine yol açma riski çok yüksek meslek grupları arasında yer alır.
Bu tür stresli işlerde çalışanlar erken yaşta koroner kalp hastalıklarına yakalanıyor. Bunda ekonomik krizin etkisi de var. Krizle birlikte henüz mesleğinin başında yükselmekte olan insanların yaşadıkları büyük sıkıntılar da artıyor. Sıkıntılar ve stres de damarlarda ciddi tahribat yapıyor.
Ancak bunların dışında iki meslek grubu var ki, onlar meslekleri boyunca ölümle iç içe oldukları için kalp hastalığı ve kalp krizi riskini maksimum düzeyde yaşanmaktadır. Pilotlar ve kalp cerrahları…
Memorial Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü’nden Doç. Dr. Ergun Demirsoy, kalp hastalıklarına en çok pilotların ve kalp cerrahlarının yakalandığını, bu iki meslek grubunun kalp krizi geçirme riskinin ise diğer meslek gruplarına göre iki kat fazla olduğunu söyledi.

Neden Havayolu Pilotları ve Kalp Cerrahları?

Özellikle sivil havayolu pilotları arkalarında 200 yolcu ile uçağını havalandırıyor. Yapabilecekleri en küçük bir elektronik hatanın ya da ihmalin kişi ile beraber yüzlerce insanın ölümüne yol açabileceğini de çok iyi biliyorlar. Çünkü havadasınız ve başınız ağrıdığında çok da yardımcınızın olmadığı ortadadır. Havada ölüm korkusu yaşamaları, yolcuların can güvenliğinin sorumluluğunu taşımaları ve bir sorun oluştuğunda bunu yalnızca kendilerinin çözmesi gerektiğini bilmeleri stres dozunu yükseltiyor.
Kalp cerrahları için de aynı şey geçerli. En küçük bir hatada hastanın ölebileceğini biliyorsunuz ve bunu her gün yapmak zorundasınız. Sadece hasta değil sorumlu olduğunuz onun yakınları ve bütün sevdikleri sizden bir şeyler bekliyorlar. Bu durum her gün defalarca tekrarlanır. Bu durum hekim için çok büyük bir strestir. Bu stres, her iki meslek grubunu da diğerlerinden çok daha fazla kalp hastası yapabilmektedir. Ölümle iç içe olan ölümü yakınında hisseden bu iki meslek grubunun kalbi olumsuz etkilenmektedir.

Gazeteciler Kalpten Ölüyor

Gazetecilerin karşılaştığı hastalıklar birebir gazetecilik mesleğinden kaynaklanmıyor. Ancak genetik faktörlerin etkisiyle birlikte, yüksek stres, düzensiz yaşam, düzensiz beslenme ve yüksek sigara kullanımı gibi faktörlere bağlı olarak, kalp krizi ortaya çıkıyor.

Polisler de Kalp Hastası Oluyor

Ekonomik sıkıntılar ve ağır çalışma koşulları polislerin kalp sağlığını tehdit ediyor. Yoğun iş temposundan bu kadar çok etkilenmelerinin nedenleri; ölüm korkusu ve heyecan. Polislerin en çok stres yaşadığı dönemler, tayin dönemleri. Gidecekleri yeni kent ve bu yeni kente alışma dönemi polisleri stresi sokuyor. Polisler uyku düzeni bozuk, aşırı stresli ve şiddetle yüz yüze bir meslekte çalışıyor. Bu da kalp krizi riskini artırıyor.

İşadamları da Tehdit Altında

İşadamları ve üst düzey yöneticilerde kalp krizi geçirme ve kalp hastalıklarından ölüm oranları yüksektir. İş adamları ve yöneticiler ile ilgili en büyük sorun, aslında egzersiz eksiğidir. Bir de buna yönetici olmanın sorumluluğu eklenince, duygusal zorlanmalar ortaya çıkmaktadır. Çalışanlarını yönetmek için alması gereken kararların tüm yöneticilere manevi baskısı söz konusudur. Stres ortamında kalp krizi geçirme riski artmaktadır. Buna en önemli örneklerden biri; 11 Eylül saldırıları. ABD’de bu saldırılar sonrası kalp krizi geçirme oranı yükselirken, Türkiye’de kalp krizi geçirme nedenlerini ve kalp hastalıklarından ölüm oranlarını, 17 Ağustos 1999’daki Marmara Depremi tetiklemiştir.

SİHİRLİ ANLAR

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
Osteoporozdan korunmak için risk testi yaptırın
9/11/2007 -Kategori: SAGLIK



Osteoporozdan korunmak için risk testi yaptırın
“Osteoporozdan korunmak için… Sağlık için… Sağlıklı süt için…” kampanyasının tarafları, Dünya Osteoporoz Günü çerçevesinde, 23 Ekim Salı günü The Marmara Oteli’nde bir araya geldi.
Projedeki gelişmeler hakkında bilgilendirmelerin yapıldığı toplantıda, Türk halkına uyarlanarak, “Türkiye’nin osteoporoz risk haritası”nın çıkarılmasını sağlayacak “1 Dakikalık Osteoporoz Testi” de ilk kez kamuoyunun dikkatine sunuldu.
Her 3 kadından, her 5 erkek’ten de biri osteoporoz…
Tetra Pak A.Ş. desteği ile Sağlık Bakanlığı, Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği ve Hacettepe Üniversitesi işbirliği ile başlatılan kampanyada, Türkiye’de osteoporoz hastalığı hakkında halkın bilinçlendirilmesini ve bu hastalığın oluşumunun önüne geçilmesini amaçlanıyor. 11 ildeki sağlık ocaklarında, sağlık personeli tarafından yürütülen kampanya ile Türkiye genelinde 2,5 milyon kişiye ulaşılması hedefleniyor.
Sözcülüğünü Derya Baykal’ın yürüttüğü ve osteoporoza karşı herkesi “Hayata Karşı Hep Dimdik Dur”maya çağıran kampanya Ankara, Kütahya, Hatay, Nevşehir, Çankırı, Afyon, Isparta, Mersin, Şanlıurfa, Kayseri ve Tokat’ta gerçekleştirilecek bilgilendirme çalışmalarını ve eğitimlerini içeriyor.
Proje ile hedef, Türkiye’de osteoporoz hastalığının önlenmesi… Çünkü 8 milyon civarında osteoporoz hastasının bulunduğu Türkiye’de her 3 kadından ve her 5 erkekten 1’i osteoporoz hastası…
Osteoporoz risk haritası çıkarılacak…
Türkiye genelinde 11 ilde gerçekleştirilen eğitimlerin etkisi ise yaklaşık 20.000 kişiye uygulanacak anketlerle ölçülecek. Bu kapsamda, sağlık ocaklarında osteoporozun önlenmesi için gereken, sağlıklı beslenme, sağlıklı süt içimi ve egzersiz konularında halkı bilinçlendiren uzmanlar aynı zamanda, eğitim katılımcılarına “1 dakikalık osteoporoz risk” testini de uygulayacak.
Tekra Pak Kurumsal İletişim Müdürü Yasemin Ayginin, temelleri 2004 yılında atılan bu proje ile hedeflerinin, Türkiye’deki Osteoporoz hastalığının önüne geçilmesine destek vermek olduğunu belirterek, bu yıl daha da büyüyen kampanyanın “Osteoporozdan korunmak için… Sağlık için… Sağlıklı süt için!” adını aldığını söyledi.
Kampanyanın özellikle kadınları bilinçlendirmeyi hedeflediğini belirten Ayginin, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Sağlık Bakanlığı, Hacettepe Üniversitesi, Türkiye Endoriknoloji ve Metabolizma Derneği ile yürüttüğümüz bu eğitim ve bilinçlendirme projesinin yanı sıra, çok önemli bir çalışmaya daha birlikte imza atmış oluyoruz. Bu da Türkiye’nin Osteoporoz risk haritasını çıkarmak… Türk halkının yaşam tarzına uygun hale getirilerek revize edilen “1 dakikalık osteoporoz risk testi” iki anlamda önemli olacak. Birincisi, bu testin sonucunda kişiler riskli çıksın ya da çıkmasın, kendilerine verilen bilgi broşürüyle aslında ne kadar basit önlemlerle bu hastalıkla mücadele edebileceklerinin farkına varacaklar. İkincisi ise, bu testin sonuçları, ülkemizde net veriler sunamadığımız bu hastalıkla ilgili rakamsal bir veriye sahip olmamızı sağlayacak. Bu rakamsal sonuçların osteoporozla mücadele için, daha sağlam kemikler, yani daha aktif bir yaşam için yapılması gerekenler konusunda daha fazla insanın dikkatini çekeceğine, önlem almak için harekete geçeceğine, destek olacağına inanıyoruz.”
Türkiye’de 8 milyonun üstünde osteoporoz hastası var…
Osteoporozun, kadınlarda 40’lı yaşlardan sonra özellikle, menopoz döneminde ve 40 yaşından sonra da erkeklerde görüldüğü noktasının altını çizen Hacettepe Üniversitesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Miyase Bayraktar, Türkiye’deki osteoporoz hasta sayısının 8 ila 10 milyon arasında olduğunu ifade ediyor. Ortalama her 3 kadından 1’inde bu hastalığın görülebildiğine dikkat çeken Prof. Bayraktar, konuya ilişkin açıklamasını ise şöyle sürdürdü:
“Osteoporoz öncelikle yaşam kalitenizi etkiliyor. Başlayan ağrılar, değişen vücut biçimi, hareket darlığı ve yaşanan kırıklar sizi bağımlı ve yalnız yaşayamaz hale getirebiliyor. Yapılan bir modelleme çalışmasında 50 yaşında bir kadının hayat boyu kalçasını kırma riskinin %17 olduğunu gösteriyor. Kalçasını kıran kadınların 1/4’ ü bir daha hiç ayağa kalkamıyor. Başlattığımız kampanya ile biz bu olumsuzlukların önüne geçmeyi hedefliyoruz.”
Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Tanju Besler ise konuya ilişkin açıklamasında şu konulara değindi: “Bu hastalığın görülme yaşı sizi yanıltmasın. Hastalığın başlangıcı çocukluk döneminden itibaren aldığınız başta kalsiyum miktarı ve sağlıklı beslenme ile ilişkili. Bu durumda, içerdiği kalsiyumun tamamına yakını vücut tarafından kullanılabilen ve dolayısıyla en iyi kalsiyum kaynağı olan ayrıca, kemik sağlığı açısından çok önemli olan bir çok besini içeren sağlıklı süt ve süt ürünleri osteoporozun önlenmesinde büyük önem taşıyor.
Erken yaşlarda besinlerle alınan kalsiyum, yüksek kemik yoğunluğu sağlayarak ilerleyen yaşlardaki kemik sağlığına destek oluyor. Bunu sağlamanın en pratik yolu da her yaş grubundaki kişilerin en az iki su bardağı sağlıklı süt içmesinden geçmektedir.”
Hedef, herkesi osteoporoza karşı korumak…
Bu kapsamda sağlık ocaklarında osteoporoza karşı yapılması gereken sağlıklı beslenme, sağlıklı süt içimi ve egzersiz konularında halkı bilinçlendirmeye yönelik eğitim çalışmalarının başlatıldığı noktasına dikkat çeken Hacettepe Üniversitesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Miyase Bayraktar, eğitim katılımcılarına “1 dakikalık osteoporoz risk” testinin de uygulanacağını açıkladı. Testin Türk halkının yaşam ve beslenme yapısına göre dünyada ilk kez özel bir hale getirildiğini noktasının altını çizen Bayraktar, ‘’1 dakikalık osteoporoz risk testi” Türkiye çapında bir araştırmayı da başlatmış oluyor. Türk halkının yaşam biçimi, risk faktörleri ve bugüne kadar edindiğimiz klinik verilere göre Türk halkına uygun hale getirdiğimiz ve daha gerçekçi verilerin elde edilmesini sağlayacak bu test, kampanyanın önemli bir sonucu olarak ortaya çıkacak.” şeklinde konuştu.
Derya Baykal kadınlara osteoporozu anlatacak…
Projenin basın sözcülüğünü yürüten Derya Baykal ise projede yer aldıktan sonra osteoporoz hakkında gerçek bilgilere ulaştığını ifade ederek, konuşmasını şu sözlerle sürdürdü:
“ Kadınlar, hayatlarının en huzurlu geçirebilecekleri dönemlerini, osteoporoz hastalığı nedeniyle hareket zorluğu ve ağrılar içinde geçiriyor. Kadınlarımız sadece onlarla konuşan, onlara osteoporozdan nasıl korunabileceklerini anlatan biri olmadığı için, ilerleyen yaşlarında osteoporoz riski ile karşı karşıya kalıyor. Oysa tüm kadınlar aynı kaderi paylaşmıyor mu? Hepimiz benzer zorluklar yaşamıyor muyuz? Ben de bir kadın ve anne olarak, sağlıkları için tüm kadınların yanında olmam gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle bu projede yer aldım.”
50 yaş üstü risk başlıyor…
Osteoporozun, hastayı artan kırık riskine maruz bırakacak düzeyde, kemik gücünde azalmaya neden olan bir iskelet hastalığı olduğunu anlatan Prof. Dr. Miyase Bayraktar, basın toplantısında yaptığı konuşmada kemik gücü, kemik yoğunluğu ve kemik kalitesinin bileşiminin, hastalık için sahip olunan riski ortaya koyduğunu söyledi. 50 yaş üzeri kişilerin, yaklaşık yarısının osteoporotik veya düşük kemik kütlesine sahip olduğuna dikkat çeken Bayraktar, bu hastalığın ülke ekonomilerine de büyük zarar verdiğinin altını çizdi. Bayraktar, konuya ilişkin açıklamasını şöyle sürdürdü:
“60 yaş üzeri kadınların yarısı, erkeklerin ise 1/3’ü osteoporotiktir. A.B.D’de 10 milyon, Avrupa ve Japonya’ da 55 milyon, Avustralya’ da 2 milyon ve Kanada da 3.5 milyondan fazla kişinin osteoporotik olduğu hesaplanmıştır. Almanya’da bu hastalığa bağlı bir kalça kırığının tedavi bütçesi 20 bin Euro, Türkiye’de ise bu rakam 26 bin YTL. Tüm kırıkların Avrupada maliyetleri ise 30 milyar Euro’yu aşmıştır. Ancak, osteoporoz ilerleyen yaşlarda yaşam kalitesini düşürmekle birlikte, önlenebilen bir hastalıktır. Sağlık Bakanlığı ile yürüttüğümüz çalışma da bunu hedefliyor. Bir dakikalık risk testimiz ise bu noktada çok önemli. Bu test, riskteki kişilerin önceden saptanmasına imkân vererek, hastalığın önlenmesine destek verecek.”

SİHİRLİ ANLAR

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
İleri yaş gebeliği
8/11/2007 -Kategori: SAGLIK



İleri yaş gebeliği
Annelik her kadının tatmak istediği bir duygu. Fakat yoğun iş hayatı ve kadınların sorumluluklarının hızlı artışı ileri yaşta anne olmayı beraberinde getiriyor. Ancak ileri yaşlarda anne olmanın bazı dezavantajları olduğunu unutmamak gerekiyor.
Birçok kadın ileri yaşlarda anne olmayı tercih ediyor. Özellikle çalışan kadınlar arasında ileri yaşta anne olmak giderek yaygınlaşıyor. Ancak yaş ilerledikçe risklerin arttığı da bilinen bir gerçek. Zaten riskli gebelik dendiğinde ilk akla gelen risk faktörlerinden birisi ileri yaş. Bu hamileliklerde Down Sendromu (Mongolizm) başta olmak üzere bazı kromozomal bozuklukların görülme sıklığında önemli artışlar gözleniyor. Öte yandan artan yaş ile birlikte anne adayında hipertansiyon, şeker hastalıkları gibi sistemik hastalıkların görülme sıklığında da bir artış var. İşte bu nedenlerden dolayı ileri yaş gebelikleri yüksek riskli gebelikler olarak kabul ediliyor. Acıbadem Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölüm Sorumlusu Doç. Dr. Tolga Ergin ”Anne olmak için 20 ile 35 yaşlar arası en uygun dönem gibi görünmektedir. Gebeliğinde 35 yaş ve üstünde olan anne adayları, ileri anne yaşı grubuna girmektedirler.” diyor.
Anneyi bekleyen riskler
Bilim alanında yaşanan gelişmeler sonucu yardımcı üreme teknikleri ile hamile kalan kadın sayısında büyük bir artış var. Yıllarca hamile kalamamış pek çok kadın bu yolla hamile kalmanın mutluluğunu yaşıyor. Bunun doğal sonucu olarak ileri yaş gebelikleri daha çok görülüyor. Öte yandan kadınların sosyal ve iş yaşantısında giderek artan rollerinin evlenme ve anne olma yaşını ilerilere çektiği bir gerçek. İşte bu açıdan her geçen yıl bir öncesine oranla daha fazla sayıda ileri yaş gebeliği yaşanıyor. Doç. Dr. Ergin ileri yaş gebeliklerin anne adayları açısından birtakım riskler taşıdığını belirterek konuyla ilgili şunları söylüyor: “İleri anne yaşı olan gebelerde gebeliğe bağlı hipertansiyon, şeker hastalığı, peripartum kardiyomyopati (doğum öncesi ve sonrası dönemde gelişebilen kalp yetmezliği ), doğum sonrası kanamalar , plasental anormallikler, erken doğum, ölü doğum ve artmış sezaryen oranı dikkati çeken başlıca problemler arasındadır. Anne yaşının artmasıyla gebelikte diğer sistemik hastalıklar olma şansı da artmaktadır. Ancak ileri yaşta olmasına rağmen, genel sağlık durumu normal olan hastalarda bu risk minimale indirilebilir.”
Bebeği bekleyen riskler
İleri yaşta anne olmak sadece hamileler açısından değil bebekler açısından da riskler taşıyor. Doç. Dr. Ergin bu riskleri şöyle anlatıyor: “35 yaşın üzerinde oluşan gebeliklerde ortaya çıkan önemi sorunlardan biri de artmış kromozom anormalliği olasılığıdır. Bunlar arasında Down sendromu (mongolizm) önemli bir yer tutar. Annede oluşan gebeliğe bağlı hastalıklar, gebeliğe bağlı hipertansiyon, şeker hastalığı ve plasental anormallikler nedeniyle bebeğin erken doğurtulduğu durumlarda bebek erken doğumdan kaynaklanan risklere maruz kalmaktadır.”
Alınması gereken önlemler
Her ne kadar ileri gebelikler daha çok risk taşısa da bu konuda alınabilecek tedbirler mevcut. İleri anne yaşında bebekte oluşabilecek kromozom anormalliklerini tespit etmek amacıyla prenatal tanı yöntemlerinden olan, amniyosentez ve koryon villus biyopsisi (CVS) etkin olarak kullanılıyor. Doç. Dr. Ergin “Bu hastalar ileri yaş gebeliklerinde oluşabilecek problemler veya gebelik öncesi var olan hastalıklar yönünden yakından izlenmelidirler.”diyor.
Acıbadem Hastanesi
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı
Doç. Dr. Tolga Ergin

SİHİRLİ ANLAR

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
Kışın korkulu rüyası grip kapıda
6/11/2007 -Kategori: SAGLIK



Kışın korkulu rüyası grip kapıda
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi İntaniye Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Onur Ural, bazı hastalarda hayatı tehdit edici komplikasyonlara yol açan grip hastalığının, işgücü kaybı açısından bakıldığında en yüksek maliyete yol açan hastalıkların başında yer aldığını söyledi.

Prof. Dr. Ural, grip hastalığının influenza denilen virüsün, solunum yoluyla insan vücuduna girerek özellikle sonbahar sonu, kış ve ilkbahar başında salgınlar yapan bir infeksiyon hastalığı olduğunu belirterek, "Bazı hastalarda hayatı tehdit edici komplikasyonlar gelişebilir. Grip hastalığının belirtileri; ateş, üşüme, titreme, baş ağrısı, halsizlik, kırgınlık, yorgunluk hissi, iştahsızlık, boğaz ağrısı, yaygın kas ve eklem ağrıları, hapşırma, bulantı ve kusma, genizde dolgunluk ve akıntı, burun akıntısı, gözlerde yanma ve kızarıklıkdır. Grip de nezle gibi, hasta kişilerin bulunduğu ortamlarda, hapşırma ve öksürme yoluyla ve virüs bulaşmış ellerle temas sonrasında kolaylıkla bulaşır" dedi.

Tedavide antibiotiklerin hiçbir faydası yok

Grip hastalığının tedavisinde yatak istirahati ve ortaya çıkan şikayetleri azaltmaya yönelik destekleyici yaklaşımlar yanında, doktorun gerek görürse komplikasyonlara yönelik tedaviler verebileceğini ifade eden Prof. Dr. Ural, şunları söyledi:

"Grip ve benzeri hastalıklarda antibiyotiklerin hiçbir faydası yoktur. Tersine çok ciddi sakıncaları olabilir. Hiçbir antibiyotik, doktora danışmadan alınmamalıdır. Sağlıklı insanlarda grip, 1 hafta içerisinde kendiliğinden iyileşir. Ancak bazı kişilerde, örneğin vücut direnci zayıf durumda olan kronik hastalığı olanlar, kalp-akciğer hastalığı olanlar, yaşlılar, şeker hastaları vb. olanlarda pnömoni (zatürree), menengoensefalit (beyin iltihabı), miyokardit (kalp kası iltihabı) gibi ciddi ve ağır seyredip ölümle sonuçlanabilecek hastalıklar görülebilir."

Yüksek risk grubu aşılanmalıdır

Prof. Dr. Onur Ural, grip ve sonrasında oluşabilecek hastalıklardan korunmanın mümkün olduğunu, bu amaçla geliştirilmiş ve kullanılan grip aşıları bulunduğunu kaydederek, aşının özellikle hastalığa yakalanma ve sonrasında oluşabilecek hastalıklar yönünden risk taşıyan Yüksek Risk Grubu denilen kişilere faydalı olduğunu söyledi. Prof. Dr. Ural, aşılanması gereken kişileri şöyle sıraladı:

"65 yaş ve üzerindekiler (yurtdışında 50 yaş ve üstüne de önerilmektedir. Bunun nedeni 50-64 yaş arası yüksek riskli kişilerin de aşılanmasını sağlamaktır), bakımevlerinde kalan ve sürekli hastalığı olanların hepsi, sürekli akciğer ve kalp hastalığı olanlar (astım ve böbrek hastaları dahil), şeker hastaları, kalıtsal hemoglobin bozukluğu olanlar, bağışıklık sistemi ile ilgili hastalığı olanlar, bağışıklık sistemi baskılanmış hastalar (kanser hastaları, HIV=AIDS enfeksiyonu olanlar, organ nakli yapılmış olanlar, steroid ilaç alanlar, kemoterapi ya da radyoterapi uygulananlar), sağlık çalışanları, risk grubu hastaların ev halkı, yakın temasta olduğu kişiler, 6 ay - 18 yaş arasında olup uzun süreli Aspirin alanlar. (Reye Sendromu gelişme riskini azaltmak için)"

Aşı bazı koşullarda sakıncalı olabilir

Grip aşısının genelde güvenli aşılar arasında kabul edilmekte olduğunu anlatan Prrof. Dr. Onur Ural, "Ancak bazı koşullarda uygulanması sakıncalı olabilmektedir. Yumurta alerjisi olan kişiler (yumurta yiyince dilde şişme, solunum güçlüğü, kan basıncında düşme gibi reaksiyon gelişenler), daha önce yapılan grip aşısında ciddi reaksiyon gelişen kişiler aşılanmamalıdır. Ani başlayan ateşli bir hastalığı olanlarda ise iyileşinceye kadar aşı uygulamasının ertelenmesi gereklidir. Aşı yapılırken dozu yaşa göre değişir. Erişkinler ve 3 yaş üzerindeki çocuklar için 0.5 ml'lik bir doz, 6-36 aylık çocuklar için 0.25 ml'lik bir doz, daha önce hiç enfekte olmamış ya da hiç aşılanmamış çocuklarda en az 4 hafta ara ile 2 doz aşı verilmelidir" diye konuştu.

Hastalar dikkatli davranmalı

Meram Tıp Fakültesi İntaniye Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Onur Ural, grip aşısı olan kimsenin sadece gribe karşı korunacağını belirterek şöyle konuştu:

"Aşının bağışıklık oluşturmadığı kimselerde ve grip dışındaki diğer solunum yolu hastalıklarında genel korunma tedbirlerine dikkat etmeliyiz. Grip, nezle, soğuk algınlığı vb. solunum yolu hastalıklarının topluma yayılmasında sağlamlardan çok hasta olanların daha dikkatli ve sorumlu davranması gerekir. Hastalar en azından hastalıkları tamamen düzelene kadar başkalarıyla öpüşmemeli, kucaklaşmamalı ve hatta tokalaşmamalıdır. Ayrıca yine hastalar ağız ve burunlarıyla temas ettiklerinde, öksürük hapşırık nedeniyle ellerine sekresyonları bulaştığında ellerini yıkamadan başkalarının kullandığı telefon gibi ortak gereçlere temas etmemelidirler. Hastalar ilk 3-4 gün zorunlu değilseler sinema, okul, işyeri, metro, otobüs gibi kalabalık ortamlara girmemeli, evlerinde istirahat etmeli, mutlaka gerekiyorsa başkalarına bulaştırmamak için maske ile sokağa çıkmalıdırlar. En etkili korunma hastaların alacağı bu gibi tedbirlerle olur. Korumada sağlıklı kişiler ise sonbahar-kış aylarında uygun giyim ve beslenmeye dikkat etmeli, kalın-yünlü sıcak giysiler kullanmalı, terli kalmamalı, bol sebze meyve tüketmelidir. Vücut direncini düşüren ve kolayca hasta olmamızı sağlayan etkenlerden uzak durulmalı; aşırı yorgunluk, alkol, sigara, az ve düzensiz uyku, düzensiz ve tek yönlü beslenmeden kaçınılmalıdır."

SİHİRLİ ANLAR



Menopozda Kalsiyum Desteği Şart
2/11/2007 -Kategori: SAGLIK


Menopozda Kalsiyum Desteği Şart

Yumurtalıkları daha az kadınlık hormonu üretmeye başlayan her kadın belli bir yaşa geldiğinde menopozu yaşar. Ancak gelişen tıp ve teknoloji, bu dönemin hissedilmeden atlatılmasını, hatta olumlu yönlerinin kadınlar tarafından yaşanmasını mümkün hale getirmiştir. Tabii bu ancak düzenli doktor kontrol ve tedavileri ile mümkündür. Doğal olarak azalmaya başlayan hormonları kısmen yerine koymayı hedefleyen hormon replasman tedavisi, bu dönemde olabilecek riskleri en aza indirebilmekte, yaşam kalitesini arttırmaktadır. Ancak bunun için rutin doktor kontrolleri gereklidir.
İstanbul Hizmet Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü'nden Op. Dr. Meltem Eğilmez Candangil, menopoz ve tedavi ile ilgili bilgiler verdi.
Menopoz adetlerin kesilmesi olarak adlandırılır. Ortalama menopoz yaşı Türkiye için tam olarak bilinmemektedir. Adetlerin ilk başlama yaşı ile menopoz yaşı arasında bir ilişki bulunmamaktadır. Yüksek yerlerde yaşayanlarda ve sigara içen kadınlarda menopoz daha erken yaşlarda başlamaktadır. Adet kanamalarının araları menopozdan 2 ile 8 yıl öncesinden uzamaya başlayabilir. Yani adetlerin seyrekleşmesi hemen menopoza girileceğinin bir göstergesi değildir.

Menopozda Görülen Belirtiler
Adet düzeninin bozulması: Menopoza yaklaşıldığında yumurtlama daha seyrek olmaya başlar. Bu nedenle adet kanamasının miktarı azalır ve gebe kalma olasılığı azalır. Ancak bazen adet kanamasının miktarında tam tersine bir artma görülebilir.
Vazomotor bozukluklar: Bunlar ateş basması, terleme, çarpıntı, yüzde ve boyunda kızarıklıklar gibi belirtileri içerir. Bu belirtiler hastaların % 50'sinde görülür, ancak daha sonra görülme oranı gittikçe azalır ve menopozdan 4 yıl sonra hastaların ancak % 20'sinde rastlanır.
Psikolojik bozukluklar: Menopoz döneminde sıkıntı, gerginlik ve depresyon gibi psikolojik bozukluklarda artma görülür. Menopozda östrojen eksikliğine bağlı olarak uyku kalitesi bozulur. Östrojen hormonu uyku kalitesini artırır, uykuya dalma süresini azaltır. Vajina ve idrar yollarının örten tabakalardaki incelmeye bağlı olarak cinsel ilişki sırasında ağrı, kaşıntı ve idrar yapmada zorluk gibi yakınmalar görülebilir. Ayrıca ciltte kollajen dokusunun azalmasına bağlı olarak incelme oluşur. Vajina ve idrar yollarındaki bu belirtiler östrojen tedavisine çok iyi yanıt verir ve tedavinin birinci ayında önemli oranda düzelme görülür. Ancak tam iyileşme 6 ile 12 ay sonra sağlanır.
Kemiklerde erime (Osteoporoz): Osteoporoz kemik dokusunun mikroskopik yapısındaki bozukluklar sonucunda kırıklara eğilimin artmasıyla karakterize bir durumdur. Vücutta kemik dokusu "kortikal kemik" ve "trabeküler kemik" olarak ikiye ayrılmaktadır.
Trabeküler kemik sırt ve bel kemiğini oluşturan dokudur. Kemik kaybı aslında 20 yaşından sonra başlamakla birlikte, menopoz dönemine kadar görülen kayıp önemsizdir. Menopozdan sonra trabeküler kemikte yılda yüzde 5 ve vücudun total kemik kitlesinde ise yılda yüzde 1-1.5 oranında bir kayıp görülür. Menopozdan 20 yıl sonra trabeküler kemik kitlesinde yüzde 50 ve kortikal kemiklerde yüzde 30 kayıp olur. Bunun sonucunda boyda kısalma ve kırıklara eğilimde artma görülür.
Kemik kaybının önlenmesinde yaşam şeklinin önemi vardır. Menopoz dönemindeki kadınlara günde 2-2.5 km. yürüyüş önerilmekte ve bunun tedavinin etkinliğini artırdığı düşünülmektedir. Ayrıca alkol ve sigara kullanımından kaçınılması gerekir. Özellikle sigara kullanımı kemik kaybını artırmaktadır.

Cinsellik: Menopozda vajinada kayganlığı sağlayan sıvıda bir azalma olur ve vajina dokusundaki incelmeye bağlı olarak esneklik azalır. Bunların sonucunda cinsel ilişki sırasında aşırı, kuruluk, vajinada daralma, yanma, tahriş ve ilişki sonrası damlama şeklinde kanama görülebilir. Ancak bu belirtiler hastanın cinsel aktivitesi ile de ilgilidir. Normal cinsel yaşamına devam eden hastalarda bu belirtiler daha az görülürken, ilişki sıklığı azalan hastalarda bu bozukluklarda daha hızlı bir ilerleme görülmektedir.


Tedavi: Menopozun tek bir "tedavi"si yoktur. Aslında yapılmaya çalışılan bu hormonal değişimin vücutta çeşitli sistemlerde yaptığı istenmeyen değişiklikleri önlemek ve hayat kalitesini yüksek tutmaktır.
Menopoz tedavisinin asıl ilacı östrojen olmakla beraber değişik nedenlere östrojen alamayanlarda sadece progesteron ya da kemik yoğunluğunu arttırmaya bir miktarda olsa faydası olan spreyler veya haplar kullanılabilir.Özellikle bütün menopozdaki kadınların kemik yoğunluğunu korumak için bol miktarda süt ve süt ürünleri tüketerek kalsiyum alımını arttırmaları ve düzenli olarak egzersiz yapmaları önerilmektedir.


Menopozda Beslenme
Özellikle menopoz döneminin sonundaki kişilerde sıkça görülen osteoropozu (kemik yapısının bozulması) hafif geçirmek için bu dönemde tüketilen besinlere ve fiziksel aktivitelere dikkat edilmesi gerekir.
Kemik yapısında bulunan bazı besin öğelerinin uzun vadede yetersiz alınmaları veya emilim bozuklukları sorunun besinsel kısmını oluşturuyor. Yüksek lifli diyetler, aşırı alkol, sigara ve kafein tüketimi, hatalı beslenme ve kalsiyum eksikliği osteoporoz için zemin oluşturuyor. Bu dönemde idrar yoluyla kalsiyum atılımı fazla olduğundan, diyet uygulanarak kalsiyum alınması gerekiyor.
Kalsiyum açısından en iyi kaynak peynir, yoğurt gibi süt ürünleri. Yeşil yapraklı sebzeler, kurubaklagiller, kurutulmuş meyveler, susam, fındık, pekmez de kalsiyum bakımından zengin besinler arasında yer alıyor.

Menopozla İlgili Yanlış Bilinenler
YANLIŞ: Östrojen tedavisi kalp hastalıklarına neden olur.
DOĞRU: Aksine kalp hastalıklarını ve kemik erimesini önler.

YANLIŞ: Östrojen tedavisi rahim kanserine neden olur.
DOĞRU: Tedaviye uygun dozda progesteron eklendiğinde rahim kanserinde bir artışa kesinlikle yol açmaz.

YANLIŞ: Menopoz döneminde cinsel hayat biter.
DOĞRU: Bu tamamen hastanın cinsel aktivitesiyle ilgilidir. Normal cinsel yaşamına devam eden hastalarda menopozu daha rahat geçirmektedirler


SİHİRLİ ANLAR

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
MAKARNADAN KORKMAYIN
1/11/2007 -Kategori: SAGLIK



Makarna un ve sudan oluşmuyor. Protein içeriği yüksek olan durum buğdayından elde ediliyor ve kan şekerini hızlı yükseltmiyor, tok tutuyor. B vitamini için de iyi bir kaynak


Sağlıklı beslenmeye dikkat ediyorsanız veya kilo vermeye çalışıyorsanız makarnadan korkmanıza gerek yok. Makarna un ve sudan oluşmuyor, protein içeriği yüksek olan durum buğdayından elde ediliyor ve kan şekerini hızlı yükseltmiyor, tok tutuyor ve B vitamini için iyi bir kaynak. Türkiye Makarna Sanayiciler Derneği'nin (TMSD) yaptığı bir araştırmaya göre, toplumun yüzde 93,6'sı makarnanın sadece un ve sudan yapıldığına inanıyor. Oysa makarna ''durum buğdayı''ndan elde edilir. Durum buğdayının protein içeriği yüksektir. Çok az uygulanan işlemden sonra durum buğdayı irmiğe dönüşür ve makarna da elde edilen bu irmikten yapılır.

Makarnanın haşlama suyu dökülmemeli. Makarnanın içerdiği vitaminler, ''suda çözünebilen vitaminler'' olduğu için haşlama suyunu dökmemelisiniz. Az suda suyunu çektirerek pişirmek, yapacağınız en doğru pişirme yöntemi olacaktır. Makarna haşlandıktan sonra suyunu döken kişilerin oranı ülkemiz için yaklaşık yüzde 73.8. Makarnanın haşlama suyunu dökmek yerine çorbalarınızda bu haşlama suyunu kullanmanız da hem besleyici, hem de lezzetli bir çorba içmenize yardımcı olacaktır. <******>

Makarna besin değeri yönünden önemlidir. Makarna tiamin, riboflavin, niasin, pridoksin, folik asit gibi vitaminlerle birlikte potasyum, magnezyum, çinko, bakır, selenyum gibi mineraller içerir.

Makarnada kaloriyi sosu belirler

500 gramlık bir paket makarna pişirildiğinde, süzüldükten sonra 1000 - 1250 gram ağırlığına ulaşır. Bu miktardaki makarna, 250 - 350 gram ağırlığında, dört porsiyon olarak servis edilebilir. Bir porsiyon makarna bir öğün için doyurucudur ve tok tutar. Kalorisi ise üzerine eklenen sostan etkilenir. Bir porsiyon sade makarna 450 kalori verir. Eğer sos ilave ederseniz kalori şöyle artar:

200 gram light yoğurt ile 96 kalori eklerseniz 546 kalori
2 dilim az yağlı peynir ile 96 kalori eklerseniz 546 kalori <******>
Sebzeler ile 80 kalori eklerseniz 530 kalori
Light ton balığı ile 120 kalori eklerseniz 570 kalori
Napoliten sos ile 173 kalori eklerseniz 623 kalori
Bolognez sos 223 kalori eklerseniz 673 kalori
Kremalı mantar sos ile 273 kalori eklerseniz 723 kalori almış olursunuz.

SİHİRLİ ANLAR
Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
İşte Yorgunluğun 7 Nedeni!
30/10/2007 -Kategori: SAGLIK


Bazı dönemler vardır ki, sabah uyandığımızda bile yorgunluk hissederiz. Vücudumuzun artık bitkin olduğu hissine kapılırız ve tüm bunlar ile beraber nedenini anlamakta güçlük çekeriz. Peki bu yorgunluğun nedeni ne? İşte uzmanlar tarafından yapılan bir araştırma sonucu belirlenen 7 neden...

Kansızlık
Adet dönemleriniz uzun sürüyorsa, miyomlarınız varsa ya da yakın zaman önce doğum yaptıysanız, bunlara bağlı kan kaybı nedeniyle kadınlarda yorgunluğun birinci nedeni olan anemi gelişmiş olabilir. Kanamalar sonucunda kanda oksijeni taşıyan alyuvarlardaki demirden zengin bir protein olan hemoglobin miktarı azalır. Dokular ve organlar yeterince oksijen almayınca bunun sonucu yorgunluktur. Kansızlığın diğer nedenleri iç kanama veya demir, folik asit ya da vitamin B12 eksikliği olabilir. Böbrek hastalığı gibi kronik hastalıklar da kansızlığa neden olabilir.

Hipotiroid
Genel olarak enerji düzeyiniz hep düşükse, kendinizi tükenmiş ve hattâ biraz depresyonda gibi hissediyorsanız bunların sebebi yavaş çalışan tiroid bezi olabilir. Tiroid bezi vücudun enerji metabolizmasını kontrol eder…

İdrar yolu enfeksiyonu
Kadınların çoğunda idrar yolu enfeksiyonu yanma veya sık idrara gitme ihtiyacı gibi belirtilerle birlikte ise de bazı hastalarda hiçbir belirti olmayabilir ya da belirtiler hafif olduğundan fark edilmeyebilir. Sürekli yorgunluk da bu gibi idrar yolu enfeksiyonlarının tek belirtisi olabilir

Fazla kafein alımı
Bir uyarıcı olan kafein, fazla miktarda alındığında yorgunluğa neden oluyor. Bu nedenle kafein alımının daha da artırılması sorunun kötüleşmesine sebep oluyor…

Besin intoleransı
Hafif bir besin intoleransı bile uykunuzun gelmesine yol açabilir. Tolere edemediğiniz yani yendiğinde size, sizin bu besine bağlamadığınız ve ondan olduğunu düşünmediğiniz rahatsızlıklar verebilen bazı besinler olabilir. Bu besinlerin farkında olmadan sürekli yenilmesi kendinizi, sürekli yorgun ve tükenmiş hissetmenize neden olabilir.

Uyku apnesi
Uyku apnesi, hastalığına yakalanmışsanız yani her gece birçok kez nefes almanız durmuşsa, gece kaç saat uyursanız uyuyun bütün gün yorgun olursunuz. Uyku apnesi konusunda uzmanlaşmış bir doktordan yardım almalısınız.

Kalp hastalığı
Evi temizlemek gibi sıradan işler sizi yoruyorsa, kalp hastalığına yakalanma ihtimaliniz olabilir. Basit hareketlerle gelen yorgunluk hissi sebepsiz yere ortaya çıktıysa, vakit geçirmeden bir kardiyoloji uzmanına başvurmalısınız.
Ancak, yorgunluğun hangi nedenden olduğunun ortaya konulması için bir hekime başvurulması gerekiyor.

SİHİRLİ ANLAR

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız

Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
YEŞİL ÇAY
26/10/2007 -Kategori: SAGLIK


Günlük hayatımızın vazgeçilmezi çay ile ilgili bilmediğiniz her şey: Hangi tür çayı tercih etmeliyiz? Ne kadar kaynatmalıyız? Ne kadar içmeliyiz?...

Türk halkının geleneksel içeceklerinden biri olan çay kahvaltı sofralarımızın, sohbetlerin, iş toplantılarının bile vazgeçilmezleri arasındadır. Kendine özgü aromasıyla zevkli içimi dışında tartışmalı sağlık yönleriyle de sık sık gündeme gelen çay konusunda, "Siyahını mı, yeşilini mi, yoksa karışık bitkilerden oluşanlarını mı içsek daha iyi?" sorusu sık sık yöneltilmektedir.

"Kafein içeriğiyle tüketilmemesi gerekir" şeklinde yansıtılabildiği gibi içeriğindeki bitkisel kimyasallarla sağlığa katkı sağlayabileceği de konuşulmaktadır. Siyah ve yeşil çay içeriğindeki flavonoidlerle vücudu hasara uğratabilecek bazı ajanlara karşı koruyucu olabilir. Çaya yararlı özelliklerini veren flavonoidler çayın cinsine, üretim şekline, demleme süresine göre değişebilir.

Çay ne kadar uzun demlenirse o kadar yüksek flavonoid içerir, yine yeşil çayın siyah çaydan daha fazla flavonoid içerdiği bilinmektedir.

Ne kadar tüketmeli?

Öte yandan günde 6 fincandan fazla çay tüketmek de sağlık açısından zararlı olabilir. Buna göre özellikle siyah çay içenler dikkatli olmalıdırlar, çünkü siyah çayda yeşil ve beyaz çaydan daha fazla kafein bulunmaktadır.

Birbirinden farklı sağlık faydaları ile bilinen yeşil çay vücudun enfeksiyonlarla mücadelesinde önemlidir. Siyah ve yeşil çayda kimyasal yapıları farklılık göstermekle birlikte önemli miktarda flavonoid bulunmaktadır. Günlük 4-6 fincan yeşil çay tüketimi mide, kolon, meme, sindirim sistemi kanseri riskinde azalma sağlamaktadır. Özetle yeşil çay içenlerde geniş spektrumlu pek çok hastalığa karşı koruyuculuk geliştiği gözlenmiştir.

Kanser ve enfeksiyon

Yeşil çayda bulunan flavonoidler emilerek kan dolaşımına geçerler ve çeşitli dokulara ulaşarak içerisindeki bu flavonoidlerin özellikleri sayesinde dokuya özel etki gösterirler.

Kanserin her aşamasında etki gösteren yeşil çay, kanser hücrelerinin ölümünü sağlar. Vücudun kanser tedavisi için kullanılan kemoterapi ilaçlarına cevabını artırırlar. Kandaki antioksidanları artırarak bağışıklık sistemini güçlendirir.

Bu nedenle beslenmemizde bol miktarda sebze, meyve tüketmeli, siyah ve yeşil çay tüketimimizi de artırmaya gayret etmeliyiz.

Faydaları

Tohoku Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü tarafından yapılan çalışmada 11 yıl süreyle 40.530 yetişkin izlenmiş, günde 1 bardak yeşil çay içenlerle 5 bardak yeşil çay içenler karşılaştırılmış. Buna göre:

Ölüm riskini kadınlarda yüzde 23, erkeklerde yüzde 12;
Kalp hastalıklarından ölüm riskini kadınlarda yüzde 31, erkeklerde yüzde 22; felçten ölüm riskini kadınlarda yüzde 62, erkeklerde 42 azaltmış.

Yeşil çayın LDL kolesterol, trigliseridler, fibrinojen ve kan yağlarının oksitlenmesine neden olan partikülleri azaltıcı, LDL/HDL oranlarını iyileştirme özelliği ile aterosklerozu önleyebildiği de yapılan çalışmalarda gözlenmektedir.

Ocak 2005 American Journal of Clinical Nutrition dergisinde yeşil çayın vücuttaki yağ kaybını aynı zamanda LDL kolesterolü azalttığı bir çalışma yayımlanmıştır.

Fareler üzerinde yapılan çalışmalarda yeşil çayın kas üzerinde yağ yakımını artırıcı etkisiyle kilo kaybına yardımcı olduğu saptanmıştır.

Haftanın bilgisi

Yeşil çay, siyah çaydan farklı bir bitki değildir. Aynı yaprakların farklı işlemlerden geçmesiyle antioksidan içerik, lezzet ve koku olarak farklılaşmasıdır. Siyah çay üretim aşamasında oksitlenmeye maruz kalırken, yeşil çay hafifçe buharda işlem gördüğü için çok fazla oksitlenmez. İyi bir yeşil çayı tam verimle randıman almak için 75-85 derecelerde sıcak suyla 3 dakika kadar demlemelisiniz

TAYLAN KÜMELİ / bir kibrit kutusu lezzet
SİHİRLİ ANLAR

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
Mevsimsel depresyonu olanlar önlem almalı
24/10/2007 -Kategori: SAGLIK

Çağımızın hastalığı depresyon özellikle sonbahar mevsimi ile ilişkilendirilir. Medical Park Bahçelievler Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Hüsnü Erkmen, "Bahar depresyonu özel bir depresyon tipi değildir. Yapılan çalışmalarda depresyonun mevsimsel olduğu ortaya konmuştur" dedi.
10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü kapsamında, tüm dünyada yapılan çeşitli etkinliklerle psikolojik sorunlara dikkat çekiliyor... Çağımızın hastalığı depresyon özellikle sonbahar mevsimi ile ilişkilendirilir. Sonbahar depresyonu var mı? Sonbaharı bahane mi ediyoruz? Hangi belirtiler depresyon habercisi?... Medical Park Bahçelievler Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Hüsnü Erkmen, mevsimsel depresyon ile ilgili sıkça gündeme gelen konulara açıklık getirdi.
Doç. Dr. Hüsnü Erkmen, toplumda sıkça dile getirilen bahar depresyonunun özel bir depresyon tipi olmadığına dikkat çekti: "Bahar depresyonu özel bir depresyon tipi değildir. Ancak bahar aylarında gelen depresyon tipine eskiden bu isim verilmiştir. Daha sonra yapılan çalışmalarda bu durumun sadece bahar mevsimine özel olmadığı bazı insanlarda depresyonun mevsimsel olduğu anlaşılmıştır. Bugün daha ziyade mevsimsel depresyondan bahsedilmektedir. Sadece bahar aylarında değil her mevsim ortaya çıkabilen depresyonlar vardır. "
Erkmen, mevsimin değişmesiyle birlikte ortaya çıkan duygusal değişiklikler hakkında bilgi verdi: "Mevsim değişiklikleri ile sadece hastalarda değil hemen herkeste duygusal değişiklikler oluşur. Çoğu insan ilkbaharda kendini coşkulu, sonbaharda hüzünlü hisseder. Depresyon gibi bir duygulanım hastalığı olanlarda bu çok daha belirgindir. Genellikle ilkbahar ve yaz aylarında daha iyi hissetmek, sonbahar ve kış aylarında ise daha kötü hissetmek şeklinde görülür. Ancak bunun tam tersi olan hastalar da vardır."
Doç. Dr. Hüsnü Erkmen, mevsim değişikliği ile birlikte ortaya çıkan depresyona karşı önlem alınabileceğini belirtti: "Bazı mevsimlerde kişinin performansı belirgin olarak düşüyor ve depresyon belirtileri ortaya çıkıyorsa mutlaka bir psikiyatri uzmanına başvurmalı. Mevsimsel depresyonu zaten bilinen kişiler ise psikiyatristleri ile çok iyi bir işbirliği yaparak mevsim başlamadan önce tedavilerini düzenlettirmeli, depresyon önleyici tedavi gerekiyorsa bunları uygulamalı, aktivitelerini ve normal yaşamlarını düzenli tutmaya çalışmalıdırlar."
Doç. Dr. Hüsnü Erkmen, depresyon belirtilerini sıraladı: "Hastalık başladığı zaman kişide enerji ve ilgi azalır veya kaybolur, suçluluk duyguları, konsantrasyon güçlüğü, iştah kaybı, yaşamak istememe, ölüm ve intihar fikirleri ortaya çıkar. Duygusal olarak çökkündürler her şeye üzülürler. Ağlama sıklaşır ve kendisini ilgilendirmeyen şeyler için de ağlamalar başlar. Sıkıntı ve huzursuzluk vardır, hiç bir şeyden zevk alamaz olurlar, aktiviteleri azalır, işleri aksar, uyku bozulur, cinsel istek azalır, kendilerini yorgun hissederler, vücudun değişik yerlerinde ağrılar oluşur, ilişkileri aksar, toplumsal görevler ve mesleki işlevlerini gerçekleştiremezler."

DEPRESYON TESTİ
En az iki hafta boyunca aşağıdaki yakınmalardan beşinin görülmesi depresyonu işaret ediyor.
1- Üzgün ve boş hissetme
2- Günün büyük bölümünde ilgi azalması ve zevk alma azalması
3- Nedensiz kilo alma veya kaybetme
4- Uykusuzluk veya aşırı uyuma
5- Yersiz aşırı hareketlilik veya uyuşukluk
6- Sürekli ve nedensiz yorgunluk, bitkinlik ve enerji kaybı
7- Değersizlik ve suçluluk duyguları
8- Düşünme konsantre olma yetisinin azalması, kararsızlık
9- Ölüm ve intihar düşünceleri, intihar planları yapmak.

SİHİRLİ ANLAR


Sonbahar Hastalıklarına Dikkat!
23/10/2007 -Kategori: SAGLIK
Sonbahar Hastalıklarına Dikkat!

Sonbahar mevsimiyle beraber hava sıcaklığında oluşan ani değişimler vücut direncini kırıyor. Mevsimsel virüslerde işe katılınca grip, soğuk algılığı gibi hastalıklar sık oranda görülüyor. Havanın soğuması, daha çok kapalı mekanlarda vakit geçirme de bu virütik hastalıkların öksürük, hapşırık, elle temas gibi yollarla yayılmasını kolaylaştırıyor.
İstanbul Özel Hizmet Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü'nden Uzm. Dr. Güldehen Akbaş sonbaharda sık rastlanan hastalıklar ve bu hastalıklardan korunmanın doğal yolları hakkında bilgi verdi.
Sonbaharda Sık Rastlanan Hastalıklar
1- Nezle
Çok çeşitli virüslerle oluşan bir üst solunum yolu enfeksiyonudur. Hapşırık, burun akıntısı, burun tıkanıklığı ile başlar. Halsizlik ve iştahsızlık görülebilir. Ateş her zaman olmayabilir.
2- Grip
Grip genelde nezle işle karıştırılır. İnfluenza virüsü ile oluşan yüksek ateş, kas ve eklem ağrıları ile seyreden bu hastalık dikkat edilmezse önemli komplikasyonları olabilen bir virütik enfeksiyondur.
3- Sinüzit
Burun etrafındaki boşlukların iltihaplanmasıdır. Geniz akıntısı, burun tıkanıklığı, ağız kokusu vardır, ateş olabilir.
4- Faranjit
Yutak iltihabıdır. Boğazda yanma, ağrılı yutkunma, ateş, boyun lenf bezlerinde şişme görülebilir.
5- Bronşit
Bronşların iltihaplanmasıdır. Soğuk algınlığını takiben kuru olan öksürük yerini balgamlı öksürüğe bırakır. Bazı hastalarda hırıltılı solunum, nefes darlığı ve sırt ağrılarıda görülebilir.
6- Astım
Her yaşta görülebilir. Çocuklarda daha sık görülür. Nöbetler halinde gelen öksürük, hırıltı ve nefes darlığı ile kendini gösterir. Astım nöbetlerinin en önemli nedeni allerjenler ve nezle grip gibi virütik infeksiyonlardır.
7- Zatürre
Akciğer dokusunun iltihabıdır. Üşüme, titreme, yüksek ateş ve öksürükle başlar sonrasında koyu balgam, nefes darlığı, göğüs ağrısı eklenir. Mutlaka tedavi ve takip gerektirir.
Sonbahar Hastalıklarından Korunma Yöntemleri
Öncelikle günlük hayatımızda alacağımız birkaç önlemle bu hastalıkların çevremizden bulaşmasını önleyebiliriz.
• Hasta kişilerle yakın temastan (tokalaşmak, öpüşmek) kaçınılmalı,
• İnsanların toplu olarak bulundukları kalabalık ortamlara girilmemeli,
• Eller bol su ile sıkça yıkanmalı,
• Ellerin göz ve burun ile teması önlenmeli,
• Hasta kişilerin eşyaları (kalem, kitap, bardak...) kullanılmamalıdır.
Ayrıca hastalıklardan korunmak için doğal korunma yöntemlerini de göz ardı etmemek gerekir. Öyle ki doğal besinler ile hastalıklara karşı bağışıklık sistemimizi güçlendirebilir, virüslere karşı kalkan oluşturabiliriz. Bu nedenle sonbahar ve kış aylarında doğal besinlerin tüketimini arttırmalıyız.
Doğal Besinler Hastalıklara Karşı Kalkan Görevi Görüyor
Domates ve kayısı gripten korur: Domates içerdiği C, E vitaminleri ve potasyumla beraber bir antidoksidan olan likopen sayesinde vücudu grip ve nezleden korur. Grip ve soğuk algınlığına karşı bir diğer silah olan kayısı, içerdiği A ve B3 (niasin) vitamini, kalsiyum, magnezyum, potasyum ve fosfor sayesinde grip ve nezleye karşı bünyemizi korur.
Elma, şeftali, üzüm, portakal ve nar bağışıklık sistemini güçlendirir: Bağışıklık sistemini güçlendirici özelliği olan elma B3 ve E vitamini, potasyum ile bol miktarda pektin içerir. Şeftali de içerdiği A, B3, C vitaminleri ile folik asit, beta karoten ve potasyum sayesinde gribe karşı savunma mekanizmasını güçlendirir. Üzüm bol miktarda A ve C vitaminleri, mineraller en çokta demir ve potasyum içerir. Bu sayede vücudun daha dirençli olmasını sağlar. Nar bir C vitamini deposudur. Ayrıca demir ve potasyum yönünden de zengindir. Narın yararlarıyla ilgili pek çok bilimsel çalışma vardır özellikle de bağışıklık sistemini güçlendirdiğinden virüslerle karşı karşıya olduğumuz sonbahar ve kış mevsiminde bolca tüketilmelidir.
Portakal öksürüğü azaltır: Bağışıklık sistemini güçlendiren, grip ve soğuk algınlığından koruyan meyvelerin başında gelen portakal içerdiği C vitamini ve folik asit sayesinde öksürüğü azaltır.
Vişne suyu ateş düşürür: Ateşli hastalıklara karşı güçlü bir silah olan vişnede A vitamini ve potasyum bulunur. Vişne suyu ateşi düşürüp susuzluğu giderir.

SİHİRLİ ANLAR
Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
Aklınızı Güçlendirmek İçin 11 Öneri!
22/10/2007 -Kategori: SAGLIK
Aklınızı Güçlendirmek İçin 11 Öneri!

Unutkanlık herkesin en büyük düşmanlarından biri. Aklımızı daha iyi kullanmak ve unutkanlığı azaltmak elimizde. Nasıl mı? Harvard Tıp Okulu öğretim üyesi Dr. Aoron P. Nelson zinde bir beyne sahip olmanın temel kurallarını sıraladı. İşte aklınızı güçlendirmek için 11 öneri...
Unutkanlık sorunu, yaşlanan insanın en önemli korkularındandır. Özellikle 50'li yaşlar sonrasında ufak tefek unutkanlıklar ile ciddi bellek sorunları birbirine karıştırılır.Orta yaşlıların nerdeyse yarısı kendilerinde bir bellek kaybı sorununun başladığını zanneder. Hemen belirtelim! Bunların çoğu küçük ve hoş unutkanlıklardır. Hayatı tatlandıran ve keyif katanlar biraz da bu nükteli olaylardır!Belleği güçlü tutmanın pek çok püf noktası, uyulması gereken çok sayıda kuralı var. Harvard Tıp Okulu öğretim üyesi Dr. Aoron P. Nelson zinde bir beyne sahip olmanın temel kurallarını şöyle sıralıyor:

- Hipertansiyonu ve kolesterol yüksekliği sorununu önleyin ya da kontrol altına alın. Kalbiniz için kötü olanın beyniniz için de kötü olduğunu unutmayın.

- Alkolü azaltın. Erkeklerin iki, kadınların bir ölçüden (bir ölçü içkiyi 'bir bardak şarap' olarak kabul edebilirsiniz) daha fazla alkol kullanması beyin hücrelerini tahrip etmektedir.

- İyi ve kaliteli uyku uyuyun. İyi bir uyku için ortalama 8 saat gerekir. Kaliteli uyku beynin yeni öğrenilenleri pekiştirmesini sağlar. Öğrenilmiş bilgilerin pekiştirilmesinin uzun süreli belleğin en önemli desteği olduğu biliniyor.

- Stresinizi iyi yönetin. Ölçülü ve kontrollü stres dikkati yoğunlaştırmakta, odaklanmayı arttırmaktadır. Kontrolsüz, uzun süreli ve aşırı stres ise dikkati sürdürme kapasitesini yok etmekte, unutkanlığı tetiklemekte, kortizol hormonunu yükselterek beynin bellek için önemli bölümlerinde hasar geliştirmektedir.

- Yeni şeyler öğrenmeye devam edin. Her yeni bilgi ve beceri birer bellek egzersizidir. Yeni sporlar, hobiler, araştırma alanları, heyecanlı ve zevkli problemler, ezberlenen yeni şiirler ve yeni diller beyniniz için en güçlü vitaminlerdir.

- Tembelliği bırakın. Zihinsel faaliyetlerinizi sınırlamayın. Özellikle televizyon seyretmek gibi pasif faaliyetleri azaltın. Televizyon karşısında geçirdiğiniz saatler sadece bedensel değil, ruhsal sağlığınızı da kötü yönde etkiler.


- Her gün egzersiz yapın. Günde 30-45 dakika, haftada en az 4 gün yürümeye, iş saatlerinde daha çok aktif olmaya, kısa mesafelerde taşıt kullanmamaya çalışın. Özellikle yürümenin beyin sağlığı ve yeniden yapılanma sürecini olumlu yönde etkilediğini gösteren çok sayıda kanıt var. Beynin yeni yetenekler kazanabilmesi beyin hücreleri arasında güçlü ve yoğun yeni bağlantılar oluşturabilmesinin başlıca desteklerinden biri de düzenli ve ılımlı egzersizlerdir. Bizim önerimiz fırsat buldukça yürümenizdir.

- Kullandığınız ilaçları yeniden gözden geçirin. Özellikle beyni etkileyen ilaçları doktor önerisi olmadan kullanmayın. Depresyon giderici, uyku verici, ruhsal gevşetici ilaçlara komşu, eş dost tavsiyeleri ile başlamayın.

- Reçetesiz satılan ilaçları rastgele yutmayın. Doğal ya da zararsız diye kullanabileceğiniz bitkisel ürünlerin (valerianlar), besin desteklerinin (melatonin) ve diğerlerinin (hüperzin, Sam'e) beyin hücrelerinizi üzebileceğini, zihinsel fonksiyonları bozabileceğini unutmayın. Antihistamik- antialerjik ilaçları özellikle alüminyum içeren antiasitleri ve uyku kolaylaştırıcıları doktorunuzla konuşmadan uzun süre kullanmayın.

- Vitaminlerden yararlanın. E ve C vitamini gibi antioksidan vitaminlerin, selenyum gibi serbest radikal avcısı minerallerin hücreleri oksitlenmekten koruyan güçlerinden faydalanabilirsiniz. Yeteri kadar B vitamini, özellikle B12 vitamini aldığınızdan emin olun. Dengeli bir beslenmenin de yaşlılıkta vitamin eksikliğine yol açabileceğini hatırlayın.

- Hayata bağlı kalın. Hayatınıza önem katan bağları iyice sıkılaştırın. Huzurunuzu koruma ve güçlendirmeye bakın. Aileniz, dostlarınız, işiniz, hemşerilik ve vatandaşlık bağlarınıza, inançlarınıza daha sıkı sarılın. İnsanlarla daha sık birlikte olmaya, aileniz ve arkadaşlarınızla olumlu ilişkiler kurmaya ve sosyal aktivitenizi çoğaltmaya çalışın. İyi sosyal ilişkileri olan yaşlılarda bellek fonksiyonları bozulmuyor. Sosyal ilişkiler bir taraftan zihinsel egzersizleri yoğunlaştırıyor, diğer taraftan çeşitli olayların ruhsal travmalarını hafifletmeye yardımcı oluyor.

SİHİRLİ ANLAR
Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
Kulaklarınız mı Çınlıyor?...
19/10/2007 -Kategori: SAGLIK
Kulaklarınız mı Çınlıyor?...

Dışarıdan herhangi bir ses gelmediği halde kulağınızda ses duyuyorsanız bu normal bir durum değildir. Kafa içerisindeki bu seslere tinnitus adı verilir. Her beş yetişkinden birinin kısa süreli de olsa bu problemi yaşadığı biliniyor. Yapılan çalışmalar, yetişkinlerin yüzde 1.2'sinde çınlama/uğultunun yaşam kalitesini ileri derecede bozduğu gösteriyor.İstanbul Özel Hizmet Hastanesi Kulak Burun Boğaz Bölümü'nden Op. Dr. Sevilay Sönmez kulak çınlaması ve nedenlerini anlattı.

Kulak Çınlamasında Kişi Nasıl Sesler Duyar?
Bu sesler değişik ses ve tonlarda olabilir. Hastalar kimi zaman uğultu, rüzgar sesi veya bir makinenin çalışma sesi gibi tarif edebilirler. Sürekli olduğunda bu kişiyi rahatsız edebilir. Hatta bu rahatsızlık kişilerin normal hayatlarını etkileyecek boyuta çıkabilir.

Kulak Çınlamasının Nedenleri Nelerdir?
En sık görülen sebepler;
- İç kulağın yaşlanması,
- Kulağa giden damarlarda daralma,
- Yüksek ve düşük tansiyon,
- Şeker hastalığı
- Gürültülü ortamlarda bulunma,
- Orta kulak iltihapları,
- Orta kulakta sıvı birikmesi,
- Dış kulak rahatsızlıkları,
- Kolesterol ve diğer yağların yüksek oluşu
- Psikolojik faktörler (depresyon , gerginlik)
- Kullanılan ilaçlar (aspirin,bazı antibiyotikler..)
- Allerji
Ne yazık ki birçok insan endüstriyel gürültünün, yangın alarmlarının, yüksek sesle müzik dinlemenin ve diğer gürültülerin ne kadar zararlı olduğundan ya habersiz ya da bunu umursamamaktadır.

Kulak Çınlamasının Tedavisi Var mı?
Yapılan tetkikler sonucunda eğer kulak çınlamasına neden olabilecek bir hastalık bulunursa, o hastalığın tedavisine başlanır. Ancak mevcut hastalığın tedavisi bile kulak çınlamasını ortadan kaldırmayabilir.
Sebebi belli olsun olmasın kulak çınlamasını azaltmak için en sık başvurulan yöntem ilaç tedavisidir. Bu amaçla, iç kulağa giden kan akımını arttırıcı ilaçlar kullanılır. Kulak çınlaması kişinin günlük yaşamını etkileyecek kadar şiddetliyse "tinnitus masker" denilen ve işitme cihazına benzer cihazlar faydalı olabilmektedir. Bu cihaz sürekli ama rahatsız etmeyecek bir ses üreterek kişinin kulak çınlamasını unutmasını sağlar.
Kulak Çınlamasını Önlemek İçin...
1- Yüksek sesle müzik dinlememek,
2- Tuz alımını azaltmak (fazla tuz dolaşım sistemini bozar),
3- Sinir sistemine uyarıcı etkisi olan kahve, kola ve sigaradan uzak durmak,
4- Kendimizi fazla yormamak,
5- Egzersiz yapmak (kan akımını düzenler) kulak çınlamasını önleyici faktörler olarak sıralanabilir.

SİHİRLİ ANLAR

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız


Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
Kemikleri korumak için günde 2 bardak süt için
18/10/2007 -Kategori: SAGLIK


Kemikleri korumak için günde 2 bardak süt için
Başlayan ağrılar, değişen vücut biçimi ve yaşanan kırıklar nedeniyle kişiyi bağımlı ve yalnız yaşayamaz hale getirebilen osteoporozdan korunabilmek için günde 2 bardak süt içilmesi önerildi.Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Tanju Besler, osteoporozun en önemli nedeninin kemiklerin yoğunluğu ve gücünü yitirmesi olduğunu belirterek, "Ortalama her 3 kadından birinde ve her 5 erkekten birinde bu hastalık görülebiliyor. Türkiye genelinde 8 ile 10 milyon arasında osteoporoz hastası olduğu biliniyor" dedi. Osteoporozun önlenebilen bir hastalık olduğuna işaret eden Prof. Dr. Besler, kemiklerin güçlü olmasında küçük yaşlardan itibaren besinlerle alınan kalsiyumun büyük rolü bulunduğunu, sütün de kemik sağlığı için gerekli olan kalsiyumun kaynağını oluşturduğunu söyledi.

Prof. Dr. Besler, "Vücuttaki kalsiyumun yüzde 99'unu bulunduran kemik yapısını güçlü tutabilmek ve osteoporoz riskini azaltabilmek için her gün düzenli olarak kalsiyum içeren besinler, özellikle de sağlıklı süt tüketmek gerekmektedir. Eğer çocukluk döneminden itibaren süt içmeyi alışkanlık haline getirdiyseniz ve günde 2 bardak süt içtiyseniz bu hastalığa yakalanma olasılığınız azalıyor. Yetişkin bireylerin her gün 2 su bardağı, çocuk, ergen dönemi gençler, gebe, emzikli ve menopoz sonrası kadınların ise 2-4 su bardağı süt içmeleri gerekiyor" diye konuştu.

Öncelikle yaşam kalitesini etkileyen osteoporozun başlayan ağrılar, değişen vücut biçimi ve yaşanan kırıklar dolasıyla kişiyi bağımlı ve yalnız yaşayamaz hale getirebildiğine dikkati çeken Prof. Dr. Besler, "Yapılan bir modelleme çalışması, 50 yaşında bir kadının hayat boyu kalçasını kırma riskinin yüzde 17 olduğunu gösteriyor. Kalçasını kıran kadınların 4'de biri bir daha hiç ayağa kalkamıyor" dedi.

TÜRKİYE'DEKİ SÜT TÜKETİMİ
Osteoporoza karşı koruyan süt ve süt ürünlerinin temel besin grupları arasında yer aldığını, organizmanın büyümesi ve gelişimi için gerekli olan besin ögelerinin tamamına yakınını az ya da çok oranlarda içerdiğini vurgulayan Prof. Dr. Besler, şunları söyledi:
"Bebeklerin doğduktan sonra 6 ay süresince anne sütünden başka hiçbir besin grubuna ihtiyaç duymaması bunun en temel göstergesidir. Günde bir bardak süt içen 6 yaşında bir çocuk protein ihtiyacının yüzde 35'ini, kalsiyum ihtiyacının yüzde 52'sini, B12 vitamini ihtiyacının da yüzde 98'ini karşılayabilmektedir. Ancak Türkiye'de ne yazık ki süt içme alışkanlığı yaygın değil. Türkiye'de kişi başına düşen süt tüketimi yaklaşık olarak 24 litre civarında. Dünya geneline baktığınızda ise bu rakamların 200 litreye ulaştığı ülkeler var. Örneğin İngiltere'de 100, Finlandiya'da ise 139 litre."

Tüketilen süt miktarı kadar sağlıklı olmasının da önemine işaret eden Prof. Dr. Besler, Türkiye'de tüketilen süt miktarının sadece 10-15 litresinin işlenmiş ve paketlenmiş halde bulunduğunu, geri kalanının ise sokakta satılan açık süt olduğunu söyledi.

Açıkta bırakılma ya da havayla temas sonucu sütün zararlı mikroorganizmalar üretmesinin de hızlandığını ve bu zararlı bakterilerin besin zehirlenmesi, dizanteri, tifo ve brusella gibi hastalıklara neden olabildiğine dikkati çeken Prof. Dr. Besler, "Çiğ sütlerden kolaylıkla insana geçebilen ve gelişmiş ülkelerde çok az görülen bu hastalıklar bizim gibi sokak sütünün fazla tüketildiği ülkelerde daha sık görülüyor. 2005 yılında ülkemizde görülen brusella vakalarının 14 bin 639 olduğu rapor edilmiştir. Bu nedenle de açıkta satılan sütlerin yarardan çok zararı var diyebiliriz" dedi.

OSTEOPOROZA KARŞI BİLİNÇLENDİRME KAMPANYASI
Halkı osteoporoza karşı bilinçlendirmek için Tetra Pak A.Ş. desteğiyle Sağlık Bakanlığı, Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Derneği, Osteoporozdan Korunma ve Osteoporozlular Dayanışma Derneği ve Hacettepe Üniversitesi tarafından "Osteoporozdan korunmak için, sağlık için, sağlıklı süt için" kampanyası yürütüldüğünü hatırlatan Prof. Dr. Besler, bu kapsamdaki eğitimlerin bu yıl Ankara, Kütahya, Hatay, Nevşehir, Çankırı, Afyonkarahisar, Isparta, Mersin, Şanlıurfa, Kayseri ve Tokat'ta sağlık ocaklarında başladığını söyledi.

Prof. Dr. Tanju Besler, yıl sonuna kadar devam edecek eğitimlerin hedefinin 2,5 milyon kişiyi uzmanlar aracılığı ile osteoporoza karşı bilinçlendirerek, daha sağlıklı nesiller yetiştirebilmek olduğunu sözlerine ekledi

SİHİRLİ ANLAR

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayını__._,_.___
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
BAYRAMDA BESLENMENİZE DİKKAT EDİN
10/10/2007 -Kategori: SAGLIK

Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, bayramı hastanede geçirmemek için normal beslenme düzenine geçildiğinde öğün sayısını altıya çıkarmak ve her öğünde mideyi çok fazla doldurmamak gerektiğini bildirdi.

Yorulmaz, özellikle ramazanın hemen peşinden gelen bayram günlerinin beslenme rejiminin değişmesinden kaynaklanan sağlık sorunlarının yaşandığı dönemler olduğunu ifade etti. Yorulmaz, "Ramazanda beslenme süresinin zorunlu olarak sınırlandırıldığı dönemden, istendiği zaman yemek yenilebilecek özgürlük dönemine geçildiğinde bazen aşırı beslenme, dost akraba ziyaretleri sırasında çoğu zaman normal zamanlarda olduğundan çok daha fazla tatlı, gazlı içecek ya da çay, kahve, kuruyemiş hatta yemek yenilmesi bu sorunların bayram günlerinde daha fazla yaşanmasına neden olabilmektedir" dedi.

Kimi kişilerin ramazan ayında geçici olarak bıraktıkları sigara ve alkol gibi kötü alışkanlıklarına bayramda yeniden başladığını ve bu durumun ortaya çıkabilecek sağlık sorunlarını artırabildiğini belirten Yorulmaz, şunları kaydetti:

"Ramazanda oruç tutmayanların da bayramda normal beslenmelerini ziyaretler nedeniyle sürdüremedikleri, aşırı ve dengesiz beslendikleri bir gerçektir. Daha da önemlisi kalp damar hastalıkları, kolesterol yüksekliği, tansiyon yüksekliği, şeker hastalığı, alerji, böbrek hastalığı, mide bağırsak hastalıkları olanlar bu fazla ve dengesiz beslenmeden çok daha fazla etkilenmekte, bazen bayramı hastanede, acil serviste geçirmek zorunda kalabilmektedir.

Toplum olarak kötü alışkanlıklarımızın biri de misafirlerimize ikram ettiğimiz yiyecekleri yemediklerinde ya da bitirmediklerinde ısrar etmektir. Hatta sağlık sorunu olanlara bile, ikram ettiğimiz gıdalardan bir parça yemelerinin zarar vermeyeceği gibi anlamsız ısrarlara sık rastlanmaktadır. Dostlarımızın sağlık sorunu yaşamasını istemeyeceğimize göre, böyle bir durumda ısrar etmenin dostumuza yaptığımız en büyük kötülük olduğunu bilmeliyiz."

İkram edilen tatlıların çoğunlukla hamur tatlıları olduğunu, bu tür tatlıların besleyici değerleri çok yüksek olmayan ancak kaloriden zengin besinler olduğunu anlatan Yorulmaz, bu nedenle bayramda çok fazla tatlı tüketmenin hem mideye yük, hem de çok fazla kalori alarak şişmanlamaya zemin hazırlayabildiğini, bu nedenle hamur tatlılar yerine sütlü tatlılar ve meyve ikram etmeyi alışkanlık haline getirmek gerektiğini ifade etti.

DOĞRU BESLENME

Özellikle tansiyon yüksekliği olan hastalar, şeker hastaları ve kalp damar hastalıkları olanlar için tüketilen tatlılar ile çay, kahve ve kolalı içeceklerin daha da önem kazandığını bildiren Yorulmaz, bayramda sağlık sorunları yaşamamak için yapılması gerekenleri şöyle anlattı:
"Bayramı hastanede geçirmemek için normal beslenme düzenine geçildiğinde öğün sayısını altıya çıkarmak ve her öğünde mideyi çok fazla doldurulmamak gerekir.

Mutlaka sabah kahvaltısı yapılmalı ve kahvaltıda salam, sosis, sucuk gibi besinler yerine daha sağlıklı olan peynir, zeytin, bal, yumurta, tereyağı, kepekli ekmek, süt, çay gibi besinler tercih edilmelidir. Saat 10.00 gibi de kuşlukta meyvelerden oluşan ara öğün yenmelidir.
Çok ağır olmayan bir öğle yemeği, ikindi vakti hafif bir kahvaltı, ağır olmayan bir akşam yemeği ve gece saat 21.00 gibi yine meyveden oluşan bir öğün bayramda da sağlıklı bir beslenme biçimi olacaktır.

Öğünlerde ağır, yağlı ve tuzlu yemekler ile kızartmalardan kaçınılmalıdır. Bunların yerine sebze yemekleri, haşlama gibi daha sağlıklı besinler tüketilmelidir. Her gün mutlaka 1,5-2 litre sıvı almaya özen gösterilmelidir. Yoğurt, sebze yemekleri ve meyve yemek bağırsakların daha düzenli çalışmasını sağlayacaktır. Öğünlerde meyve ve yoğurt gibi besinler sağlığımıza en uygun besinlerdir. Kabızlığa karşı lifli besinleri tüketmek gerekmektedir.

Ramazan ayı boyunca bırakılmış olan kötü alışkanlıklardan tamamen kurtulmak için bu fırsat iyi değerlendirilmeli ve tekrar başlanmamalıdır. Ramazandan çıkan vücudun çok yemekle tembelleşmesine izin vermemek için hiç olmazsa yürüyüşler yapmak çok yerinde bir davranış olacaktır

SİHİRLİ ANLAR

Süper Kadın Olma Hastalığı!
9/10/2007 -Kategori: SAGLIK
Süper Kadın Olma Hastalığı!
Süper kadınların hastalığı olarak adlandırılan 'fibromiyalji'de hastalar, yaygın kas ağrıları, çarpıntı, migren, ellerde uyuşma, barsak spazmları, gaz şikayetlerinden yakınıyor. Hastalar doktora 'Her yerim ağrıyor, dayak yemiş gibiyim, sabah bitkin kalkıyorum' diyerek geliyor...
International Hospital İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayda Uluhan, "Bu hastalık daha çok süper kadınların hastalığı. Kesin bir tedavisi yok, hastaya hayata bakışını değiştirmesi, aşırı stresten uzak durmasını öneriyoruz" dedi.
Fibromiyaljiye kas romatizması denilse de, ne iltihaplı bir hastalık, ne de romatizmal bir rahatsızlık. Birçok belirtisi var. Hastalığın tam olarak neden olduğu bilinmemekle birlikte, uyku bozukluğu olan kişilerde daha çok görülüyor.
Normalde uykunun dört evresi var. Uykunun dördüncü evresine geçemeyen kişilerde vücut gerginliğinin ertesi güne sarkması nedeniyle bu hastalığın oluşabildiğini belirten Dr. Uluhan, şöyle konuştu: "Vücudun sırt, göğüs, kol içleri, dirsekler, kalçalar gibi bölgelerindeki gerginlik noktalarındaki hassasiyet ve ağrı bölgeleriyle kendini gösteriyor. Hastalar doktora her yerim ağrıyor, dayak yemiş gibiyim, sabah bitkin kalkıyorum, hiç uyumamış gibiyim derler. En ağır romatizmada bile hasta her yerim ağrıyor demez, ama bu hastalar her yerlerinin ağrıdığını ifade ederler."

Doktor Doktor Dolaştıran Hastalık
Fibromiyalji hastaları esas olarak kas ağrılarıyla doktora gidiyorlar. Ama iç organ kasları, spastik kolon, sinirsel kolit, baş ağrısı, çarpıntı, ellerde uyuşma, çene kitlemesi ve diş gıcırdatma gibi rahatsızlıklarla dişhekimine de başvurabiliyorlar. Yani birçok bölümü dolaşıyorlar ama teşhis konulduğunda tüm bu yakınmalar bitiyor. Hastalığın tedavisi yoktur demenin daha doğru bir yaklaşım olacağını belirten Dr. Ayda Uluhan, şunları söyledi: "Hastalara hayat tarzınızı, kafa yapınızı değiştirmeniz, zihninizi ve ruhunuzu rahatlatmanız lazım diyoruz. Aynı zamanda yaşam koşullarının da değiştirilmesi gerekiyor. Spora, kaplıcaya gitmek rahatlatıyor. Endişeyi de tedavi ediyoruz. Erkeklerde olunca daha zor, çünkü erkekler kabullenmiyor ya da kabullenmekte zorlanıyor. Kadınlar ise daha kolay kabulleniyor. Hastaların gergin kişilik yapılarıyla, süper kadın dediğimiz işini, evini her şeyini planlayıp yapmaya çalışan bir kadın grubu var. Amerika'da 4-5 milyon kişi fibromiyalji hastalığından yakınıyor."

Fizik Tedavi Fayda Sağlıyor
Hastalığın tedavisinde birçok branştan destek alınıyor. Ancak fizik tedavi, egzersiz, ilaç tedavisi büyük yarar sağlıyor. Hastalığı zamana yayarak tedavi etmeye çalışmak gerekiyor. Hastalarda dönem dönem şikayetler artıyor. Çocuğu sünnet oluyor, evleniyor ya da bir evden başka bir eve taşınıyor, bunlar süper kadınlarda telaşa, endişeye, hastalık belirtilerinin artmasına neden oluyor. Bu özel stres durumlarında hastalara ilaç tedavisi verdiklerini, onun dışında ilaç vermediklerini belirten Dr. Uluhan, "Tiroid ve romatizmal hastalıkların fibromiyaljinin dışında tutulması lazım. Bunun için de kan tahlillerinin ve muayenenin iyi yapılması çok önemli. Fizik tedavi romatolog ve dahiliye uzmanı bu hastalığın teşhisini koyabiliyor. Ama testleri de yapmak lazım" dedi.

Hastalık Hastası Olarak Biliniyor
Fibromiyalji hastalarının toplumda 'hastalık hastası' olarak adlandırıldıklarını, hastalıkları nedeniyle doktor doktor dolaştıkları için böyle bilindiklerini anlatan Dr. Uluhan, artık hastalığın kimyasının bilindiğini belirtiyor. Uyku bozukluğundan oluşan kimyasal maddeler kaslara toplanıyor. Yapılan biyopsilerde de bu maddelerin varlığı saptanmış. O yüzden hastaya senin bir şeyin yok denmemesi, iyi araştırılması gerekiyor. Hastalığın nedeni fiziksel olabildiği gibi ruhsal da olabiliyor. Fibromiyalji vücudun tüm sistemlerini etkiliyor. Hastaların eskiden doktor doktor dolaştıklarını şimdi tek elden çözümünün bulunduğunu belirten Dr. Uluhan, "Fizik tedavi ve romatoloji bunu tedavi ediyor, romatoloji teşhiste doğru adres, tedavide ise fizik tedavinin önemli yeri var" dedi.

SİHİRLİ ANLAR

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
OFİSTE DİKKATLİ BESLENİN
5/10/2007 -Kategori: SAGLIK
Bu yazıyı yayınlamakla benim durumum “ ele verir talkını kendi yutar salkımı “ oldu ama vallahi sizin için yayınlıyorum. Ben yapamıyorum ama belki sizin işinize hatta sağlığınıza yarar. Çünkü benim ofisteki çekmecemden çerez, çikolata eksik olmaz.Bitki çayı içemem.Normal çayı limitsiz tüketirim.Hamurlu tatlı yemediğim gün yoktur.
Herşey sizin için ,
sağlıklı günler dilerim...
***** ***** *****
Pek çok insan çalışırken doğru beslenmeye fırsat bulamadığından yakınır. Fazla kiloların yegane suçlusu da çoğunlukla uzun süren çalışma saatleri olarak gösterilir. Oysa çalışırken de doğru beslenmek ve kilo almak yerine fazla kilolardan kurtulmak mümkün. Memorial Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü'nden Dyt. Seçil Kenar, "Ofis yaşamında sağlıklı beslenmenin yolları" hakkında bilgiler verdi.
Ofiste de Olsa Hareketsiz Kalmayın
Son yıllarda obezitenin görülme sıklık artışının en büyük nedenlerinden biri de egzersiz yapma alışkanlıklarında ve günlük hareketlerimizde azalmadır. Teknolojinin gelişimi ile özellikle iş yerlerimizde masa başında geçirdiğimiz zaman artmaktadır. Özellikle uzun çalışma saatlerini masa başında geçiren ofis çalışanlarında obezite görülme sıklığı her geçen gün artıyor. Ofis çalışanlarında obezite görülme sıklığının artış nedenleri arasında başta uzun süre hareketsiz masa başında oturmanın yanı sıra, özellikle toplu çalışma alanlarında aralarda atıştırılan abur-cubur besinlerin birbirine ikramları, öğle yemeğini masada fast food tarzı yağlı ve kalorili besinlerden oluşan bir mönüyle yapma, masada su yerine sürekli çay, kahve, meşrubat tarzı besinleri tüketme, ofis içerisinde ara öğün bulundurmama, toplantıların sık ve uzun saatler alması sonucunda ara veya ana öğünleri atlama gibi birçok neden sayılabilir. Bu belirtilen konularda ofis çalışanlarının önlem alması gereklidir;
• Mümkünse öğle yemeğinizi telefon ile sipariş etmeyiniz, yakın bir restorana giderek öğle yemeği saatinde hareketimizi arttırmış oluruz.
• Öğle yemeğinde ofis dışına çıkamıyorsak, telefonda vereceğimiz yemek siparişinde yemeklerin yüksek yağ ve kalori içermemesine dikkat edelim, kepekli sandviç, ton balıklı salata, ızgara köfte salata, kepekli tost ayran tarzında mönüler tercih ediniz, pizza, hamburger tarzı yemekler hem yüksek kalorilidir hem de öğleden sonra iş veriminizi düşürür.
• Her 15 dk bir omuz, kol ve bacaklarınızı hareket ettiriniz, mümkünse ofiste yapılabilecek egzersizleri gün içerisinde birkaç kez uygulayınız.
• Çay, kahve, meşrubat tarzı içecekleri tüketmek yerine masanıza şık bir sürahi alınız ve bol bol su tüketiniz. Çay ve kahve yerine ise bitki çaylarını tercih ediniz. Özellikle stresi azalttığı için rezene ve bağışıklık sisteminiz için adaçayı, ıhlamur tercih ediniz
• Evrak v.b bir şey gerekli olduğunda masadan kalkarak siz alınız, telefonla halledeceğiniz şeyleri masadan kalkarak kendiniz arkadaşınıza söyleyiniz. Bu tarz davranışlar gün içerisinde harcadığınız enerjinin artmasına sebep olacaktır.
• İş yerine gelip-giderken varsa özel aracınızı değil servisi kullanınız ve servisten evinize 2-3 durak önce inip-bininiz, bu tür 15-20 dk yürüyüşler günlük egzersizimizin artmasına sebep olacaktır.
• Çekmecenize kuru kayısı, incir, grisini, kepekli bisküvi, ceviz, fındık tarzı bozulmayan ve koku yapmayan gıdalar koyunuz. Metabolizma hızının hızlanması ve çok acıkıp bir sonra ki ana öğünde fazla miktarda yememizi engelleyen ara öğünlerdir, bu yüzden bu tür besinler elinizin altında olsun ve 3-4 saatte bir bu tür besinleri atıştırınız.
• Toplantı esnasında veya ofiste yiyecek bir şeyler yemeniz mümkün değilse ara öğün olarak tam sütten yapılmış kafeinsiz kahve tercih edebilirsiniz.
• İş arkadaşlarınızın size çikolata, bisküvi v.b ikramlarını geri çeviremediğinizi düşünüyorsanız onları size ikramda bulunmamaları ve sizi sağlıklı beslenme konusunda desteklemeleri konusunda uyarabilirsiniz.
• Öğle yemeğiniz şirkette servis yapılıyorsa karbonhidratlı, ağır gıdalar yerine hafif ve düşük kalorili yemekleri tercih ediniz. Özellikle salata ve protein içeren bir besin sizi uzun süre tok tutacak, atıştırmanızı engelleyecek ve öğleden sonra daha verimli çalışmanıza sebep olacaktır.
• Öğle yemeğinde kan şekerini hızla yükselten glisemik indeksi yüksek gıdalardan uzak durunuz, örneğin makarna yerine bulgur pilavı, beyaz ekmek yerine kepek ekmek v.b tercihler yapınız
• Tatlı özellikle hamurlu tatlıları tüketmeyiniz, tatlı yemek isterseniz 1-2 bisküvi veya meyve tarzı besinlerle tatlı isteğinizi geçiştiriniz.
Ofis Çalışanları İçin Örnek Mönü
Sabah
1 adet kepekli tost+bitki çayı
veya
6-7 kaşık buğday gevreği+1 bardak süt+2 adet ceviz
Ara
3 adet kuru kayısı
Öğle
100 gr ızgara et/tavuk/balık
1 tatlı kaşığı zeytinyağlı mevsim salatası
2-3 kaşık zeytinyağlı sebze yemeği
1-2 dilim kepek ekmek
veya
1 tatlı kaşığı zeytinyağlı ton balıklı/tavuklu veya peynirli salata
veya (ofiste yemek zorundaysanız)
2 porsiyon meyve+1 kase yoğurt veya Ton balıklı/peynirli/tavuklu kepekli sandviç+ayran
Ara
1-2 porsiyon meyve veya 3-4 kepekli bisküvi+1 dilim peynir
veya 1/2 simit +ayran veya 1 kepekli tost
veya 1 bardak süt+1-2 grisini
Akşam:
1 tabak sebze yemeği veya kurubaklagil yemeği veya sebzeli et sote
4-5 kaşık bulgur pilavı veya 1 dilim kepek ekmek
bol salata
1 kase yoğurt
Gece
1-2 porsiyon meyve

SİHİRLİ ANLAR

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklay
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
DİŞ SAĞLIĞINIZI DİKKATE ALIN
28/9/2007 -Kategori: SAGLIK


Birçoğumuzun başına gelen ve pek de önemsemediğimiz "diş sızlamaları", aslında "diş hassasiyeti" denen ve önemsenmesi gereken bir hastalığın habercisi. Kendini diş sızlaması şeklinde belli eden "diş hassasiyeti", sıcak, soğuk, tatlı ve ekşi yiyecek ve içeceklerin neden olabileceği bir rahatsızlık. Kişilerin ekşi ve tatlı yiyememesine, yaz aylarında dahi soğuk içecekler içememesine sebep olan bu rahatsızlık, kendini basit ağrılarla gösterdiği gibi ileride önemli sorunlara neden olabiliyor. Diş hassasiyetini önlemenin en ideal yolu, sensitive (hassas) diş macunları ve ekstra yumuşak diş fırçaları kullanmaktan geçiyor.
Mine Tabakası Çatlıyor...
İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Periodontoloji Anabilim Dalı'ndan Prof. Dr. Serdar Çintan, diş hassasiyetinin sebepleri arasında çeşitli nedenlerle meydana gelen diş eti çekilmeleri, diş üzerindeki plaklar ve dişeti iltihapları, asitli yiyecekler, diş beyazlatma ürünleri, stres nedeniyle dişlerin sıkılması, dişin çok sert fırça ve hareketlerle fırçalanması, ağız hijyenine önem verilmemesi, hamileliğe bağlı olarak sık istifra edenlerde kusmadan sonra ağza mide asidi gelmesinin yer aldığını belirtiyor.
Diş hassasiyeti sonucu ortaya çıkan sızlama şikâyetini önlemek için özel macunlar, fırçalar ve gargaralar kullanılması gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Serdar Çintan, "Piyasada sensitive olarak adlandırılan diş macunları ve gargaralar var. Bunların içinde bulunan maddeler dentin kanallarını tıkayarak yiyecek ve içeceklerin diş sinirlerine ulaşmasını engelliyor. Türk Periodontoloji Derneği diş hassasiyeti çeken hastalara sensitive diş macunu ve ekstra yumuşak diş fırçaları kullanmalarını öneriyor. Etkili sonuç alınması için sürekli kullanımın çok önemli" diye konuşuyor.
Prof. Dr. Serdar Çintan'ın verdiği bilgilere göre, diş hassasiyetini önlemek için;
• Hassas dişlere uygun sensitive diş macunu ve yumuşak diş fırçalarını tercih edin.
• Ağzınızı fluoridli gargaralarla çalkalamaya kendinizi alıştırın.
• Ağız hijyenine önem verin.
• Asitli yiyecek ve içeceklerden mümkün olduğunca uzak durun.
• Diş gıcırdatma rahatsızlığınız varsa tedavi ettirin.

Diş Çürüğü Ağrılarıyla Karıştırmayın!
Diş sızlaması veya dentin hassasiyeti dişin ağız içinde görülen parlak mine tabakasının aşınması veya hastalık sonucu doku kaybı nedeniyle altında bulunan dentin tabakasının açığa çıkmasıyla meydana gelen kısa, keskin ağrı olarak tanımlanabilir. Bu ağrının diş çürüğü sonucu oluşan ağrıdan ayırt edilmesi önemlidir.
Diş Hassasiyetine Sık Rastlanır mı?
Toplumda dentin hassasiyeti şikâyetinin yüzde 4-57 arasında değişen bir oranda görüldüğü belirtiliyor. Bu oran periodontal hastalığa sahip, yani dişeti hastalığı olan bireylerde yüzde 60-98'lere kadar çıkıyor. Diş hassasiyet şikâyeti daha çok 30-40 yaş civarı bireylerde oluşmakla birlikte her yaşta görülebiliyor. Tüm dişler bu rahatsızlıktan etkilenebilir, ancak en sık hassasiyet şikâyetine küçük azı ve kanin, yani köpek dişlerinde rastlanıyor.
Diş Hassasiyeti Neden Meydana Geliyor?
Günümüz araştırmalarında bu şikâyetin özellikle;

• Asitli yiyeceklerden zengin diyetle beslenme,
• Sert cisimle dişlere müdahale edilmesi gibi bazı olumsuz alışkanlıklar,
• Kötü ağız bakımı,
• Yanlış diş fırçalama tekniklerinin kullanılması ve
• Diş beyazlatma uygulamalarının çok sık yapılması ile giderek arttığı bildiriliyor.
Dentin Dokusu Nasıl Açığa Çıkıyor?
Dentin dokusunun açığa çıkması dişin mine/dentin dokularıyla dişeti dokusunun fiziksel veya kimyasal nedenlerle kaybedildiği durumlarda gerçekleşir.
Bu durumlara örnek olarak;
• Asit teması ile gerçekleşen erozyon yani bir nevi aşınma
• Diş sıkma sonucu dişte madde kaybı oluşumu olarak tanımlanan atrizyon,
• Bazı kimyasal diş beyazlatma uygulamaları,
• Yaşlanma,
• Bazı genetik yani kalıtsal durumlar,
• İltihapsal olmayan dişeti çekilmeleri,
• Periodontal hastalıklar yani dişeti hastalıkları sayılabilir.


Diş Hassasiyetini Önlemek İçin...
Diş hassasiyetinin önlenmesinde farklı tedavi seçenekleri vardır.
Bu tedavi yöntemleri açığa çıkmış dentin kanalcıklarının tıkanması veya dişin canlı ve damar ve sinirleri içeren dokusu pulpadan gelen sinir uyarılarının bloke edilmesini amaçlar.
Bu amaca yönelik olarak kullanılan kimyasal ürünlerden;
• Potasyum sitrat sinirlerin desensitizasyonunu yani duyarlılığın kaybolmasını sağlarken,
• Stannoz fluorid, sodyum fluorid, potasyum oksalat, stronsiyum veya potasyum tuzları, dentin-bonding ajanları ise dentin kanallarının tıkanması yoluyla hassasiyet şikâyetini gidermektedirler.
Nasıl Tedavi Edilir?
Dentin hassasiyeti tedavisi iki şekilde yapılabilir
• Bunlardan birincisi bireylerin evlerinde içinde hassasiyet giderici ajanlar yani maddeler bulunan ve tüketiciye sunulmuş olan sensitive diş macunları ve ağız gargaralarının kullanımları ile yaptıkları uygulama,
• Diğeri ise diş hekimi muayenehanesinde yapılan profesyonel uygulamadır.
Her iki uygulama ile de hem dentin kanallarının tıkanması ile sinir uyaranının engellenmesi hem de sinir cevabının engellenmesi yoluyla dentin hassasiyeti şikâyetinin azaltılabildiği bildirilmiştir. Evde yapılan uygulama daha kolay ve ucuz bir yöntem olmasının yanı sıra ağızda dentin hassasiyetine sahip pek çok dişte aynı anda şikâyeti gidermesi açısından avantajlıdır.
Hassasiyet Giderici Diş Macunlarının Kullanımı
İçinde hassasiyet giderici ajan bulunan diş macunları sensitive diş fırçaları ile uygulanmalı, parmak ile uygulama tercih edilmemelidir. Bu macunlardan özellikle fluorid içerikli olanların kullanımı sonrası ağzın suyla yıkanmasından kaçınılmalıdır. Bu şekilde etki süresi de daha uzun olacaktır.
Dentin Hassasiyeti Nasıl Önlenir?
Dentin hassasiyetinin önlenmesinde birinci adım şikâyetin hangi etkene bağlı olarak geliştiğinin değerlendirilmesi ve etkenin ortadan kaldırılmasıdır.
• Örneğin ağız içi asit oranının yüksek olduğu durumlar, yani tükürüğün asidik olması veya özellikle gebelikte artan reflü şikayeti gibi nedenler veya asitlerin diyetle çok fazla alınması önemli hassasiyet etkenidir.
• Bunun dışında da sert ve uygun olmayan, dünya standartları dışında diş fırçası kullanımı ile oluşan travma gibi hazırlayıcı faktörler değerlendirilmelidir.
• İçinde fazla miktarda aşındırıcı madde bulunan diş macunları ile fırçalama da yine dentin kanallarını açığa çıkaracaktır.
• Özellikle asitli yiyecek ve içeceklerin tüketilmesinden sonra diş fırçalama için birkaç saat beklenmesi asit ve abrazyonun birleşik etkilerini azaltacaktır


SİHİRLİ ANLAR

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
KENDİNİZE GÜVENİNİZ ARTSIN
24/9/2007 -Kategori: SAGLIK


Kendinize Güveniniz Artsın!
Her insanın kendisine güven ve güvensizlik duyduğu genel bir tutumu, yaşama bakışı vardır. Kendine güven, insanın kendisi hakkında olumlu ama gerçekçi tutumda olmasıdır. İnsanlar yaşamlarının bazı alanlarında kendilerine fazla güvenirken, kimi alanlarda fazla güven duymayabilirler. Peki kendine güven nasıl oluşur ve kendine güveni geliştirmenin yolları nelerdir? İşte cevabı:Kendine güven kişiye yaşamım denetimimde duygusu verir. Bu duygu yine de insanın her şeyi yapabileceği değil, beklentilerin gerçekçi tutulduğu anlamına gelir. Güvenli insanlar, bazı beklentileri gerçekleşmese bile, kendilerini kabul etmeyi ve olumlu düşünmeyi sürdürürler. Güvensiz kişilerin, kendilerine ilişkin duyguları başkalarına ve onlardan alacakları onaya bağlıdır. Başarılı değil başarısız olmayı bekler ve o korkuyla, risk almaktan kaçınırlar. Kendilerine düşük değer biçerler, kendilerine söylenen olumlu sözleri görmezden gelir ya da dikkate almazlar. Oysa, kendine güveni olan kişiler, kendi yeteneklerine güvendiklerinden, diğerlerinin onayına bağlı kalmazlar. Kendilerini kabul etme eğilimindedirler, bunun için istemedikleri şeyleri yapmak zorunda olduklarını düşünmez, haklarına başkalarının haklarına tecavüz etmeden sahip çıkarlar.
Kendine Güven Nasıl Oluşur?
<******> Kendine güvenin gelişimini etkileyen pek çok etken olmakla birlikte, özellikle çocukluk döneminin ilk yıllarında ana-baba tutumları insanın kendisi hakkındaki duygularının oluşumunda son derece önemlidir. Ana-babadan biri ya da her ikisi, aşırı derecede eleştirel ve yüksek beklentili ise ya da aşırı korumacı ve bağımsızlığı engelleyiciyse, çocuklar kendilerinin yeteneksiz, yetersiz ve değersiz olduğuna inanabilir. Oysa ana-babalar çocuklarının girişimlerini destekler, gelişimlerini alkışlar, hata yaptıkları zamanlarda doğrusunu bulmalarına yardımcı olurken, onları sevmeye ve kabul etmeye devam ederlerse çocuklar da kendilerini kabul etmeyi, sevmeyi ve güvenmeyi öğrenebilirler. Kendine güven eksikliği, mutlaka yetenekten yoksun olunduğu anlamına gelmez. Bu eksiklik, diğer insanların, özellikle ana-babanın, çevre ve toplumun gerçek dışı beklenti ile ölçütlerine fazla yoğunlaşmanın bir sonucudur. Bu noktada kendine güvensizliğin hiç bir şekilde değişmeyeceğini düşünmek de son derece yanlış olur.
Kendine Güveni Olumsuz Etkileyen Varsayımlar
Dış etkilere karşı korunmak için insanlar bazı gerçekdışı düşünceler geliştirirler. Bunların bazıları yapıcı, bazıları ise yıkıcıdır. Kendine güveni olumsuz etkileyen bir kaç düşünce şekli ve onların gerçekçi seçenekleri şu şekilde sıralanabilir:
"Herkesin sevgisini ve onayını kazanmalıyım." <******>
Bu mükemmeliyetçi, ulaşılamaz bir hedeftir ve kişinin değerini tamamen başkalarının onayına bırakır, adeta başkalarına bağımlı gibi yaşamayı getirir. Oysa ki kişisel değer ve ölçütler geliştirmek daha olumludur.
"Tüm önemli alanlarda yetenekli, yeterli ve başarılı olmalıyım."
Bu da mükemmeliyetçi, ulaşılamaz bir hedeftir ve kişisel değerimizi başarıyla ölçmeye dayanır. Oysa başarı doyurucu olabilse de sizi daha değerli kılmaz. Değerli olma, her insanın doğuştan sahip olduğu bir özelliktir.
"Bugünkü bütün duygu ve davranışlarımı geçmişim belirler."
Güven duygusunun çocukluk döneminde dış etkilerden daha fazla zarar görebildiği doğrudur, ancak yaşınız ilerledikçe bu etkilerin neler olduğuna ilişkin bir bilinç ve bakış açısı kazanabilir ve yaşamınız üzerinde ne gibi etkilere izin vereceğinize siz karar verebilirsiniz. Geçmişteki olayların gölgesinde umutsuzca yaşamak zorunda değilsiniz.

Kendine Güvene Zarar Veren Düşünce Tarzları
Aşağıda örnekleri verilen bazı düşünme biçimleri insanın kendine olan güvenini sarsar ve olumsuz etkilere karşı savunmasız hale getirir:
<******> Ya hep ya hiççilik:
Kişi her şeyi tam ve mükemmel yapmayı bekler, bu nedenle ya tamamen ondan vazgeçer ya da sürekli kendisini kötü hisseder. Oysa 'bir her şeyi tam olarak yapmak' fikrinin kendisi ne kadar doğrudur? "Çok iyi yapamadığımda, tamamen başarısızım."
Genellemek:
Karamsar bir bakış açısıyla her köşe başında pusuya yatmış bir felaketle karşılaşmayı bekler. Bir şeyin sonucunu ve değerini tek bir davranış ya da göstergeye bağlar. "Biyoloji sınavında düşük aldım, asla tıbba giremeyeceğim."
Etiketlemek:
Etiketlemek, kişiyi tek bir davranışla ya da özellikle yargılamak anlamına gelen, suçluluk duygusu getiren, basit bir süreçtir. "Hep kaybediyorum, ama bu benim hatam." Olumsuza seçici dikkat. İyi olan hiçbirşey, kötüler kadar önemsenmezler. Önemsiz bir eleştiri, sıradan yapılmış bir yorum, olumsuz bir ayrıntı bütün gerçeği gölgeler. İltifatlar göz ardı edilir. "Bir turda beş satranç oyununu kazandım, ancak sonuncuyu kaybedince moralim çok bozuldu." "Bu kıyafetimi mi beğendin? Oysa beni şişman gösteriyor." Duyguların doğruluğunu sınamadan kabullenmek. Olumsuz bir duyguya insan başkalarının etkisinde kalarak kapılabilir ve bu gerçekleri yansıtmadığı halde öyleymiş gibi algılanır. "Kendimi çirkin buluyorum, böyle hissettiğime göre,demek ki öyleyim." "-meli, -malı" cümleleriyle düşünmek. "-meli, -malı" ile biten cümleler genelde mükemmeliyetçi özelliğe işaret eder ve kişilerin kendi istek ya da arzularından çok başkalarının beklentilerini yansıtır. Gerekliliklere takılır. "Üniversiteye gelen herkesin bir meslek planı olmalı. Benim olmadığına göre, bende bir sorun var." <******>


Kendine Güveni Geliştirmenin Yolları
İlk çocukluk döneminde kişinin kendi ana-baba tutumunu değiştirmede ve çevresini belirlemede çok az gücü vardır, oysa bu sonraki yıllarda artar. Kişi bilinçli bir seçim ve çabayla olumsuz deneyimlerini olumluya çevirebilir. Gençlik döneminde insanın kendisi hakkındaki düşüncelerinde arkadaşların etkisi, ailenin ya da büyüklerinkinden çok daha güçlü hale gelir. Üniversite yıllarında öğrenciler, değerleri yeniden gözden geçirip kendi kimliklerini oluştururken arkadaş etkisine daha açık hale gelirler. Bu bağlamda, kendinizi olumsuz hissetmenize yol açan arkadaşların sizin için uygun olmadığına karar verebilir, onlardan uzaklaşmayı seçebilir ve yeni olumlu arkadaşlıklar kurabilirsiniz.
Aşağıda olumsuz düşünme tarzlarından kaçınıp kendinize olan güveninizi artırmanın beli başlı yolları sıralanmıştır:
İyi yanlarınızı görün:
Yapabildiklerinizi göz ardı etmeyin, yapamadıklarınızda da gösterdiğiniz emek ve çabayı takdir edin. İşe yapabildiklerinizle başlamak, kaçınılmaz olabilen sınırlarınızı kabulde size yardımcı olacaktır.
İçsel değerlendirme yapın:
Kendinizi değerlendirdiğ <******> iniz kendi iç değer ve ölçütleriniz olsun, gelişmenizi onlarla kıyaslayın. Başkalarıyla olan rekabetin sonucuna ya da toplumun genel geçer beklentilerine bağımlı kalmayın. Başkalrını da dinleyin ancak onların fikirlerini doğrudan kabul etmek yerine aklı seliminizle değerlendirmeyi öğrenin. Hiçbir konuda tek ve mutlak doğrular olmadığını sık sık kendinize hatırlatın. Başkalarının söylediklerinden çok kendi geliştirdiğiniz olumlu sesinize kulak verin.
İçsel konuşmalarınız olsun:
Kendi kendiyle içsel bir ses geliştirin ve onu kendinizi zararlı etkilere karşı korumada kullanın. Olumsuz düşüncelere kapılırken kendinize "dur" deyin ve daha mantıklı karşıt düşünceler, seçenekler geliştirin.
Risk alın:
Yeni deneyimleri, kazanıp kaybedilecek sınavlar olarak değil, bir şeyler öğrenmek için birer fırsat olarak görün. Böylece zorlayıcı yaşantılarda kendinizi yıpratmak yerine geliştirebilirsiniz.


SİHİRLİ ANLAR

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız

Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
GRİP AŞISI OLMANIN TAM ZAMANI
19/9/2007 -Kategori: SAGLIK


Sonbaharla birlikte grip mevsimi de geldi. Uzmanlara göre gripten korunmanın en etkili yollarından biri de aşı olmak. Grip aşısı, erken dönemde yaptırıldığı takdirde bağışıklık sistemini daha da güçlendirerek hastalıklara karşı koruma sağlıyor. Memorial Suadiye Tıp Merkezi Göğüs Hastalıkları Bölümü'nden Uz. Dr. İlkay Keskinel, "Grip aşısının hastalıklardan korunma konusundaki etkin rolü" hakkında bilgiler verdi.

Önlem Alınmazsa Zatürreye Neden Olabilir
Grip, çoğunlukla sonbahar ve kış aylarında görülür. Hastalığı taşıyan kişilerin öksürmesi ya da hapşırması ile havaya yayılan damlacıklarla ve doğrudan temasla bulaşır. Kapı kolları, bilgisayar klavyeleri, telefonlar gibi ortak kullanılabilecek eşyalar bulaşmaya neden olabilir. Belirtileri arasında ateş, boğaz ağrısı, burun akıntısı, hapşırık, öksürük, baş ağrısı, kaslarda ve eklemlerde ağrı ve halsizlik sayılabilir. Genellikle 1-2 hafta içinde iyileşme görülür. Ancak yaşlılarda, diyabetlilerde, altta yatan böbreğe, kalbe ya da solunum sistemine ait kronik hastalığı olan kişilerde daha ağır seyredebilir. Bunun yanında zatürre gibi hastalıklara da zemin hazırlayabilir.
Grip Aşısı Yapılması Asla Grip Olmayacağınız Anlamına Gelmez
Grip, bir virüs hastalığı olduğundan antibiyotik tedavisine yanıt vermez. Hastalara bol sıvı almaları, yatak istirahati ve belirtilere yönelik ilaçlar önerilir. Virüse yönelik ilaçlar erken dönemde faydalıdır.
Gripten korunmada gripli kişilerle temastan kaçınılması, ellerin sık sık yıkanması (örn. tokalaşma sonrası), kapalı kalabalık ortamlardan kaçınılması ve grip aşısı önerilebilir. Grip virüsü sürekli tip değiştiren bir virüs olduğundan Dünya Sağlık Örgütü her yıl o sene sık görülen virüs tiplerini belirlemekte ve aşı buna göre hazırlanmaktadır. Aşı, 3 tip ölü virüs içermektedir. Uygulandıktan sonra etkisinin ortaya çıkması 10-15 gün kadar bir süre almaktadır. Bu nedenle sonbahar başlarında yapılması önerilmektedir. Tüm kış boyunca yapılmasının bir sakıncası yoktur, erken yapılmasının nedeni, bağışıklığın bir an önce başlamasının sağlanmasıdır. Bu arada, çoğunlukla koruyucu olsa da grip aşısı yapılması, kişinin o yıl asla grip olmayacağı anlamına gelmez. Aşının koruyuculuğu, yüzde 60-80 arasında değişmektedir. Ayrıca grip aşısı gribe benzer diğer hastalıklardan (nezle gibi) korumamaktadır.
6 ay-3 yaş arası çocuklara grip aşısı yarım doz, 3 yaş üstüne tam doz olarak uygulanır. İlk defa aşılanan 8 yaş altındaki çocuklara 1 ay ara ile 2 kez aşı yapılmalıdır.
Kimlere Grip Aşısı Yapılmalıdır?

65 yaşın üzerindekiler, bazı akciğer hastalığı olanlar (astım, kronik bronşit gibi), kronik kalp ve damar hastaları, şeker hastaları, kan hastalığı olanlar, bağışıklığı baskılanmış kişiler (uzun süreli kortizon kullanımı, AIDS, kanser tedavisi görenler gibi) grip aşısı yaptırmalıdır. Ayrıca, bakım/huzur evlerinde kalanların ve burada çalışan personelin, sağlık personelinin de grip aşısı yaptırması uygun olabilir.
Kimlere Grip Aşısı Yapılmamalıdır?

Aşı tavuk yumurtasında hazırlandığından yumurta alerjisi olanların, aşının içeriğine alerjisi bulunanların, Guillain-Barré Sendromu adı verilen nörolojik bir hastalığı olanların ve hamileliğinin ilk 3 ayındaki kadınların grip aşısı yaptırmaması gerekmektedir. 6 aydan küçük bebeklere de grip aşısı uygulanmamalıdır. Aşı yapılacağı zaman ateşli bir hastalık geçirmekte olanların da, rahatsızlıkları düzelene kadar aşıyı ertelemesi önerilmektedir.
Grip Aşısının Yan Etkileri Var mıdır?
Grip aşısı canlı olmayan virüs içerdiğinden aşıya bağlı olarak grip geçirmek mümkün değildir. Ancak, aşıya bağlı hafif yan etkiler görülebilir. Bu yan etkiler arasında,
- Aşı yapılan bölgede ağrı, kızarıklık ya da şişme,
- Kas ağrıları,
- Kırgınlık hissi,
- Hafif ateş sayılabilir.
Nadiren, özellikle yumurta alerjisi olanlarda, ciddi alerjik reaksiyon görülme riski vardır.

SİHİRLİ ANLAR

SARIMSAK deyip geçmeyin
22/8/2007 -Kategori: SAGLIK


Sarımsak 1000 yılı aşkın bir süredir adeta ilaç niyetine tüketilmektedir. Milattan 1500 yıl önce, Mısırlı bir doktorun, 22 sarımsak reçetesi vardı. Başağrıları, boğaz ağrıları ve halsizlik gibi rahatsızlıkların tedavisinde sarımsak öneriliyordu. Mısır'daki en büyük piramiti inşa eden işçilerin güç kazanmak için bol bol sarımsak yedikleri söylenir.

Kan pıhtılaşmasını önler.
Kansere karşı etkilidir.
Sindirim sistemini çalıştırır. Hazımsızlığı giderir.
İdrar yollarını temizler.
İnsanı sakinleştirir.
Yaraları tedavi eder.
Kelliğe çaredir.
Cinsel gücü arttırır.
Mafsal iltihabına, romatizmaya karşı iyi gelir.
Damar sertliğine karşı iyi gelir.
Astıma karşı etkilidir.
Mantarı tedavi eder.
Bronşite karşı etkilidir.
Nezleyi önler.
Kolerayı önler.
Suçiçeğini tedavi eder.
Kabıza karşı etkilidir.
Saçlarda kepeği önler.
Şeker hastalarına iyi gelir.
Sara hastalarına iyi gelir.
Basura karşı etkilidir.
Göz yanmasına etkilidir.
Kangreni önler.
Yüksek tansiyonu önler.
Ağır gribi engeller.
Sarılığı önler.
Gırtlak iltihabını önler.
Zehirlenmeyi önler.
Ağız sağlığına iyi gelir.
Sıtmaya karşı etkilidir.
Kızamığı önler.
Menenjiti tedavi eder.
Veremi önler.
İskorbüte karşı etkilidir.
Dalak iltihabını önler.
Sigaranın zararını azaltır.
Tifoyu önler.
Mikropları yok eder.
Kanı temizler; kan dolaşımını hızlandırır.
Kan pıhtılaşmasını önler.
Kalp hastalıklarını, kalp krizini önler.
Tansiyonu düşürür.
Kolesterolü düşürür.
Kalbe yararlı olan HDL kolesterolünü çıkarır.
Bağışıklık sistemini güçlendirir.
Kronik bronşiti önler.
Balgam söktürür.
Nefes darlığını önler.
Historia Naturalis adlı kitabında Pliny, 61 hastalığa çare olarak sarımsağı gösteriyor. 61 hastalık arasında bağırsak sorunları, köpek ve yılan ısırıkları, akrep sokması, astım, romatizma, hemoroid (basur), ülser, iştah kapanması, verem ve sara gibi hastalıklar bulunmakta. Sarımsağın kabızı önlediği ve rahim bölgesinde oluşan tümörlere karşı da iyi geldiği söylenir.
Yüzyıllardır Çin ve Japon bilim adamları yüksek tansiyon hastalarına sarımsağı öneriyorlar. Hindistan'da da sarımsak ve soğan kalp hastalıkları ve romatizmayı önlemek için tüketilir. Shakespeare zamanında İngiltere'de sarımsağın cinsel gücü arttırdığı söylenirdi.
Sarımsak adeta antibiyotik niyetine tüketilir. Özellikle verem tedavilerii için sarımsak macunları ve hapları keşfedilmişti. 1.Dünya Savaşında sarımsak, tifo ve dizanteriye karşı kullanılırdı. 2. Dünya Savaşında İngilizler, askerlerin yaralarını sarımsak ile tedavi ederlerdi. Böylece, yaranın mikrop kaparak kangrene yol açması önlenmiş olurdu. Ünlü doktor Albert Schweitzer de tifo ve koleraya karşı sarımsak uygulardı.
YARARLARI KESİN OLARAK KANITLANDI
Atalarımızın da belirttikleri gibi sarımsak birçok derde devadır. Bu, uzmanlarca da kanıtlanmıştır. Amerika'da Ulusal Tıp Kütüphanesinde sadece sarımsak üzerine 1893 yılından itibaren yayınlanan 125 adet kitap vardır. Sarımsak birçok hastalığa iyi geldiği gibi, kalp hastalıklarını, kalp krizini, kanseri ve birçok mikrobik enfeksiyonu önler.
ANTİBİYOTİK GİBİ ETKİSİ VAR
Sarımsak içindeki maddeler sayesinde mikropları öldürür. 1944 yılında, Chester J. Cavallito adlı bir kimyager, sarımsağın koku üreten maddesini inceledi. Bu maddenin tıpkı bir antibiyotik gibi mikropları öldürdüğünü ortaya çıkardı. Araştırmalarda çiğ sarımsağın antibiyotikten bile daha etkili olduğu görüldü. Uzmanlar, sarımsağın botülizm (gıda zehirlenmesi), verem, ishal, dizanteri ve tifo gibi mikrobik hastalıkları yendiğini söylüyorlar. Yapılan bir araştırmada sarımsağın tam 72 bakteriyi yok ettiği görüldü.
Kokuya neden olan fakat bakterileri yok eden sarımsaktaki alisin adlı madde, sarımsak çiğken daha etkilidir. Sarımsağı yemeklerin içinde pişirirseniz, alisin maddesi mikropları yok etme özelliği ile birlikte yok olur. Fakat bu, sarımsağın yararlarını kaybettiği anlamına gelmez.
Birçok ülkede sarımsak antibiyotik olarak kullanılır. Hatta bir zamanlar Rusya'daki bir grip salgınını ortadan kaldırmak için 500 ton sarımsak ithal edilmişti.
Polonya'da çocuklarda kalın bağırsak iltihabını, hazımsızlığı, zatüreyi ve böbrek sorunlarını tedavi etmek için sarımsak kullanılır. Çin bilim adamları menenjiti tedavi etmek için sarımsağı tercih ettiler.
5 yıl boyunca 21 hastaya sarımsak suyu aşılandı ve 6 kişinin tamamen iyileştiği, 5 kişinin de durumunda olumlu gelişmeler olduğu kaydedildi. Uzmanlar sarımsağın, verem gibi ağır hastalıkları da tedavi ettiğini ileri sürüyorlar.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ GÜÇLENDİRİR
1987'de Florida'da yapılan bir araştırmada, sarımsağın bağışıklık sistemini güçlendirerek, insanın hastalıklara karşı daha dirençli olmasını sağladığı ortaya çıktı. Prof. Tarig Abdullah'ın yürüttüğü araştırmalarda, sarımsağın hücreleri güçlendirerek insanın mikrobik hastalıklara, hatta kansere karşı dirençli olmasını sağladığı görüldü.
Bir deneyde, 10 kişinin her gün bol miktarda sarımsak tüketmesi istendi. Daha sonra sarımsak tüketenlerin kanları alındı ve kanlarına kanser hücreleri eklendi. Sarımsak sayesinde kandaki hücrelerin güçlendiği ve böylece kanser hücrelerinin yok olduğu dikkat çekti.
Prof. Abdullah, sarımsağın bağışıklık sistemini güçlendirdiğini ileri sürüyor ve sarımsakla AIDS hastalarını da tedavi etmeyi amaçlıyor. AIDS hastalığında, bağışıklık sisteminin zayıf düştüğü bilinmekte. Sarımsak da bağışıklık sistemini güçlendirdiği için Prof. Abdullah, sarımsağı AIDS tedavisinde kullanmayı planlıyor.
Uzmanlar sarımsağın kalp dostu olduğunu belirtiyorlar. Sarımsak, kanı temizliyor, kandaki kolesterol oranını azaltıyor, kan pıhtılaşmasını önlüyor ve böylece kalbin sağlıklı kanla beslenmesini sağlıyor. Arun Bordia adlı Hintli bilim adamı sadece 2 diş sarımsağın kalp hastalıklarında bile pıhtılaşmayı önlediğini ve kolesterolü düşürdüğünü belirtiyor.
1987'de Kaliforniya'da Loma Linda Üniversitesinden doktor Benjamin Lau'nun yapmış olduğu bir araştırma, hergün sarımsak tüketen kişilerde, zararlı olan LDL kolesterolünün azaldığını, kalbe yararlı olan HDL kolesterolünün de yükseldiğini gösterdi. Araştırmalarda, sarımsağın hassas kalp damarlarını da güçlendirdiği tespit edildi.
New York Üniversitesinden kalp ilaçları uzmanı olan doktor Eric Block, sarımsağı inceledi ve içinde Ajoene adı verdiği bir madde keşfetti. Bu maddenin kanı temizlediğini ve pıhtılaşmasını önlediğini ortaya çıkardı. Dr. Block, sarımsağın yan etkileri olmayan harika bir kalp ilacı olduğunu ileri sürüyor.
TANSİYON HASTALARINA
Yüksek tansiyondan şikayetçi olan kişiler için sarımsak ideal bir besindir. Çin ve Japonya'da tansiyon hastaları yüzyıllardır sarımsak tüketmekteler. Amerikalı bilim adamları, yüksek tansiyonu tedavi etmek için ilk kez 1921'de sarımsak kullandılar. Bulgaristan ve İngiltere'deki araştırmalarda, sarımsağın adeta tansiyon hapı olduğu görüldü.
AKCİĞERLERİ KORUR
Doktor Irwin Ziment, sarımsağın öksürüğe, balgam söktürmeye, kronik bronşite ve nefes darlığına karşı etkili olduğunu söylüyor. Ziment, sarımsağın gribi ve şiddetli soğuk algınlığını da tedavi ettiğini ileri sürüyor. Uzmanlar, sarımsağın ağır kokusu sayesinde midenin harekete geçtiğini ve böylece akciğerlerin birtakım sıvılar salgıladıklarını belirtiyorlar. Akciğerlerin ürettiği bu sıvılar, balgamı sökerek öksürüğü hafifletiyorlar. Polonyalı bilim adamlarının yaptıkları araştırmalara göre sarımsak, kronik bronşite, hatta astıma karşı bile iyi geliyor.
KANSERİ ÖNLER
Sarımsak bol miktarda kanser önleyici madde içerir. Rus bilim adamlarının 1952'de yaptıkları araştırmalarda, sarımsağın tümörlere karşı etkili olduğu görüldü. Japon araştırmacılar, birtakım hayvanlara kanser virüsünü, aynı zamanda da bir miktar sarımsak suyu aşıladılar ve sarımsağın kanser hücrelerini tamamen yok ettiği görüldü.
Sarımsağın göğüs kanseri virüsünü de tamamen öldürdüğü kaydedildi. Uzmanlar virüsleri yok etmede, sarımsağın koku üreten maddesi alisin'in etkili olduğunu söylüyor. Sarımsağın akciğer ve karaciğer kanserini de önlediği ortaya çıktı.
Amerika'da 1987 yılında yapılan araştırmalarda, sarımsağın safra kesesi kanserine karşı da etkili olduğu görüldü. Uzmanlar, bol miktarda sarımsak tüketen ve pek sarımsak tüketmeyen kişileri karşılaştırdılar. Bol miktarda sarımsak tüketen kişilerde kanser hastalarına daha az rastlandı.
Teksas'daki M.D. Anderson Hastanesi ve Kanser Enstitüsü'nden bilim adamları, sarımsağın içerdiği kükürt oranını incelediler. Hayvanlarla yaptıkları araştırmalarda, kükürt sayesinde bağırsak kanserinin önlendiği ortaya çıktı. Kükürt sayesinde kanser hücrelerinin gelişmesinin engellendiği söyleniyor
ÖNEMLİ BİLGİLER

Sarımsak kokusunu gidermek için uzmanlar; kahve, bal, yoğurt veya 1 bardak süt öneriyorlar. Uzmanlar, özellikle maydanozun sarımsak kokusuna karşı çok etkili olduğunu söylüyorlar. Ellerinizdeki sarımsak kokusunu gidermek için de, ellerinizi limon suyu ile yıkayın.
Bakterilerin ölmesi, bağışıklık sisteminin güçlenmesi ve kanserin önlenmesi için sarımsak çiğ tüketilmelidir. Pişirilmiş sarımsak da kolesterolü düşürür, kanı temizler, balgam söker, öksürüğe iyi gelir ve bronşiti önler.
Günde sadece 1 diş sarımsak kan pıhtılaşmasını önler. Böylece kalp krizi ve kalp hastalıkları da önlenmiş olur.
Günde 2 diş sarımsak, kalp hastalarının kolesterolünü normale indirir

SİHİRLİ ANLAR

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız

Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
MİGREN
17/8/2007 -Kategori: SAGLIK


Migren dünyada bilinen en eski hastalıklardan biridir. Mısır'da Firavunlar döneminden papirus kalıntılarında baş ağrısı tedavi çizimlerine rastlanmıştır. Hastalık için "yarım baş ağrısı" anlamına gelen latince söylemin değişimiyle MIGREN adı yerleşmiştir. Ülkemizde de yaygın olarak halk tarafından bilinmektedir. " Migren herhalde ", " Migrenim tuttu " laflarını her insan duymuştur.
Migren, gelip geçici baş ağrısı ile kendini gösteren bir hastalıktır. Baş ağrısı en uzun bir gün sürer. Çoğunlukla 3 - 5 saat devam eder. Ağrının şiddeti kişiden kişiye değişir. Ayni kişide de her ağrı ayni şiddette değildir. Ağrı şiddetli olduğunda bulantı ve kusma ağrıya katılır. Kusmadan sonra ağrıda bir azalma olması migrene ait bir özelliktir. Ağrı genellikle başın bir yarısında başlar ve her tarafına yayılır. Kusmadan sonra ağrı azalmadan sürüyorsa ve başın tek tarafından başlayan ağrı, her ağrı geldiğinde ısrarla aynı tarafta ve yer değiştirmiyorsa bir hekime danışmak gerekir.
Baş ağrısı sırasında hastalar parlak ışık ve sesten rahatsızlık duyarlar. Loş ve sessiz bir ortamda yatmak isterler. Ağrı geçtiğinde çoğunlukla uyurlar. Bunu da " ağrım uyuyunca geçiyor." diye aktarırlar.
Migren kadınlarda daha çok görülür. Adet öncesi, adet ve adet sonrası dönemlerde yoğunluk gösterdiği bilinmektedir. Yalnız bu dönemlerde ortaya çıkan tipleri de vardır. Her yaşta başlayabilir. Bebeklerde görülen
periyodik kusmaların bile migrenle ilgili olduğu düşünülmektedir. Migren hastası olan kadınların ağrıları menopozdan sonra çok hafifler ya da kaybolur.
Migren ataklarının sıklığı değişkendir. Haftada ikiden çok baş ağrısı söz konusu ise hastanın ağrı gelmesini önleyen tedavi için bir nöroloji doktoruna başvurması önerilir. Migren hastalarının ailelerinde mutlaka migreni olan bir kişi vardır. Hastalar bunu çoğunlukla kabul etmezler illa kendilerindeki ağrıya tıpatıp benzer bir ağrı olmadığını savunurlar. Oysa migren ağrısı kişiden kişiye, şiddeti ve sıklığıyla farklıdır. Migren ailevi geçişli bir hastalıktır.
Bazı yiyecekler ve bazı durumlar baş ağrısını davet edebilirler. Uykusuzluk, açlık, mayalı içkiler, eskitilmiş peynirler, kabuklu deniz mahsulleri, konserve yiyecekler ve kuru yemişler ağrıyı tetikleyebilir. Bazı migren hastaları ağrının geleceğini önceden anlarlar. Çoğunluk hastada bu hafif bir ağrı ve durgunluk hissi olarak kendini gösterir. Bazı hastalarda bu öncü belirtiler, parlak ışık çakmaları, yarım görme, bulanık görme şeklindedir.Ağrı bunları izler. Bunlara " öncü belirtili migren " ( Auralı Migren ) diyoruz. Çok nadir hastada da bir beden yarısında güçsüzlük ya da gözde kapanına ve çift görme ile giden migren tipleri de görülür. Bu tipler de " eşliğinde bozukluk gösteren " ( komplike ) migren olarak adlandırılır.
Migren iyi huylu bir hastalıktır. Sakatlığa neden olmaz. Ancak iş günü kaybına neden olduğu ve çok kişide görüldüğü için ciddiye alınan bir hastalıktır. Ağrıdan sonra hasta sanki ağrıyı çeken o değilmişçesine sağlıklı ve iyidir. Hastalar ağrıyı hisseder hissetmez alırlarsa ağrı kesici ilaçlarla rahatlarlar. Ağrı çok sık geliyorsa sorumlu migrenden ziyade sık kullanılan ağrı kesici ilaçlardır. Migren hastalarında günlük gerilim baş ağrıları görülmesi de olağandır ve hastalar migren ağrısını diğer baş ağrısından ayırt etmeyi öğrenmelidirler.
Hastalara Verilebilecek Öğütler
Migren tanısını mutlaka doktor koymalıdır. Yakınlarınızın söylemesi ile migren hastası olduğunuza inanmayın.
Haftada iki kereden fazla baş ağrısı için ilaç kullanmayın. Ağrı kesicilerin sorunsuz kullanımı ile kimi ilaç böbreğinizi kimisi de karaciğerinizi tedavisi olanaksız şekilde hastalandırabilir.
Içinde " ergotamin " olan ilaçları ayda bir kereden daha çok ( doktor vermiş olsa bile ) kullanmayın.
Her zamankinden farklı baş ağrısı hissederseniz mutlaka bir nöroloji kliniğine başvurun
Hazırlayan: Doç.Dr. Hulki Forta

SİHİRLİ ANALR- AC

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
Hareketsiz yaşam kabız ediyor
16/8/2007 -Kategori: SAGLIK


Hareketsiz yaşam kabız ediyor
Şehir yaşamının getirdiği hareketsizlik ve yanlış beslenme alışkanlıkları pek çok hastalığa davetiye çıkarıyor. Kabızlık da bunlardan biri.
İnsanların yüzde 80'inin hayatlarının bir bölümünde mutlaka yakındığı kabızlık şikayeti önemsenmesi gereken bir sağlık sorunu. Memorial Hastanesi İç Hastalıkları Bölüm Koordinatörü Prof. Dr. Yavuz Baykal, kabızlık ve korunma yöntemleri hakkında bilgi verdi.
Kabızlık nedir?
Kabızlık genelde haftada üç kereden az ve az miktarda, katı dışkılamaya yol açan bağırsak alışkanlık bozukluğudur. Kabızlığı olan kişiler için dışkılama, zahmetli ve ağrılı bir durumdur. Pek çok kişi aslında normal bağırsak alışkanlığına sahip olmalarına karşın, her gün dışkılamaya çıkmadıkları için kabızlık çektiklerini sanmaktadırlar.

Ne var ki dışkılama sayısı ve miktarı için "herkes için geçerli bir normal" aralık mevcut değildir. Çoğu durumda kabızlık kendiliğinden geçen ve ciddi sorunlara yol açmayan bir rahatsızlıktır. Kısa kabızlık dönemleri tamamen normaldir. "Sağlıklı kişilerin her gün bir kez tuvalete çıkmaları gerekir" şeklindeki yaygın ve yanlış kanı, pek çok kişinin kendinde kabızlık olduğunu düşünmesine ve bilinçsizce laksatif ilaçları kullanmalarına yol açmaktadır. <******>

Kabızlığa neden olan faktörler nelerdir?
Kabızlık kadınlarda, çocuklarda ve 65 yaş üstü yaşlı insanlarda daha sık görülür. Gebelik ve doğum sonrası ile ameliyat sonrası dönemlerde de görülme sıklığı artar. Kabızlığı anlamak için kalın bağırsağın nasıl çalıştığı hakkında bilgi sahibi olmak gereklidir. Alınan gıdalar kalın bağırsakta ilerlerken içerdikleri sıvılar bağırsak duvarı tarafından emilir. Bağırsak duvarındaki kasların hareketleri ile dışkı makat yönünde itilir. Çıkışa geldiğinde sıvı içeriğini kaybetmiş dışkı katı hale gelmiştir. Kalın bağırsakta emilen sıvı miktarı artarsa dışkı iyice kuru ve katı hale gelir. Bağırsaktaki kas hareketleri azalmış veya düzensizleşmişse dışkının barsak içinde ilerlemesi yavaşlar ve kaybettiği sıvı miktarı artar.

Kabızlığın en sık gözlenen nedenleri şunlardır:
Yiyeceklerle yetersiz miktarda lif alınması,
Yeterli sıvı alınmaması,
Hareketsiz bir yaşam sürülmesi,
İlaca bağlı yan etkiler,
İrritabl bağırsak hastalığı gibi bağırsak işlevini bozan hastalıklar.
Yanlış müshil kullanımı
Yaşa bağlı değişiklikler
Dışkılarken ıkınmaktan kaçınmak
Multiple sklerozis, lupus, şeker hastalığı gibi bazı hastalıklar,
Kronik idiyopatik kabızlık gibi bazı özel hastalıklar,
Kalın bağırsakta veya makattaki (hemoroid gibi) bazı hastalıklar. <******>

Kabızlık ciddi sorunlara yol açabilir mi?
Kabızlık bazen ciddi sorunlara neden olabilir. Bunlar arasında en sık karşılaşılanları zorlayıcı bağırsak hareketlerine bağlı olarak ortaya çıkan hemoroidler ve katı dışkının anüs çevresindeki kas ve deride yırtıklar yaratmasına bağlı makat çevresindeki cilt yırtıklarıdır (anal fissürler). Aşırı ıkınma bazen küçük bir bağırsak katlantısının makat dışına çıkmasına neden olur. Eğer çıkışta sertleşmiş fazla miktarda dışkı birikirse bunun ıkınma ile atılması mümkün olmaz ve bu durumda da dışkı taşlaşması ortaya çıkar. Genellikle yaşlılarda ve küçük çocuklarda gözlenen bir durumdur. Tedavisi için ağız veya makat yolu ile uygulanan yağlarla dışkının yumuşatılması ve parmakla mekanik olarak çıkartılması gereklidir.

Kabızlık nedeni ile hekime başvurulduğunda hangi testler gereklidir?
Genellikle basit bir tıbbi öyküleme alınması ve fizik muayene yeterlidir. Ancak duruma göre aşağıdaki testlerden bir veya birkaç tanesinin yapılması gerekli olabilir:
Tiroid bozuklukları gibi bazı hastalıkları belirlemek için kan testleri,
Yaşlı hastalarda görülme sıklığı arttığı için barsak tümörlerini dışlamak için dışkı incelemeleri ve baryumlu barsak grafisi gibi bazı radyolojik incelemeler,
Bağırsaklarınızın bir bölümünü doğrudan gözle incelemek için sigmoidoskopi veya kolonoskopi gibi endoskopik muayeneler.

Kabızlık tedavisinde neler yer almalıdır?
Her ne kadar tedavi nedene, hastalığın süresine ve ağırlığına bağlı olarak değişse de çoğu olguda beslenmede ve yaşam tarzında yapılacak ufak tefek değişiklikler bulguları geçirmede ve tekrarını önlemede yeterli olacaktır.

Diyet
Yumuşak ve yeterli sıvı içeren bir dışkı oluşturmak için diyetle her gün 20-35 gram lif alınması gereklidir. Uygun diyet hekim veya diyetisyen tarafından planlanabilir. Fasulye, yulaf ve mısır gevrekleri, taze meyveler, kuşkonmaz, lahana, havuç gibi sebzeler yüksek miktarda lif içerirler. Kabızlığa yatkın kimselerde dondurma, peynir, et gibi lif içeriği son derece az besinlerin alımını sınırlamak gereklidir. <******>

Yaşam tarzı değişiklikleri
Her gün yeterli miktarda su, meyve suyu gibi sıvıları almak, çorba gibi sıvı yiyecekleri tüketmek, günlük egzersiz yapma alışkanlığı edinmek gibi alışkanlıklar edinmek barsak hareketlerine yardımcı olacaktır. Bunların yanında tuvalet için yeterli zaman ayırmak ve dışkılama sırasında bağırsakları boşaltmak için ıkınmaktan kaçınmamak gereklidir.

Müshiller
Çoğu hastada müshillerin kullanımı gerekli değildir. Ancak yukarıda bahsedilen diyet ve yaşam tarzı değişikliklerini yerine getirmelerine rağmen hala kabızlık çeken bir grup hastada bir süre için müshillerin kullanımı gerekebilir.
Kullanımda değişik biçimlerde (toz, hap, şurup, ciklet) ve değişik içerikte (kitle oluşturucu, uyarıcı, tuzlu) pek çok müshil bulunmaktadır. Hangi hastaların, hangi tipte ve ne süre ile müshil kullanmaları gerektiğine ancak bir hekim karar verebilir.

Uzun süreli müshil kullanımı barsak alışkanlığını değiştireceğinden bağımlılık yaratır. Müshil bağımlılığı oluşan hastalarda müshillerin kullanımına yavaş yavaş son verilmelidir. Bu sürecin hekim gözetiminde gerçekleştirilmesi gereklidir. Çoğu kimsede müshillerin bu yolla yavaş yavaş kesilmesi sonrasında barsak normal kasılabilirliğine ve alışkanlığına kavuşur.

KABIZLIK İLE İLGİLİ AKILDA TUTULMASI GEREKLİ BİLGİLER
Hemen herkes hayatının bir bölümünde kabızlıktan yakınır.
Pek çok kişi bağırsak hareketleri tamamen normal olsa da kendilerinde kabızlık bulunduğunu sanmaktadır.
Kabızlığın en yaygın nedenleri alınan gıdalardaki eksiklikler ve hareketsiz bir yaşam sürmedir.
<******> İlaçlar, müshil ilaçlarının yanlış kullanımı, irritable bağırsak hastalığı gibi bazı bağırsak hastalıkları kabızlığın sık rastlanan diğer nedenleridir.
Basit bir tıbbi öyküleme ve fizik muayene, tanı ve ne tür bir önlem alınması gerektiğini belirlemede genellikle yeterlidir.
Çoğu olguda dengeli ve liften zengin gıdalarla beslenmek; bol sıvı almak, düzenli egzersiz yapmak şikayetlerin geçmesi için yeterlidir.
Bağırsak alışkanlıklarının zaman zaman değişiklik göstermesi normaldir. Ancak belirgin ve uzun süren bağırsak alışkanlığı değişikliklerinde hekime başvurmak gereklidir.
Müshil kullanımı ancak bazı hastalarda ve belirli bir süre kullanmak için gereklidir. Hekim kontrolünden uzak uzun süreli müshil kullanımı zararlıdır.

SİHİRLİ ANLAR- AC

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
KAFEİN
13/8/2007 -Kategori: SAGLIK


Kafein çay, kahve, çikolata, kolalı içecekler ve ilaçlarda değişik oranlarda bulunur. Doğal besinlerde bulunması nedeniyle doping kontrollerinde idrarda 12 µgr/ml’ye kadar kafein saptanması normal, bunun üzerinde bulunması doping olarak kabul edilir. Hem çay ve kahve gibi içeceklerdeki kafein miktarının hazırlama şekline göre farklılık göstermesi, hem de kafein metabolizmasının bireysel değişiklik göstermesi, düşük dozlarda alınan çay ve kahvenin bile bazı kişilerde Kafeinin 12 µgr./ml’lik idrar düzeyine kolaylıkla ulaşmasına neden olabilmektedir. Bu yüzden sporcuların kafein içeren besinleri tüketirken dikkatli olmaları gereklidir.
Kafeinin sporda kullanımı : Kafein merkezi sinir sistemini uyarıcı, yağ metabolizmasını ve kas kasılmasını artırıcı etkisi nedeniyle sporda kullanılmaktadır. Bu etkiler yorgunluğu geciktirir, dayanıklılığı ve reaksiyon hızını artırır.

Kafeinin yan etkileri :


- Alışkanlık
- Sinirlilik
- Huzursuzluk
- Uykusuzluk
- Depresyon
- Başağrısı
- Migren
- El titremesi
- Kalp ritm bozuklukları
- Kalp atım hızında artış
- Vücut sıcaklığında artış
- Kas ağrıları
- İdrar miktarında artış

www.tr.net/saglik sitesinden derlenmiştir.

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız

Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
BÖCEK SOKMALARI
8/8/2007 -Kategori: SAGLIK


Böcek sokmaları özellikle yaz ve sonbahar başlarında tarlada çalışan, tatil ve piknik yapan insanlar için keyif kaçırıcı bazen de yaşamı tehdit edici bir sorun olmaktadır. Ülkemizde de en önemli böcek sokmaları yaban arısı, eşek arısı ve bal arısı ile ortaya çıkmaktadır.
Böcek sokmalarından sonra yerel reaksiyon, sistemik reaksiyon ve sistemik toksik reaksiyon oluşabilmektedir. Seyrek olarak böcek sokmasından 1 ya da 2 hafta sonra serum hastalığı ya da anafilaksi ortaya çıkabilir
Böcek sokmasından sonra ortaya çıkan reaksiyon kişiden kişiye ve böcekten böceğe değişiklik gösterir. Isırıklar tek tek ya da bir böcek, bir alanda birden çok ısırık yaptığı için gruplar halindedir. Bebekler genellikle reaksiyon göstermezler, küçük çocuklar gecikmiş aşırı duyarlılık reaksiyonu, büyük çocuklar hem gecikmiş, hem hızlı aşırı duyarlılık reaksiyonu gösterirler. Olağan reaksiyon ağrı, şişme ve sokulan bölgede etrafında oluşan renk değişikliğidir.
Bölgenin su ve sabunla yıkanması en basit ve etkili tedavidir, buz uygulanması şişliği ve ağrıyı azaltabilir.
Geniş yerel reaksiyon; sokulan bölgenin çevresindeki geniş bir alanın da etkilenmesi durumudur (örneğin dizden sokulan bir kimsede tüm bacağın şişmesi). Bu durumda tedavi normal reaksiyondaki gibidir. Ancak yakınmaları azaltmak için ağızdan bazı ilaçlar vermek gerekebilir. Bu ilaçlara bir doktorun karar vermesi uygun olur.
Bal arısı soktuktan sonra deri içinde kalan iğneyi çıkartma çabaları daha çok, venomun deri içine sokulması ile sonuçlanmaktadır.
Karınca ile sokulmadan 30-60 dakika sonra yerel kaşıntı ve küçük su toplamış kabarcık (vezikül) ortaya çıkmaktadır. Bunu 8-24 saat sonra püstül oluşumu izler. Karınca sokmasından sonra ikincil enfeksiyonlara engel olmak için bol su ve sabunla yıkanmalı, içi su dolu kabarcık sıkılmamalıdır. Topikal steroidli merhemler ve ağızdan H1 antihistaminikler kaşıntıyı azaltmak için kullanılabilir.
Böcek sokması sonrası olan alerjik belirtiler nelerdir?
Böcek sokması olan bölgeden uzakta şişme, kızartı, ürtiker, kaşıntı, kolik şeklinde karın ağrısı, kusma, ishal, göğüste sıkışma hissi, nefes almada zorluk, hırıltılı solunum, at sesi (larinks ödemi bulgusu), dilde şişme olabilir. Bu bulgular, ciddi alerjik reaksiyon ve anafilaksi bulgularıdır ve birkaç dakika içinde ortaya çıkar. Nabzın alınamaması ve kan basıncının düşmesi, bilinç bulanıklığı ve kalp durması yaşamı tehdit eden bulgulardır.
Anafilaksi gelişen her böcek sokması acil tedavisi yapıldıktan sonra alerjiste gönderilmelidir.
Böcek sokmalarından nasıl kaçınabiliriz?
Otların üzerinde açık ayakkabı ve çıplak ayakla yürünmemeli.
Pikniğe, çocuk bahçesine giderken parlak renkli, kol ve bacağı açıkta bırakan giyecekler giyilmemeli.
Yakında uçuşan arı görüldüğünde panik yaratıp, kaçması için saldırıya geçilmemeli (yaban arıları kendilerine saldırıldığında sokmaktadırlar), bir yüzeye yapışmışsa nazikçe kaldırılmalıdır.
Ağzı açık kalmış tatlı içecekler yeniden içilmemelidir.
Çöp tenekelerin ağzı sıkıca kapalı tutulmalıdır.
Ev dışında yenilen yiyeceklerin paketleri sıkıca kapatılmalı, uzun süre ağzı açık bırakılmamalıdır.
Pikniğe, parka giderken tatlı ve bitki kokulu parfümler sıkılmamalıdır.
Evlerin ve arabaların camları kapalı olmalıdır.
Böcek sokmalarında anafilaksi geliştiğinde tedavi nasıl olmalıdır?
Böcek sokmasına bağlı anafilakside tedavi:
• ABC (Airway= havayolu açıklığı, Breathing= solunum, Circulation=dolaşım) sağlanması
• Bacakların yükseğe kaldırılması,
• Sokulan bölgenin üst kısmına turnike uygulanması,
• Oksijen desteği sağlanması,
• Ayrıca, hastaya uygulanacak ilaçlara bir doktorun karar vermesi gerekir.
Hastalar anafilaksiye yönelik gerekli tedavileri yapıldıktan sonra en az 48 saat gözlem altında tutulmalıdır. Daha önce anafilaksi geçiren bir kişinin yanında her zaman hazır şırınga edilebilir adrenalin bulunmalıdır. Bu preparatlar ülkemizde yoktur. Daha önce anaflaksi geçirmiş hastalar için Türk Eczacılar Birliği ya da firmalar aracılığı ile bu preparatlar sağlanabilmektedir.

Hazırlayan: Dr. İlknur Bostancı
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatri Anabilim Dalı
Ögretim Üyesi, Denizli

BAŞ DÖNMESİ VE DENGE SORUNU
7/8/2007 -Kategori: SAGLIK


VERTİGO NEDİR?
Bazı insanlar denge problemlerini baş dönmesi olarak nitelendirirler. Çevrenin dönmediği bu denge bozukluğu bazen iç kulağa bağlı bir problemden dolayı ortaya çıkar. Bazı insanlar ise denge sağlamaktaki zorluklarını vertigo kelimesiyle açıklarlar. Bu kelime Latince "dönmek" fiilinden gelmektedir. Bu hastalar sıklıkla kendilerinin veya çevrenin döndüğünü söylerler. Vertigo çoğunlukla iç kulak probleminden kaynaklanır.
HAREKET HASTALIĞI VE DENİZ TUTMASI NEDİR?
Bazı insanlar uçağa bindiklerinde veya arabada bulantı hissederler, hatta bazen kusarlar. Bu duruma taşıt tutması denilir. Bir çok insan bu rahatsızlığı gemiye bindiği zaman çeker bu yüzden aynı olay olmasına rağmen buna deniz tutması denir. Deniz tutması sadece ufak bir rahatsızlıktır. Bunun dışında herhangi bir tıbbi bozukluğun ifadesi değildir. Ancak bazen yolcular bu rahatsızlıktan dolayı çok kısıtlanabilirler. Çok az bir kısmında da bu rahatsızlık yolculuk bitse dahi birkaç gün daha sürmektedir.
DENGE SİSTEMİNİN ANATOMİSİ
Baş dönmesi (Dizzines, vertigo) ve taşıt tutması denge sistemi ile ilgilidir. Uzay araştırmacıları bu duyguya uzaysal oriantasyon demektedirler. Denge sistemi iç kulaktadır ve beyine vücudun uzay içinde nerede olduğunu, pozisyonunun yönü, hangi yönde hareket ettiği ve dönüyor mu yoksa sakin durumda mı olduğunu bildirir. Denge duygunuz sinir sisteminin aşağıda belirtilen bölümleri arasındaki kompleks ilişkilerle sağlanmaktadır.
1. İç kulak (aynı zamanda labirent adını da almaktadır.) hareketin yönünü yani dönüp dönmediğini, ileri veya geri, bir yandan diğer yana ve yukarı veya aşağıya doğru olduğunu belirler.
2. Gözler vücudun uzay içindeki yerini (baş aşağı vs.) ve hareketin yönünü belirler.
3. Eklemlerde ve omurgada bulunan basınç reseptörleri vücudun hangi parçasının aşağıda olduğunu ve neresinin yere değdiğini belirler.
4. Kaslardaki ve eklemlerdeki algılama reseptörleri vücudun hangi parçasının hareket ettiğini belirler.
5. Merkezi sinir sistemi (beyin ve omurilik) daha önceki dört sistemden gelen uyarıları işler ve sonuçta koordinasyonu sağlanmış bir algılama ortaya çıkar.
Taşıt tutmasının bulguları ve baş dönmesi, merkezi sinir sistemine diğer dört sistemden birbirine zıt mesajlar geldiğinde ortaya çıkmaktadır. Örnek olarak fırtınalı bir günde uçağa bindiğinizi düşünün ve uçağınız hava akımlarından dolayı sallanmaktadır. Fakat gözleriniz bu hareketi algılamamaktadır. Çünkü bütün gördüğünüz uçağın içidir. Bunun sonucunda beyniniz birbiriyle uyuşmayan mesajlar almaktadır. Sizi bundan dolayı uçak tutabilir. Veya bir arabanın arka koltuğunda oturmuş kitap okuduğunuzu düşünün. İç kulağınız ve deri reseptörleriniz yolculuğun hareketini algılayacaktır. Ancak gözleriniz sadece kitabı görecektir. Bu nedenle sizi taşıt tutabilir. Gerçek bir tıbbi örnek vermek gerekirse bir darbeden dolayı yalnızca bir taraftaki iç kulağınızın hasarlandığını düşünün. Hasarlı iç kulak normal iç kulakla aynı mesajları göndermez. Bu beyine dönme eylemiyle ilgili yanlış bilgi verir. Kişi vertigodan veya dönüyormuş hissinden şikayetçi olabilir. Bazen bulantı da görülür.
HANGİ TIBBİ RAHATSIZLIKLAR BAŞ DÖNMESİNE NEDEN OLUR?
1. Dolaşım: Dolaşım bozuklukları baş dönmesinin en sık nedenleri arasındadır. Eğer beyniniz yeterince kan almazsa başınız dönmeye başlar. Hemen hemen herkes yatarken aniden ayağa kalktığında birkaç defa hissetmiştir, ancak bazı insanlar sık veya kronik nedenlerden ötürü baş dönmesi şikayetlerinde bulunurlar. Bu arterioskleroz (damar sertliği) dan dolayı olur. Bu rahatsızlık çoğunlukla yüksek tansiyon hastalarında, şeker hastalarında ve kan yağları yüksek olanlarda görülür. Bazen de kalp fonksiyonları yetersiz olanlarda veya kansızlık şikayeti olanlarda rastlanır. Bazı ilaçlar özellikle nikotin ve kafein beyne giden kan akımını azaltır. Dietteki çok miktarda tuz da kan akımının azalmasına neden olur. Bazen dolaşımında strese, sinirlenmeye veya gerginliğe bağlı olarak bazı bozukluklar olabilir. Eğer iç, kulak yeterince kan alamazsa daha özel bir baş dönmesi durumu olan vertigo ortaya çıkar. İç kulak kan dolaşımındaki değişikliklere çok hassastır. Bu yüzden beyin için bahsedilen zayıf kan dolaşımı durumlarının hepsi iç kulak için de geçerlidir.
2. Yaralanma: Kafatasında meydana gelen, iç kulağı da zedeleyen bir kırık sonrasında aşırı,kısıtlayıcı bir vertigoyla birlikte bulantı ve işitme kaybı gelişir. Baş dönmesi birkaç hafta sürer. Bu süre içinde normal taraf yavaş yavaş karşı tarafın fonksiyonlarını üstlenir.
3. Enfeksiyon: Virüslerden örneğin soğuk algınlığına neden olanlar iç kulağı ve onun beyinle olan sinir bağlantılarını etkileyebilirler. Bu kötü bir vertigoya neden olurken işitme genellikle etkilenmez. Buna rağmen bakteriler sonucunda oluşan enfeksiyonlarda hem denge hemde işitme fonksiyonlarının bozulmasına neden olur. Baş dönmesinin şiddeti ve iyileşme zamanı kırıklarda olduğu gibidir.
4. Allerji: Bazı insanlar allerjik oldukları besinlerle veya havadaki parçacıklarla karşılaştıklarında baş dönmesi veya vertigo ile karşılaşabilirler.
5. Nörolojik hastalıklar: Multipl Skleroz, sifiliz, tümör gibi sinir sistemini etkileyen hastalıklar dengenin bozulmasına neden olur. Bunlar nadir nedenler olmasına rağmen doktorunuz muayene sırasında bunları da düşünecektir.
ARAÇ TUTMASINA KARŞI NE YAPABİLİRİM?
1. Her zaman vücudunuzun hareketinin iç kulağınız ve gözleriniz tarafından aynı şekilde algılanabileceği bir yerde oturun. Örnek olarak arabanın ön tarafında oturup uzak manzaralara bakabilirsiniz veya geminin güvertesi ne çıkıp ufku izleyebilirsiniz yada uçakta cam kenarında oturup dışarıyı seyredebilirsiniz. Uçak yolculukların da hareketin en az olduğu kanat üstüne denk gelen koltukları tercih edin.
2. Eğer araba sizi tutuyorsa kitap okumayın yada zıt yöndeki koltuklara oturmayın.
3. Araç tutması olan bir başka yolcuyla konuşmayın veya onu izlemeyin.
4. Yolculuktan hemen önce yada yolculuk sırasında keskin kokulardan, baharatlı ve yağlı yiyeceklerden uzak durun. Araştırmalar halk arasında yaygın olarak kullanılan formüllerin etkinliğini bilimsel olarak kanıtlayamamıştır.
5. Doktorunuz tarafından tavsiye edilen ilaçlardan birini yolculuğunuzdan önce alın. Bu ilaçlardan bazıları reçetesiz olarak da satın alınabilir. Sakinleştirici veya sinir sistemini etkileyen ilaçlar için doktorunuzun reçetesi gerekir. Bazıları hap veya fitil şeklindedir bazıları ise (scopolamine) kulak arkasına yapıştırılabilen bantlar şeklindedir.
Şunu hatırlayın: Baş dönmesi ve araç tutması olaylarının büyük çoğunluğu hafiftir ve kişi bunu kendi kendine tedavi edebilir. Ancak ağır veya giderek daha da ağırlaşan vakalar Kulak Burun Boğaz, denge ve sinir sistemi konusunda uzman bir doktor tarafından takip edilmelidir.
DOKTOR BAŞ DÖNMESİ İÇİN NE YAPAR?
Doktorunuz baş dönmesini tarif etmenizi isteyecektir. Bunun bir göz kararması mı yoksa bir hareket hissi mi olduğunu, ne kadar sürdüğünü, işitme kaybı veya bulantı ve kusma olup olmadığını soracaktır. Hangi durumların baş dönmesi oluşturduğu da sorulabilir. Genel durumunuz, ilaç alıp almadığınız, kafa travması, son zamanlarda geçirilmiş bir enfeksiyon, ve kulağınızla, sinir sisteminizle ilgili birçok soruya cevap vermek durumunda olabilirsiniz. Doktorunuz kulağınızı, burnunuzu ve boğazınızı muayene ettikten sonra sinir sistemiyle ilgili bazı testler yapacaktır. İç kulak hem işitme hem de dengeyle ilgili olduğu için dengedeki bir bozukluk işitmeyi de etkileyecek veya bunun tersi olacaktır. Bu nedenle doktorunuz işitme testi (odiogram) isteyebilir. Bazı durumlarda kafatasınızın röntgenini, tomografisini veya manyetik rezonans ile görüntülenmesini veya iç kulağınızı uyarmak için kullanılan sıcak veya soğuk sudan sonra göz hareketlerinizi izleyecek bir test (elektronistagmografi - ENG) isteyebilir. Bazı durumlarda da kalbinizin değerlendirilmesini veya bazı kan testlerini önerebilir. Her hasta için her test gerekmemektedir. Doktorunuzun kararı hangi testlerin gerekli olduğunu belirleyecektir. Benzer olarak önerilen tedavi de konulan teşhis ile ilişkili olacaktır.
BAŞ DÖNMESİNİ AZALTMAK İÇİN NE YAPABİLİRİM?
1. Ani pozisyon değişikliklerinden kaçının. Örnek olarak yatar durumdan aniden ayağa kalkmayın veya bir taraftan diğerine ani olarak dönmeyin.
2. Aşırı kafa hareketlerinden (özellikle yukarı bakmak) veya hızlı baş hareketlerinden kaçının.
3. Dolaşımı bozacak (nikotin, kafein ve tuz) ürünlerinin kullanımını azaltın.
4. Baş dönmenize neden olan stresden, sinirlilikden uzak durun ve allerjiniz olan maddelere maruz kalmamaya çalışın.
5. Baş dönmeniz olduğunda araba kullanmak tehlikeli alet kullanmak veya merdiven tırmanmak gibi zarar verebilecek aktivitelerden uzak durun.

SİHİRLİ ANLAR - AC

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
BESİN ZEHİRLENMESİ
2/8/2007 -Kategori: SAGLIK


Besin zehirlenmeleri neden, nasıl olur?
Bir gıdaya, besin zehirlenmesine yol açan etken 3 yoldan ulaşır. Birincisi gıdanın kendisi bu etkeni içerir. Özellikle hayvan kaynaklı gıdalar, bunlar arasında da özellikle kümes hayvanları (hayvanların kendileri bu etkenlerle hasta olabildikleri için) bu tür bulaşta rol oynar. İkincisinde işlenmemiş gıdaya katılan maddeler nedeniyle bulaş olabilir. Üçüncüsünde ise gıdayı hazırlayan kişi veya gıdanın hazırlandığı çevreden bulaş olabilir. Bu nedenle ishalli kişiler, özellikle ellerinde veya vücutlarının başka bölümlerinde yara olan kişiler iyileşene kadar gıda hazırlamamalıdırlar. Çevreden bulaşın önlenmesinde ise gıdanın hazırlandığı ortamın temizliği, ısıtılmamış yiyeceklerle ısıtılmış yiyeceklerin aynı ortamda hazırlanıp sunulmaması, gıda hazırlayan kişinin ellerini sıklıkla yıkaması önemlidir .
Yukarıda tanımlandığı gibi asidite, düşük nem gibi gıdaya ilişkin bazı özellikler de o gıdada etkenin var olup olmayacağını belirler .

Hangi besinlerde dikkatli olunmalı ?
Besin zehirlenmelerinden özellikle yüksek proteinli gıdalar (hamburger, kümes hayvanları, yumurta, kremalı gıdalar vb…), kirli kullanma suyu veya insan dışkısının gübre olarak kullanıldığı koşullarda yeterince pişirilmeden tüketilen meyve ve sebzeler, özellikle fast food restoranlarda sunulan ızgara türü yiyecekler, hazırlanması sırasında çok işlem gerektiren yiyecekler (köfte vb.), pastörize edilmemiş süt ve bu sütten hazırlanan süt ürünleri, iki saatten fazla oda ısısında bekletilmiş ve tüketilmeden önce tekrar ısıtılmayan gıdalar ( zeytinyağlı yiyecekler, soğuk sandviçler, salatalar vb..), özellikle midye gibi kabuklular olmak üzere kirli denizlerden çıkarılan deniz hayvanları sorumlu tutulmaktadır. Eğer kümes hayvanı hasta ise, etken yumurtlama sırasında özellikle yumurtanın dış yüzeyine bulaştığından, kabuğu çatlak, kırık olan yumurtaların ve bunlardan hazırlanan salata, mayonez türü gıdaların da riskli olduğunu bir kez daha anımsatmak gerekir .

Besin zehirlenmelerinde tedavi nasıldır ?
Besin zehirlenmeleri genellikle kendiliğinden sınırlanan tablolar olduğu için çoğunlukla kaybedilen sıvının ağızdan alınan sıvılarla telafisi yeterli olmaktadır. Ancak bazı durumlarda mutlak hekime başvurmak gerekir .

Zehirlenen kişi nasıl beslenmeli ?
Besin zehirlenmesi tablosu olan kişilerde, ishal sırasında barsakların dinlenmeye gereksinimi olduğu ve gıda alımının olayı kötüleştirebileceği tarzındaki yanlış inanca bağlı olarak beslenmenin durdurulması doğru bir yaklaşım değildir. Tam tersine harap olan barsak hücrelerinin çabuk toparlanması ve hastalık nedeniyle kaybedilen enerji açığının kapatılması için uygun gıdalarla beslenmeye devam etmek gereklidir. İshal süresince süt ve sütte bulunan laktozu içeren diğer gıdaların ve kafeinli içeceklerin tüketilmemesi önerilmektedir. Tuzlu krakerler, çorbalar, yoğurt, kola türü içecekler, pirinç ve patetes tarzı besinler, çorbalar ve Oral Rehidratasyon Sıvısı (ORS) ishal sırasında tüketimi önerilen gıdalardır.
ORS paketleri sağlık ocakları veya eczanelerden sağlanabilir. ORS, paketlerin üzerindeki önerilere uygun olarak hazırlanmalıdır.
Ayrıca ishal için barsak hareketlerini durdurucu ilaçlar kullanmak genellikle bir yarar sağlamadığı gibi özellikle ateş, şiddetli karın ağrıları, karında kramplar, kanlı ishal gibi bulguların varlığında tehlikeli bile olabileceği unutulmamalıdır .

SİHİRLİ ANLAR

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
Beslenmenize göre diş bakımı
24/7/2007 -Kategori: SAGLIK
Beslenmenize göre diş bakımı

Sağlıklı dişler için günde üç defa diş fırçalamak her zaman yeterli değil. Bunun dışında ekstra bakım gerektiren durumlar da bulunuyor.


Çikolata, cips, bisküvi, gofret, mısır, simit, kek gibi atıştırmaya yönelik gıdaların çürük oluşumunu artırdığı ve bu tür gıdalar tüketildikten sonra ekstra ağız ve diş bakımı yapılması gerektiği bildirildi.

Diş Dostu Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Diş Hekimi Oktay Dülger, diş çürüğünün, doğru beslenme, doğru diş fırçalama ve düzenli diş hekimi kontrolüyle önlenebilen bir hastalık olduğunu söyledi.

Uzmanlar tarafından yapılan araştırmaların yalnızca günde üç defa diş fırçalamanın, diş çürüklerini önlemede yeterli olmadığını gösterdiğini ifade eden Dülger, sağlıklı dişler için ekstra bakım gerektiren durumlar bulunduğunu belirtti.

Öğünler arasında yenilen şekerli ve nişastalı gıdaların diş ve dişeti hastalıklarına yol açtığını belirten Dülger, şöyle devam etti:

"Çikolata, cips, bisküvi, gofret, mısır, simit, kek gibi atıştırmaya yönelik tüm gıdalar, çürük oluşumunu artırıyor. Bunları tükettikten sonra ekstra ağız ve diş bakımı yapılmalı. Nişasta ağız içinde şeker haline gelir, şeker ise diş yüzeylerinde çürük yapan asite dönüşerek diş dokularını eritir. 15 dakikada gözle görülür şekilde çürük oluşabiliyor.

Nişastalı, şekerli gıdalardan hayat boyu uzak durmak mümkün değil. Bu nedenle diş bakımını yeme düzenine göre yapmalıyız. İsviçre, çikolatanın en fazla tüketildiği ülkelerden biri olmasına rağmen, koruyucu diş hekimliğinde gelişmiş bir ülke olması nedeniyle diş çürüğü oranının da oldukça düşük olduğu bir ülkedir."

Dülger, diş fırçalamanın yanı sıra diş ipi, dil fırçası, ağız gargarası ve ağız duşunun da diş sağlığı için olmazsa olmazlar arasında yer aldığı vurguladı.

Oktay Dülger, en az altı ayda bir diş hekimi kontrolünün şart olduğunu söyledi.



SİHİRLİ ANLAR - ACİ

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız.
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
KAN BASINCINIZ NORMAL Mİ
17/7/2007 -Kategori: SAGLIK


KAN BASINCINIZ NORMAL Mİ
18 yaşından sonra her iki yılda bir kan basıncınızı ölçtürmelisiniz. Bu ölçümleri 50 yaşından sonra yılda bir defaya indirmelisiniz. Kan basıncınız tekrarlanan ölçümlerde 135-85 mmHg'nin üzerinde ise doktorunuzla görüşmeniz de fayda var.

Osman Müftüoğlu/ Hürriyet köşesinden alınmıştır.

Bu kategorideki önceki yazılara ulaşmak için " ÖNCEKİ " butonunu tıklayınız.
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
Şişmiş Konservelere Dikkat
10/7/2007 -Kategori: SAGLIK


Şişmiş Konservelere Dikkat

Sebze ve meyvelerin her mevsim bol bulunduğu ülkemizde, konserveler genellikle hazır yemekler için tercih edilir oldu. Hangi türü olursa olsun konservelerin gerek üretim teknolojisi ve gerekse saklama koşulları açısından belirli kuralları mevcuttur. Konserve alacakların özellikle dikkat etmesi gereken konu kapak kısmının görüntüsü olmalıdır. Normal koşullarda bu kısım içe göçük olur. Eğer kapak dışa doğru bombelenmişse, bu konserve sizi tehlikeli şekilde zehirleyebilir. Botulizm denilen türdeki gıda zehirlenmesinde, bulantı, kusma ve ishalin yanısıra, görme bulanıklığı ya da çift görme, yutkunma ve nefes alma zorluğunun yanısıra ileri derecede güçsüzlük vardır. Bu tür belirtisi olanlar acilen bir sağlık kuruluşuna başvurmazsa, tüm vücutta ve solunum kaslarında ölümcül derecelere varabileben felçler görülebilir.

Turk.net sağlık bölümünden derlenmiştir.

Hepatit B Aşısı Oldunuz Mu?
9/7/2007 -Kategori: SAGLIK
Hepatit B Aşısı Oldunuz Mu?
Bulaşıcı sarılık tiplerinden biri olan Hepatit B toplum sağlığı açısından AIDS'den daha büyük bir risk yaratıyor. Türkiye'de Hepatit B virüsü taşıyıcısı olanların sayısı milyonlarca… Bu kişilerin çoğu hastalık virüsünü taşıyıcı olduklarını farkında bile değil. Hepatit B, kan ve vücut salgıları aracılığıyla bulaşabiliyor. Hastalığı kronikleşerek siroza ya da karaciğer kanserine varma olasılığı yüksek. Hepatit B virüsüne karşı koruyucu aşı var. Virüsle karşılaşmadan yapılacak aşı ile korunmak mümkün. Henüz aşı olmadıysanız, ilk fırsatta olmayı ihmal etmeyin.

Türk.net sağlık bölümünden alınmıştır.

Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
Antibiyotikleri Gereksiz Kullanmayın
6/7/2007 -Kategori: SAGLIK



Ateş yükseldikçe antibiyotik kullanma eğilimimiz var. Oysa antibiyotikler, bakteri türü hastalık etkenleri üzerinde etkilidir. Bunların dışındaki ateş yükseltici etkenlere antibiyotiklerin bir etkisi yok. Antibiyotikleri gereksiz ya da önerilen doz ve süre dışında kullanmak vücutaki yararlı bakterileri yok ettiği gibi, bazı zararlı bakterilerin antibiyotiklere direnç kazanmasına da yol açabiliyor. Antibiyotiklere direnç kazanmış bakterilerle oluşan infeksiyonlarla karşılaşıldığında da yapılabilecek şeyler çok kısıtlanmış oluyor

Türk.net sağlık bölümünden alınmıştır.
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
Gıda Zehirlenmesine Dikkat
4/7/2007 -Kategori: SAGLIK


Gıda Zehirlenmesine Dikkat

Yaz gelince gıda zehirlenmesi olayları da sıklaşıyor. Bunun en önemli nedeni, sıcaklarda bakterilerin üreme hızının artması. Bir başka neden de sinek, böcek gibi haşerelerin çoğalması. Kan ve et gibi proteinli maddeler, bakterilerin üremesi için en uygun ortam. Açıkta duran gıda maddelerine konan sinekler ayağında mikrop taşıyor, sıcakta mikroplar hızla çoğalıyor. Yiyeceklerinizi mutlaka buzdolabında saklayın. Et doğramakta, sebze ayıklamakta kullandığınız bıçakları iyice yıkamadan pişmiş gıdalarda ve başka bir yemeği hazırlamada kullanmayın.
Türk.net sağlık bölümünden alınmıştır.
Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
Hamileler iyi pişmemiş etten uzak durmalı
2/7/2007 -Kategori: SAGLIK



Hamileler, iyi pişmemiş etten uzak durun.

Toksoplazma adı verilen parazit bebeklerin sakat doğmasına neden olabilir. Toksoplazma kedilerde yaşayan bir parazit olmakla beraber tek kaynak kediler değil. İyi pişmemiş etler de önemli bir kaynak. Ayrıca toprak da tokoplazma kaynakları arasında. Bu nedenle özellikle çiğ yenilen sebzeler, salatalar ve meyvalar da bulaşmaya yol açabiliyor. Eğer hamileyseniz ya da hamile kalmayı planlıyorsanız çiğ yenilecek sebze ve meyvenin temiz suyla iyice yıkandığına emin olun ve yiyeceğiniz etlerin de iyice pişmesini sağlayın.
Türk.net sağlık bölümünden alınmıştır.

Yorum (yok) Yorum yaz! Kalıcı Bağlantı
Sigara içenler C vitaminini ihmal etmemeliler
26/6/2007 -Kategori: SAGLIK



En doğrusu sigarayı hiç içmemek ama bu başarılana kadar bazı önlemlerle zararı azaltmak da gerekiyor. Sigara içilmesi vücutta C vitamini tutulmasını olumsuz etkiler. Böylece sigara içenlerde C vitamini eksiklikleri oluşabilir. Bu nedenle sigara içenlerin taze sebze ve meyve ile ya da ilaç şeklinde C vitamini almaları doğru olacaktır. Ayrıca sigaranın vücutaki olumsuz etkilerinin bir kısmını, C vitamininin antioksidan etkisi ile azaltmak da mümkündür. Ancak bütün bunlardan arda kalan zararların da büyük olduğunu unutmayın.

Turk.net sağlık bölümünden alınmıştır
Su ve Tuz İhtiyacı
25/6/2007 -Kategori: SAGLIK



SU VE TUZ İHTİYACI

Sıcakların rekor dereceye yükseldiği bu günlerde bol bol terliyor, bol bol su ve meşrubat içiyoruz. Peki tuz almaya özen gösteriyor muyuz?
Ter, bol miktarda tuz içerir. Aşırı miktarda terleyince su ile birlikte vücuttaki tuz miktarı de azalıyor. Tuz almaksızın su ve meşrubat içtiğimizde kandaki yoğunluk düşer. Böylece hücrelerin içine su girişi olur ve hatta hücreler patlayabilir de. Su zehirlenmesi denilen bu tablo ölüme bile yol açabilir. Bol su içiyorsanız tuzu da ihmal etmeyin.
Turk.net sağlık bölümünden derlenmiştir.

Hiç yorum yok: