19 Aralık 2010 Pazar

Merhaba, ben iyiyim, siz nasıl sınız ?




Uzuuun bir aradan sonra bütün içtenliğimle herkese merhaba arkadaşlar.

Sağlık ve iş durumumla ilgili olarak beni arayan, mail gönderen, mesaj yazan herkese yürekden teşekkür ederim.
Düşünüldüğünü bilmesi, önemsenildiğini hissetmesi, insana kuvvet ve moral veriyor. Bu duyguları bana sürekli yaşattığınız için varolun dostlarım.

Hem sevgili sizler, hem çok kıymetli ailem, hem de işinin ehli harika doktorlarım sayesinde, iyileştim, toparlandım, sapasağlam bir şekilde artık sahalardayım nihayet :-)

Değerli doktorum sayın Halil Algan’ın yaptığı ağrı enjeksiyonu sayesinde düzeldiğimi söyleyebilecek duruma geldim çok şükür. Yatak istirahatim Perşembe günü bitti. 2 - 3 ay kadar kendime dikkat ettiğim taktirde hiç birşeyim kalmayacak inşallah. Çok şükür ki ülkemizde artık böyle tedevi imkanlarımız var. Boyun ve bel ağrısı yaşıyorsanız, ameliyat olmadan önce mutlaka bir ağrı merkezine görünmenizi tavsiye ediyorum.


Hayatımı tekrar yapılandırıyorum, çok güzel planlarım var ve hepsini sizlerle de paylaşacağım tabiki. Bu uzun sessizliğin arkasından gelen ilk yazı olduğu için gelişmeleri sonraki yazımda bildireceğim.


Umarım yokluğumda sizlerin de hayatında güzel gelişmeler olmuştur. Blog ziyaretlerinizde görüşmek üzere her birinize ayrı ayrı sevgilerimi gönderiyorum.


İyi haftalar dileklerimle,

Güngör.


30 Kasım 2010 Salı

15 Yıllık Meslek Hayatım Sona Erdi

Evet, doğru okudunuz Arkadaşlar.
Yazması kolay, alışması çok zor olsada, 15 yıllık meslek hayatım geçen hafta sona erdi.
Bankanın kararı tarafıma bildirildiğinde, kendimi öyle karanlık bir kuyuda hissettim ki kör oldum zannettim. Gözüme uyku girmeden sabahladığım ilk gece yatağım iğne olup battı sabaha kadar.

Ama insanoğlu herşeye alışıyormuş.
Zaman herşeyin ilacıymış.
İnsan karanlıkda da yürümeyi öğreniyormuş.
Bugün daha iyiyim çok şükür.

Aklımda acı tatlı bir dünya anı, yüreğimde kırgınlıklarım, cebimde yeni beklentilerim, birgün her şeyin çok güzel olacağına inanarak, yeni bir yolculuğa çıktım yani.

Bunu bir bitiş olarak değil, başlangıç görerek devam edeceğim hayatıma. Biliyorum ki ne olursa olsun sisler birgün mutlaka dağılacak.

Her şeye rağmen geçekden güzel bir 15 yıldı.

Hayatımdaki herşeyi sizlerle paylaştığım için bunu da bilmenizi istedim.

Hepinize sevgilerimi gönderiyorum.

Güngör.

15 Kasım 2010 Pazartesi

KURBAN BAYRAMIMIZ MÜBAREK OLSUN

Image Hosted by ImageShack.us

Muhakkak Biz, sana Kevseri'i verdik.
Sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!
Doğrusu sana kin besleyendir soyu kesik olan!
KEVSER SURESİ

Merhaba arkadaşlar,
Ramazan bayramından sonra çok şükür Kurban bayramını da karşıladık. Her bayram olduğu gibi bu bayramda da, evimizin erkekleri namazdan gelmeden annemin kalk komutu ile uyanıp sofrayı hazırlamaya koyulacağım. Babam ve kardeşlerim namazdan geldiklerinde de bayram başlamış olacak...

Kurbanımız bugün geldi. Bahçemizin durumu, aile büyüklerimin bilgisi ve becerisi, islami şartlara uygun ve kurban kesme adabına elverişli olduğundan kurbanımızı bahçemizde keseriz hep. Kurbanımız hisselere bölünmeden bir tencere eti kuşbaşı doğrayıp pişirmeye başlarız. Etler pişedursun, kuzenimle ben bahçede büyük bir sofra hazırlarız. Sonra bahçeye gelsin ev yapımı baklavalar, gitsin sarmalar. Yorucu olsada çok severim bu koşturma saatlerini. Hele arkasından içilen çaylar yok mu, valla alıyor bütün yorgunluğumu. Gerçi o kadar kalabalık oluyoruz ki tepsideki son çay bardağını dağıttığımda ilk çay verdiğim kişinin bardağı boşalmış oluyor. Sonra hadiiii aynı sırayı bir daha dön :-)

Bütün servis bittikden sonra kendimi ağırlıyorum. Alıyorum bir fincan tomurcuk kokulu açık çayımı, yorgunlukdan zonklayan ayaklarımı uzatıp yudumlamaya başlıyorum bende keyifle.

Çok şükür her bayram misafirle dolup taşar evimiz...Bayram, bayram gibi yaşanır yani.. Büyüğün eli öpülür, küçüğün başı okşanır. Uzakdaki büyüklere telefon açılıp hayır duaları alınır.

Kimseye akıl öğretmek yada ahkam kesmek gibi bir amacım yok kesinlikle. Ama bayramların amacını aşıp tatil günü olarak değerlendirilmesine üzülüyorum.
Bayramları tatil kaçamağı olarak değerlendirip " amaaaan be nerde eski bayramlar " nostaljisini de ilk kendileri yapanlara da çok şaşıyorum doğrusu ...

Son olarak tüm islam aleminin mübarek kurban bayramını eeeen içten dileklerimle kutlar, dargınlıkların son bulduğu, sevgi, barış ve hoşgörünün tüm dünyaya hakim olduğu daha nice hayırlı bayramlar diler, büyüklerimin ellerinden , küçüklerimin gözlerinden yaşıtlarımın yanaklarından öperim...
Sevgilerime, Güngör Ekinci.

9 Kasım 2010 Salı

Şems-i Tebrizi'nin 40 Kuralı ( Gönlü Geniş Ve Ruhu Gezginlerin Kırk Kuralı )



- Birinci Kural:
Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar.
Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sende korku ve utanç içindesin çoğunlukla...Yok eğer Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

- İkinci Kural:
Hak Yol' unda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil.
Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil.
Nefsini bilenlerden ol silenlerden değil!

- Üçüncü Kural:
Kuran dört seviyede okunabilir.
İlk seviye zahiri manadır.
Sonraki batıni mana.
Üçüncü batıninin batınisidir.
Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.

- Dördüncü Kural:

Kainattaki her zerrede Allah' ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescidde, kilisede, havrada değil, her yerdedir.
Allah' ı görüp yaşayan olmadığı gibi, O' nu görüp ölen de yoktur. Kim O' nu bulursa sonsuza dek O' nda kalır.

- Beşinci Kural:
Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır.
Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını.
"Aman sakın kendini" diye tembihler.
Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: " Bırak kendini, ko gitsin! "
Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer.
Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

- Altıncı Kural:Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır.
Sen sen ol, kelimelere fazla takılma.
Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Aşk dilsiz olur.

- Yedinci Kural:Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, Hakikat' i keşfedemezsin.
Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.

- Sekizinci Kural:
Başına ne gelirse gelsin karamsarlığa kapılma.
Bütün kapılar kapansa bile, O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar.
Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var.
Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır.
Dileğin gerçekleşmediğinde de şükret.

- Dokuzuncu Kural:
Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir.
Sabır nedir?
Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir.
Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder.
Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

- Onuncu Kural:
Ne yöne gidersen git, -doğu, batı, kuzey ya da güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün!
Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.

- Onbirinci Kural:
Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz.
Senden yepyeni taptaze bir "sen" zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.

- Onikinci Kural:
Aşk bir seferdir.
Bu sefere çıkan her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir.
Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.

- Onüçüncü Kural:Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı hoca şeyh şıh var.
Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir.
Tutup da ona hayran olmaya değil.

- Ondördüncü Kural:

Hakk' ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine teslim ol.
Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın.
"Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir" diye endişe etme.
Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?

- Onbeşinci Kural:
Allah içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldür.
Tek tek herbirimiz tamamlanmış bir sanat eseriyiz.
Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır.
Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.

- Onaltıncı Kural:
Kusursuzdur ya Allah, O'nu sevmek kolaydır.
Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir.
Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir.
Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan'dan ötürü yaradılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir, ne de layıkıyla sevebilirsin.

- Onyedinci Kural:
Esas kirlilik dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur.
Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır.
Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

- Onsekizinci Kural:
Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir.
Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil, bizzat içimizde bir sestir.
Şeytanı kendinde ara ; dışında başkalarında değil. Ve unutma ki nefsini bilen Rabbini bilir.
Başkalarıyla değil, sadece kendiyle uğraşan insan, sonunda mükafat olarak Yaradan'ı tanır.

- Ondokuzuncu Kural:
Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları.
Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir.
Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin.
Yakında gül yollayacak demektir.

- Yirminci Kural:
Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir.
Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.

- Yirmibirinci Kural:
Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık.
Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı.
Farklılıklara saygı göstermemek kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakk' ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.

- Yirmiikinci Kural:
Hakiki Allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur.
Ama bekri aynı namazgaha girdi mi orası ona meyhane olur.
Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.

- Yirmiüçüncü Kural:
Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret.
Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki, ağlar perişan olur onun için.
Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar.
Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz.
Aşırılıktan uzak dur.

- Yirmidördüncü Kural:
Mademki insan eşref-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi,
atttığı her adımda Allah'ın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukta hareket etmelidir.
İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile gene başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.

- Yirmibeşinci Kural:
Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama.
İkisi de şu an burada mevcut.
Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında.
Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak, nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.

- Yirmialtıncı Kural:

Kainat yekvücut, tek varlıktır. Her şey ve herkes gözünmez iplerle birbirine bağlıdır.
Sakın kimsenin ahını alma, bir başkasının hele hele senden zayıf olanın canını yakma.
Unutma ki dünyanın öteki ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir.
Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.

- Yirmiyedinci Kural:
Şu dünya bir dağ gibidir. Ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir.
Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır.
Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır.
Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et.
Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak.
Senin gönlün değişirse dünya değişir.

- Yirmisekizinci Kural:

Geçmiş, zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret.
Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi.
Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz.

- Yirmidokuzuncu Kural:
Kader hayatmızın önceden çizilmiş olması demek değildir.
Bu sebepten "ne yapalım kaderimiz böyle" deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir.
Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir.
Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir.
Öyleyse ne hayatına hakimsin, ne de hayat karşısında çaresizsin.


- Otuzuncu Kural:
Başkaları tarafından kınansan, ayıplansan, dedikodun yapılsa hatta iftiraya uğrasan bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kötü laf etme. Kusur görme. Kusur ört.

- Otuzbirinci Kural:

Hakk'a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı.
Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir.
Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık, kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp...
Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız.
Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar, kimimiz ise ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.

- Otuzikinci Kural:
Aranızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki, Tanrı'ya saf bir aşkla bağlanabilesin.
Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma.
Bilhassa putlardan uzak dur dost.
Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma!
İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!

- Otuzüçüncü Kural:

Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun.
İnsanın çömlekten farkı olmamalı.
Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutanda benlik zannı değil hiçlik bilincidir.

- Otuzdördüncü Kural:
Hakk'a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir.
Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır, emin bir beldede yaşar.

- Otuzbeşinci Kural:Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz.
Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Tanrıya inanmayan kişi ise içindeki inananla.
İnsan-ı kamil mertebesine varana kadar gıdım sıdım ilerler kişi.
Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.

- Otuz atıncı Kural:
Hileden, desiseden endişe etme.
Eğer birileri sana tuzak kuruyor zarar vermek istiyorsa, Tanrı da onlara tuzak kuruyordur.
Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sisitem karşılıklar esasına göre işler.
Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer.
O'nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz, Sen sadece buna inan!

- Otuzyedinci Kural:
Tanrı kılı kırk yararak titizlilke çalışan bir saat ustasıdır.
O kadar dakiktir ki, sayesinde her şey zamanında olur.
Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç.
Her insan için biz aşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı.

- Otuzsekizinci Kural:

"Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazırmıyım?" diye sormak için hiç bir zaman geç değil.
Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.
Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık.
Her an her nefeste yenilenmeli.
Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

- Otuzdokuzuncu Kural:
Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar.
Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır.
Hem bütün hiç bir zaman bozulmaz, her şey yerli yerinde kalır merkezinde...
Hem de bir günden bir güne hiç bir şey aynı olmaz.

- Kırkıncı Kural:
Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır.
Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma!
Ayrımlar ayrımları doğurur.
AŞK'ın ise hiç bir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.
Başlı başına bir dünyadır aşk.
Ya tam ortasındasındır merkezinde, ya da dışındasındır hasretinde.


Bu arada merak eden arkadaşlarım için belirteyim. Belimde fıtık tespit edildi.
Doktorum tedaviye ilaçla devam etme kararı aldı.
Çok şükür ağrılarım bugün biraz olsun azalmaya başladı.
Herkese sağlıklı günler diliyor sevgilerimi gönderiyorum.





1 Kasım 2010 Pazartesi

İLK BLOG ÖDÜLÜM


Malum, rahatsızlığım nedeni ile internete pek giremiyorum.
Günler sonra bloğuma girmiştim ki çok sevgili Asuman hanım tarafından blog ödülüne layık görüldüğümü öğrendim ve çok mutlu oldum.

İlk kez blog ödülü aldığım için mutluluğum da çok fazla tabiki.
Bana bu mutluluğu yaşattığı için sevgili Asuman hanıma yürekden çok teşekkür ediyorum.
Ve gereği üzere ben de 5 blogger arkadaşıma bu güzel hediyeyi gönderiyorum.

Umarım sizler de benim kadar sevinirsiniz.
Herkese kocaman sevgiler...

Bu arada belimin ağrısı hala devam ediyor, MR sonuçlarım yarın belli olacak.
Hayırlısı. Ciddi bişeyimin olmamasını ümit ediyorum.

Sevgili İşitme Kaybı

Sevgili Leylak Dalı

Sevgili Düşler Denizi

Sevgili Yürekten Kaleme

Sevgili Selma Er

17 Ekim 2010 Pazar

Selam


"Güldü, gülistan oldu" derler ya, işte tam da o durumdayım.
Daha yeni yeni toparlanıyordum ki, şimdi de belim tutuldu.
Onun için bir süredir uzak kalmıştım sanal dünyadan.
Bugün daha iyiyim çok şükür.

Sizler nasılsınız?

Umarım herkes iyidir, keyifler yerindedir.
Kısa kısa da olsa blog ziyeretlerinize gelmeye çalışacağım bugün.

Hepinize sevgilerimi gönderiyor, güzel bir hafta diliyor, hayata dair söylenmiş güzel sözlerle baş başa bırakıyorum sizleri.

Fotoğrafın yazıyla ilgisi yok biliyorum ama canım künefe istiyor. Bari fotoğrafını yayınlayayım dedim. :-)
HOŞ ça kalın.


Budalalar da akıllı gibi hareket ettikleri ölçüde tuhaf hale düşerler…Heinrich Heine
Biri sizi bir defa aldatırsa suç onundur, ikinci defa aldatılırsanız bilin ki suç sizindir…Sarah Bernhardt
Çocuklar donmamış beton gibidir, üzerlerine ne düşse iz bırakır…Haim Jinott
Evlilikte başarı,yalnız aradığı kişiyi bulmakta değil ,aynı zamanda aranan kişi olmaktadır…
Foster Wood
İki şeyin elden gitmeden değerini takdir etmek zordur: Biri gençlik, öteki de sağlık…
Hz. Ali
Gerçeği her zaman savun, anlayan olmasa bile vicdanına karşı hesap vermekten kurtulursun..
Herbert George Wells
Ufak tefek sıkıntılar sineklere benzer, biraz hareket onları dağıtır…
J.Gustav White
El, ayağın çalışmasından hoşnut değilse, sorumlu baştır…
Nizami
Yaşlandığında çocuklarından bekleyeceğin şey senin babana yaptığındır…
Pittacus
Hayatı kaybetmekten daha acı bir şey vardır:Yaşamanın manasını kaybetmek…
Burhan Toprak
Yemine gerek görmeyecek kadar sözlerine sadık ol…
Dale Carnegie
Tartışmalarda öfkelendiğimiz vakit, gerçek için değil kendi hesabımıza
çalışmaya başlarız…Thomas Carlyle
Gerçeği insanların ölçüleri ile değil, insanları gerçeğin ölçüsüyle tanı…
Hz. Ali
Gülmek için mutlu olmayı beklemeyiniz, belki gülmeden ölürsünüz…
Victor Hugo

3 Ekim 2010 Pazar

KİTAP TAVSİYELERİM VAR

Uzun süredir okuduğum kitapları sizlerle paylaşamadığımı fark ettim. Onun için son okuduğum kitapların, en beğendiğim dördünden bahsetmek istedim bugün.

İlki, Ağustos ayı başlarında tanıştığım blog arkadaşım sevgili Selma hanımın hediyesi olan 101 yazarın 100 sokağı anlattığı, İstanbul Sokakları isimli eser. Hemen belirteyim, yazarlardan ikisi aynı sokağı anlattığı için 101 sokak değil 100 sokak olmuş. Yazarlar sokaklarını anıları ile anlattıkları için 100 sokak 100 anı da diyebiliriz kitapı tanıtmak için.

101 yazardan 25’i kadın; en yaşlısı 1925 en genci 1983 doğumlu. 101 sokaktan 35’i Anadolu yakasında geçiyor.

Kitap genel olarak güzel ama ben en çok Baki Ayhan T. nin anlatımıyla Kadıköy Serasker Sokağını, Cengiz Bektaş dan Üryanizade Sokağını ve Ece Temelkuran’ın anlatımıyla Kuzguncuğu beğendim. Sevgili Selma hanıma nazik hediyesi için bir kez daha teşekkür ederim.


İkinci Kitap Nilda Ferhan Efeçınar 'dan Kuantum Diyarı'nda Kelebekleri Özgürleştirmek.
Yazar kitabında kuantum sayesinde takıntılarından, hayatlarına koydukları blokelerden, endişelerden kurtulan insanları kozasından çıkıp özgürleşen kelebeklere benzetmiş.
Ayrıca Nilda hanım her Cuma saat 22:00 da Skytürk televizyonunda Kuantum sıçramayla ilgili de şahane bir program yapıyor. Kitabı okumanızı ve bu programı da mutlaka izlemenizi öneriyorum. Çok faydasını göreceğinize eminim.

Üçüncü kitap Sandra Anne Taylor' dan Kuantum Başarı Zenginliğin ve Başarının Şaşırtıcı Bilimi

“Düşüncelerinizin ve bütün isteklerinizin gerçeğe dönüştüğünü görmek nasıl bir şey olurdu?” diye yazıyor kitabın arka kapağında.
Sizce nasıl olurdu?
İşte hayallerinizi gerçeğe dönüştürmek istiyorsanız bu kitabı da mutlaka okumanızı öneriyorum.

Ve son olarak Helen Keller’ın Her Şey Su İle Başladı Hayatımın Hikayesi adlı kitabını öneriyorum.
Helen Keller 1880-1968 yılları arasında yaşamış kör, sağır ve dilsiz Amerikalı bir pedagogdur. Bakan körler, işiten sağırlar ve konuşan dilsizlerle dolu olan bir dünyada o gören bir kör, duyan bir sağır ve kendini ifade edebilen bir dilsiz olmuş.
Onun hayat hikâyesini okuduğunuzda, "zor" yaşamınızı kolaylaştırma gücünün kendinizde olduğunu da keşfedeceksiniz.
Sevgilerimle, Güngör.

29 Eylül 2010 Çarşamba

İYİKİ DOĞDUN GÖKHAN



Biz Ortaokula giderken ev ekonomisi dersimiz vardı.
3.sınıfta derse müfettiş geldi, hepimize sırasıyla kaç kardeş olduğumuzu sordu.
4 kardeş ve üstü olan arkadaşları çok azarlamıştı. Dersimizin hocası da müfettişle bir olup arkadaşlarımızı arazlayarak bize aile planlamasından bahsetmeye başlamışlardı.

O gün arkadaşlarımın durumuna çok üzülüp - " Allahım iyiki 3 kardeşmişiz diye sevinmiştim". Ama bu olay beni çok fazla rahatsız etmişti.

Aradan birkaç ay geçmişti ki annem ne dese beğenirsiniz ?
- Güngör bir kardeşin daha olacak.

Günlerce ağladım 4.kardeşi istemiyorum diye. Fakat dikkatinizi çekerim istemediğim aslında kardeş değil, DÖRDÜNCÜ kardeşti. Ve tek derdim "ben arkadaşlarıma 4 kardeş olduğumuzu nasıl söylerim "di. Hakan’la, Güler havalara uçuyorlardı yeni bir kardeş geliyor diye, bense yastaydım.

Annem, babam, teyzelerim ve yengem, dokuz ay boyunca dört koldan beni ikna etmeye çalıştılar :
- Bak, bir doğsun tapacaksın ona, en çok sen seveceksin, kimseye bırakmayacaksın
vs. vs.....Ama üzüntüden kimseyi dinleyecek halim yoktu.

Neyse, 13 yaşımdayken annemle babam beni takmadılar tabi :-)
Araya yaz tatili girdi, arkadaşlarımı ve ev ekonomisi hocamızı görmediğim için biraz daha rahattım, artık ağlamıyordum. Günler ayları kovaladı, liseye başladım. Okulun ilk haftasının ilk Perşembe gecesi annemin sancıları tuttu. Cuma günü sabaha karşı Gökhan aramıza katıldı.

Ogün okula gitmedik. Öğle saatlerine doğru hastaneye gittik. Gökhan, bebek yatağında yatıyordu ve yatağın üzeri bir örtü ile kapalıydı. (Ozamanlar öyleydi nedense, çocuklar kundaklanır öyle sere serpe yatırılmazdı.)

Herkesin gözünün üzerimde olduğunun farkındaydım. Biraz istekli biraz isteksiz, biraz sevinçli biraz sinirli, Gökhan’ın üzerindeki örtüyü kaldırdım.

Allahım o ne ?
Inının ınının ınının ııııııınnnnn...
Bir bebek bu kadar mı güzel olur ?

İşte o saniyelerden sonra Gökhan bir yana dünya bir yana oldu benim için.

Diğer kardeşlerimi hatta bütün ailemi çok severim, zaten bunu da herkes bilir.
Ama aramızda 14 yaş var, belki de bunun için Gökhan benim hem kardeşim hem çocuğum gibi oldu.

Gök, büyümeye başladığında önemli olaylarını not etmeye başlamıştım. Sonra derken okulda ne olmuş ne bitmiş, kim ne demiş, herşeyini benimle paylaşmaya başladı. Ozamanki çocuk aklıyla ne tatlı şeyler anlatırdı bilemezsiniz. Sonra bunların hepsini bir defterde toplamaya karar verdim, 18. yaş gününe kadar aksatmadan herşeyi yazdım.

Bana ilkokul 1.sınıfa giderken doğum günümde hediye olarak minik bir yıldız vermişti bir de not yazmıştı saklamıştım. İlk dişini de saklamıştım. Hatta 1.sınıfta kullandığı defterlerini, kalemlerini, ona en çok yakışan minicik kıyafetlerini de ayırmıştırm. 18.doğum gününde hepsini paketleyip ANI’larıyla birlikte doğum günü hediyesi olarak vermiştim çok duygulanmıştı.

Sevgili kardeşimin bugün karşılayacağı yeni yaşını buradan da kutlamak istedim.

Canım benim,
Zaman bizi ne ile karşılaştırırsa karşılaştırsın, hayat bizlere ne sunarsa sunsun, her zaman yanında / yanınızda olacağımı bilmeni isterim. Tüm beklentilerinin gerçekleştiği mutlu, sağlıklı, başarılı, huzurlu bir ömür diler yanaklarından öperim.

Doğum günün kutlu olsun.
İyi ki doğdun, iyi ki varsın.

Sevgilerimle,
Ablan Güngör Ekinci

26 Eylül 2010 Pazar

BEYKOZ KORUSUNDA KAHVALTI

Bugün canım dostum Nahide’ciğimle birlikte, Beykoz Korusu Sosyal Tesisine kahvaltıya gittik. Boğaza nazır bir mekanda bulunan koru, zamanında Padişah 2. Abdulhamit’in vezirlerinden Abraham Paşa’nın mülkiyetindeymiş. 3760 m2 alana sahip koruda seyrine doyum olmayan bir bahçe, köşk, kuş haneler, iki mağara, havuzlar ve bir de saray kalıntısı var.

Asırlık ağaçları, eşsiz boğaz manzarası ve yeşilin çeşitli tonlarını görebileceğiniz dokusuyla Beykoz Korusu, düğün , nişan ve toplantı gibi her türlü sosyal organizasyonunuzu gerçekleştirebileceğiniz bir mekan olmakla birlikte, bizim gibi dost sohbetleri de yapabileceğiniz harika bir yer.

Ayrıca burada yürüyüş yaparak oksijen depolayabileceğiniz gibi, aletli spor aktivitelerinin de rahatça yapılabildiği bir bölüm var.

Bizim için gerçekten çok keyifli bir gün oldu. Sonrasında sahildeki çay behçesine geçip birer de çay içip öyle döndük evlerimize. Şimdi sizleri bu güzel günün, güzel fotoğrafları ile başbaşa bırakıyor iyi seyirler diliyorum.

Fotoğrafları üzerlerine tıklayarak büyütebilir siniz.

Sevgilerimle Güngör.












































20 Eylül 2010 Pazartesi

YARIŞMADA BEN DE VARIM

Bir süre önce rahatsızlığımdan dolayı blog arkadaşlarımın bloglarını ziyaret edememiştim. Ama öyle güzel şeyler yaşanıp yüreklerden sayfalara dökülüyor ki birşey kaçırmış olmayayım diye iyileştikden sonra sayfaları geriye dönük olarak okumaya başladım.

İşte bu blog ziyaretlerinden birinde sevgili arkadaşım Leylak Dalının buradan ulaşabileceğiniz yazısını gördüm. İşte o an keşke bir yarışma olsa da ben de şansımı denesem diye içimden geçirdim.

Sonra bu sayfayı kapatıp yine blog arkadaşlarımdan sevgili Düşler Denizinin bloğunda dolaşmaya başlayınca gözlerime inanamadım. Sayfalardan birinde buradan ulaşabileceğiniz yarışma haberini gördüm.

Allah taleplerime hep karşılık veriyor çok şükür, ama hiç bu kadar çabuk gerçekleşen olmamıştı. Bir yarışma istedim ve yarışma haberi geldi.

Eh madem yarış istedin al sana yarışma Güngörcüm dedim kendi kendime.

Ve http://www.zamanehatunlari.com/ adresine ben de hikayemi gönderdim.

Hikayemin adı Bir Ömür Böyle Geçti olup buradan direkt siteye ulaşabileceğiniz gibi aşağıdan da okuyabilirsiniz.

YARIŞMA HAKKINDA BİLGİ
Garanti Emeklilik ve ELELE Dergisinin birlikte düzenledikleri yarışmanın son baş vuru tarihi 01.Ekim.2010
Hala şansınız var yani.
Hikayenizde İş çevresinde geçen gerçek yaşam hikayelerinize değinmeniz,
Kadın olmanızdan dolayı karşılaştığınız engellere ürettiğiniz kadınca çözümlerinizi , varsa Hayatın içinden ilham verici, iyileştirici, gülümsetici, düşündürücü anılarınızı paylaşmanız bekleniyor.
Katılan herkese bol şans dilerim,
Sevgiler. Güngör




BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ

İnsan romana benzettiği hayatından hikaye yazmaya çalışınca, hangi birini yazsın bilemiyor. Sanki yazılmayan anılar dile gelip "beni yaşamasaydın şimdi bu Güngör Ekinci olamazdın" diyeceklermiş gibi hissediyorum.

Onun için, nasıl geçmiş koca bir ömür diyerek baktım geriye, ve kaleme almaya çalıştım yaşadıklarımı, hatta yaşadıklarımızı.
İncindim mi ? İncittim mi?
Büyüdüm mü ? Yaşlandım mı ?
Arttım mı ? Eksildim mi ?
Ağladığım kadar gülebildim mi? Sorguladım yaşamımı.

1975 yılının çok soğuk ve karlı 26 Aralık gününde Rize' li bir anne ve Kars' lı bir babanın ilk çocuğu olarak dünyaya gelmişim. Kendi ailelerinde sevgi ile büyüyen, farklı kültürlere sahip iki insanın birbirlerini severek yaptığı evlilikten meydana gelen dört çocuğun ilkiyim. Anne tarafımın ilk torunu ilk yeğeni, baba tarafımın İstanbul’ da doğan ilk torunu, ilk yeğeniyim. İlk çocuk, ilk torun, ilk yeğen olarak çok mutlu, sevgi dolu bir çocukluk geçirdim. Fatma annemin Eyip babamın ilk göz ağrısı kızları Güngör oldum önce. Hakan’ ın, Güler’in, Gökhan’ ın ablası Güngör oldum sonra. Vasat sayılacak öğrencilik dönemim oldu. Biz 10' luk sistemde okuduk. Sınıf geçmemiz için 5 ve üstü not almamız yeterliydi. Başta Edebiyat, Sosyoloji, Felsefe olmak üzere sözel derslerde çok iyiydim, ama sayısallarda 4' e kalmaz, 5' den şaşmaz, 6' yı aşmazdım.Çok çok varlıklı bir yaşam ve fena sayılamayacak bir eğitim döneminden sonra 1993 yılında liseden mezun oldum. Liseden mezun olmamıza birkaç ay kalmıştı ki ülke ekonomisindeki istikrarsız gidişatın etkisi ile babamın işleri bozulmaya başladı. Okulun mezuniyet balosuna gidemedim, her yıl hazırlanan okul yıllığını da çok istediğim halde alamadım, hem de bir çok arkadaş hakkında görüş yazmışken.Çok üzülmüştüm, hatta o kadar üzülmüştüm ki beni hayatta hiç birşey bukadar üzemez diye düşünmüştüm. Ülkemi yakan, 5 Nisan 1994 ekonomi paketinin benim ailemi de kavuracağını nerden bilebilirdim ki? Birgün, elde avuçta ne varsa satmak zorunda kalacağımıza, istediğim eşyaya anında sahip olamayacağıma rüyamda görsem inanmazdım. Öyle böyle değil, bizim durumumuz 40 katlı bir binanın üzerinden yere çakılıp parça parça olmak gibi birşey.Lise bitti, babam iflas etti, geldi mi üst üste gelirler ya, birde böbreklerim taş üretti.Bulunduğumuz semtin SSK hastanesine ameliyat olmak üzere yattım. 35 gün boyunca hastanede yatmak zorunda kaldım. İki kez ameliyata hazırlandırıldım. Benden önceki hastaların ameliyatı uzadığı için benim ameliyatım ertelendi. Ama bu arada hergün serum ve ilaç almaya devam ediyorum. Üçüncü kez ameliyata hazırlandırıldım. Ameliyata girmeden yarım saat kadar önce röntgen çekildim, taş yerindeydi. Ameliyata girene kadar taş böbrekten çıkmış, üretere düşmüş. Taş düşme yoluna girmiş, ben aç kapa olmuşum yani. Bu kadarla kalsa yine iyi. Boşu boşuna yapılan bir ameliyatta birde yanlışlıkla sinirlerim dikildi. On dakikadan fazla yürüsem topallamaya, aksamaya başlıyorum. . Bir sene sonra kendiliğinden düzeleceksin ama bir yıl böyle idare edeceksin dedi doktorum. Bir, bir buçuk yıl kadar sonra normale döndüm. Şimdi sorunum yok çok şükür.

Taburcu olduktan iki hafta sonra bir balıkçı dükkanında tezgahtar olarak işe girdim. Burası çok sevdiğim bir öğretmenimin kuzeninin dükkanıydı. Dükkan yeni açılmıştı, işleri oturtana kadar kasayı emanet edecek güvelir birine ihtiyaçları varmış. Öğretmenim de beni önermiş sağolsun. Mevsim kıştı, hava çok soğuktu ve dükkanın heryeri açıktı. Dolaysı ile ben yeni ameliyat olduğum için ancak beş gün dayanabildim. Altıncı gün yataktan çıkamayacak kadar hasta oldum. Balıkçılık maceramda böylece sona erdi.

Sonra yoğun ilaç tedavisi ile taparlanmaya çalışırken bir tekstil şirketinde işe girdim. Evlendiği için işten ayrılan komşumuzun kızının referansıyla beni işe aldılar. Aslında görüştüğüm servis yönetmeni bayan yetişmiş eleman almak istiyordu. Ama kendisine " bakın, beni işe alın pişman olmayacaksınız, olursanız söz işten çıkarım" demiştim. Çok ihtiyacım vardı ve beni işe alması için adeta yalvardım. İlgili bayanda beni işe aldı sağolsun, aldı ama iki yılımı da burnumdan getirdi. İlgili bayan belli bir yaşın üstünde stresle başa çıkamayan ve sanırım mutsuz bir hanımdı. Ben servisin en küçüğü, 18 yaşında, tecrübesiz, hakkını aramayı bilmeyen, zaten hiç hakkını aramak zorunda da kalmamış biz kızcağız durumundaydım. İşimi nerdeyse sıfır hata ile yaptığımı dün gibi hatırlıyorum. Ama mutsuz bayan beni de mutsuz etmek için elinde geleni fazlası ile yapıyordu.2 yıl boyunca her sabah allah kahretsin bu kadından ne zaman kurtulacağım diye ağlayarak evden çıktım, 2 yıl boyunca her gün şirketin asansöründe, tuvaletinde gözümün üzerinde kaşım var diye ağladım, 2 yıl boyunca her akşam ağlayarak eve döndüm.

Evde de işte de huzurun olmadığı, yokluğun kol gezdiği koskoca iki yıl. Piyasaya göre iyi kazandığım ve çalışmak zorunda olduğum için istifa da edemiyordum, başka iş de bulamıyordum. Şirkette herkes böyle değil di tabiki. Hala süren çok sağlam dostluklarım da oldu. Özellikle biri var ki hala görüşüyoruz. Öz ablam olsa bu kadar koruyup kollardı beni. ( Şimdi bu satırları okuduğunu biliyorum, bir kez daha sağol canım benim.)Şirkette çalışırken, şuan da çalışmakta olduğum bankama da iş başvurusunda bulunmuştum. Şirkette işimi çok sevdiğim halde yöneticimin verdiği sıkıntıdan dolayı artık bıçak kemiğe dayanmıştı.

İstifa etmeye karar vermiştim ki bankaya başvuruda bulunduktan tam bir yıl sonra bankadan sınava davet mektubu aldım. Sonra herşey o kadar çabuk gelişti ki anlatamam. Bir sınav üç mülakattan geçtim. Üç hafta içinde çalışacağım servis bile belli oldu. Olanlara inanamıyordum. ( Allahım ne kadar büyüksün, sana ne kadar şükretsem azdır).Araba, ziynet eşyası, mal, mülk, elde avuçta ne varsa satılmış, ev hacizli, annemle babam alyanslarını bile satmışken, bu haber evimizde bayram havası estirdi. Maddi değeri çok yüksek olan onca şeyimizi kaybettik ama, beni sadece iki şey çok etkilemiştir. Birincisi annemle babamın alyansları, ikincisi anneme nişanında dayısının taktığı, ve annemin evlendiğimde bana verme sözü verdiği, benzerine hiç rastlamadığım kolyesi.

Şirketteki yöneticimle vedalaşırken, koluna hafifçe vurup "müdür olduğumda ararım sizi, hoşçakalın" dedim, Perşembe günü işten ayrıldım, Cuma günü bankamda yeni işime başladım.

Hala çalışmakta olduğum bankam maddi manevi öyle zor bir anımda karşıma çıkmıştı ki, bankada işe girdikten bir süre sonra, daha iyi ünvan ve daha iyi maaş karşılığında farklı bankalardan iş teklifi aldıysam da kurumuma olan gönül bağımdan dolayı bu teklifleri kabul etmedim. Ayrıca, bankada tekstil şirketinde aldığım aylıktan daha az bir maaşla işe başlamıştım. Buna rağmen çok mutluydum. Ailece çok mutluyduk. Uzun süredir ilk kez hayatımızda sevineceğimiz bir olay olmuştu.

Liseden sonra AÖF işletme fakültesine kayıt olmuştum. Fakat matematikden geçerli not almayı bir türlü başaramadım. Defalarca kursa gittim, özel ders aldım..Ama buna rağmen matematikden geçemeyince okulu ikinci sınıfda istemeyerek bırakdım. (Dersanedeki hocam sonradan en yakın dostlarımdan biri oldu.)

Hayatımda yeni bir dönem başlamıştı. Türkiye’nin en büyük bankalarından birinde, ilk tercihim olan bir bölümde, çok çabuk adapte olduğum ve neredeyse hepsi yaşıtım sayılabilecek arkadaşlarla çalışmaya başladım. İş hayatımda herşey inanamayacak kadar yolundaydı.İş hayatım ne kadar güzelse, özel hayatım o kadar zordu. Zordu ve kederliydi. Alacaklıların yada icra memurlarının biri gidip biri geliyordu. Hastaneye gitmediğimiz bir gün bile yoktu. Ya babama, ya anneme ya kardeşlerimden birine bir şey oluyor hastanelere koşturuyorduk. Bankada işe başladıktan sonra maddi manevi çok şey değişti hayatımda.

Birden bire gelecekle ilgili okadar güzel hayallerim oluştu ki, düşünmesi bile heyecanlanıp mutlu olmama yetiyordu. Seziyordum herşey çok güzel olacaktı .Güzel günlerin başlangıcı bile başlamamıştı henüz ama, ben kokusunu alıyordum işte. Herşey tam istediğim gibi olacaktı emindim.Ben böyle konuştukça ailem hem çok ümitlenir, hem de içinde bulunduğumuz duruma bakıp ümitsizliğe kapılırlardı. O zamanlar şimdilerde çok popüler olan “ çekim yasasından” iyi düşünerek iyi şeyleri kendimize çekme gücünden haberim yoktu, ama farkında olmadan yapıyormuşum meğer. En sıkıntılı anlarda hep hayal kurmaya başlardım. Sorunlarımıza değil olmasını istediğim şeylere odaklandım. Çok dua ettim. Allahdan hep çok istedim.

Kredi kartı sahibi olmanın kolay olmadığı o yıllarda,personel olmam sayesinde işe başladıktan birkaç ay sonra kredi kartım oldu ve hayata ilk golümü attım. Vadesi uzun, taksit miktarları küçük krediler aldım, 2-0 öndeydim artık. Ve Allahın bana sunduğu en büyük lütuf: Hayatımın onbiri. Onbir kişiden oluşan DOSTlarım.

İşim sayesinde hayatıma dahil olan dostlarım artık bir bir yer almaya başlamışlardı yüreğimin en güzel yerlerinde. Sağolsunlar kredi kartlarını kendi kartım gibi kullanmama izin verdiler. ( Canlarım şimdi siz de bu satırları okuyorsunuz ve kendinizi biliyor sunuz. Hepinize yürek dolusu teşekkürlerimi, sevgilerimi gönderiyorum bir kez daha. Varolun.)

Bir anda babamın silah arkadaşı, evin küçük arslanı oldum (büyük arslan babam :-)). Borçlar için düzenli ödeme planları çıkardım. Ödemelerle ilgili teferruata girip canınızı sıkmayacağım. Akrabalarla , eş dostla yaşadığımız sıkıntılarada değinmeyeceğim. Zaten bütün kırgınlıklarıma ve herşeye rağmen hepsini affediyorum.Ailece zorlu bir sürece girmiştik. Ve birbirimize destek olup bu günleri aşacaktık, inanıyordum. Belki başka ailede olsa bu yaşananlar fertleri birbirlerinden uzaklaştırabilir. Biz de tam tersi oldu. Öldürmeyen acı güçlendirdi bizi. Daha da bir kenetlendik birbirimize. Evimize icra geldi eşyalarımızı götürdüler yılmadık, elektriklerimizi kestiler, akşamları mum ışığında oturmak zorunda kaldık pes etmedik. Kız kardeşimin sesi çok güzeldir. Akşamları o söyledi, biz dinledik, sonra hep birlikte ağladık. Ben o ağlamaklı akşamlarda bile hep aynı şeyi tekrar ederdim "… ya herşey öyle güzel olacak ki çok heyecanlanıyorum" derdim, sonra hep birlikte gülerdik.

Derken bankada 2 yılım doldu. Performans puanım çok yüksekti ve hızlı terfi sisteminden yararlanıp iki yılda şef yardımcısı oldum. Normal terfilerden dört ay sonra terfim açıklandığı için dört ay geriye dönük fark ve terfi primi aldım. İnanın ilaç gibi gelmişti bu fark. O yılın anneler gününde kardeşlerimle birlikte annemle babama alyans aldık.

Ayaklarım yere çok sağlam basmaya başlamıştı. Hep dediğim gibi benim kişiliğimi yaşadıklarım belirledi. Hakkımı hukukumu bilir ve arar oldum. Sonra şöyle bir laf ettim " ben önce Hakan'ı ve Güler'i evlendireceğim sonra kendim evleneceğim" dedim. Karşıma çıkan bütün kısmetlerime kulp takacak bir şey buldum. Halada çok başarılı kulp takarım :-). Kulp takma kısmı şaka tabiki. Ben yaşımdan önce olgunlaştım galiba. Daha ilk gençlik yıllarımda bile ne istediğimi, nasıl birini istediğimi biliyordum. Tabiki benimde hoşlandığım, hatta sevdiğim arkadaşlıklarım oldu. Ama ya ben kendimi anlatamadım ya da onlar beni anlamadı. Birgün oturdum, acaba çok şey mi istiyorum diye düşündüm.

Sonra o düşüncelerimden şu şiirim çıktı;

SEVECEĞİM ADAM
Seveceğim adam, ideallerim gibi ödün verilmez,
Özgürlüğüm gibi vazgeçilmez olmalı.
Grevde hakkını kazanmış işçi kadar umutlu,
Emeklerin boşa gitmediğini bilmek kadar güven verici olmalı.
Seveceğim adam, yurdum kadar güzel,
İstanbul kadar gizemli olmalı.
Sorunları olgunlukla çözecek kadar sağduyulu,
Küllerinden yeniden doğabilecek kadar güçlü olmalı.
Seveceğim adam, annesi gibi asil ve ağırbaşlı,
Babası gibi samimi ve yürekden olmalı.
Beyaz güvercinler kadar barışçı,
Su gibi duru ve akıcı olmalı.
Seveceğim adam, Mevlana’yı bilecek kadar inançlı,
Okyanusları kulaçlamak gibi coşkulu olmalı.
Yeni doğmuş bir evladı ilk kez kucaklamak kadar mutluluk verici,
Çiçeğe durmuş kiraz ağaçlarını izlemek kadar zevk verici olmalı.
Seveceğim adam, Cumhuriyetin anlamını bilip önemini kavramış,
Anadolu evladı olmak gibi, gurur verici olmalı.
Harçlık bekleyen bir çocuğun, babasının bayram namazından gelmesini beklemesi kadar masum,
Köyde tırpandan sonra içilen ayran kadar ferahlatıcı olmalı.
Başımı koyduğum yastık kadar rahatlatıcı,
Yastığımı payşalacak kadar sevdiğim olmalı.
Seveceğim adam, toplanmış çıkarılmış olmalı,
Çarpılmış bölünmüş olmalı,
Elde kalan, adam gibi bir Adam olmalı.
Öyle ki, bu can ona düşünmeden kurban olmalı.

Pardon konudan uzaklaştım sanırım. Tamam nerde kalmıştık?

Artık şef yardımcısıydım. Müdür olmayı bekleyemeden aldım pastamı, gittim eski çalıştığım şirkete, dikildim eski yöneticimin karşısına, övüne övüne "terfi mutluluğumu sizlerle paylaşmaya geldim, bu hızla giderse yakında müdür de olurum dedim". O da sanırım ne demek istediğimi anladı. Zaten bir daha da kendisini hiç görmedim.

Hakan'la Güler liseyi bitirdi. Gökhan daha çok küçüktü. Namuslu ve dürüst yoldan yapılan her iş iştir diyerek buldukları işlere burun kıvırmadan onlarda çalışmaya başladı. Kardeş kardeşe babamıza annemize destek olduk, omuz verdik. Hatta kısa bir süre için annem bile çalıştı. Aylar yılları kovalamayı başladı. Her geçen gün daha da bir toparlanmaya başladık. Derken ben şef oldum. Hakan 'da benimle aynı bankada çalışmaya başladı (artık farklı bir iş yapıyor). Güler de önemli bir kurumun müşteri hizmetleri servisinin kalite yöneticisi oldu. Artık ben herşey çok güzel olacak dediğimde gülmüyorlar, beni ciddiye alıp onlarda heyecanlanıyordu. Oldukça iyi sayılabilecek bir duruma geldiğimiz söylenebilir di. Annemle babamın hastalıkları kontrol altına alınmıştı. Borçlardan kurtulmuştuk. Artık güzel günler yaşamaya başlamıştık işte.

2005 yılının yazında Hakan Şükriye ile evlendi. Evin kızı, ablası Güngör, artık birde görümce Güngör olmuştu. Sonra evimiz yeğenim Emirhan'la taçlandı ve ben bir de hala Güngör oldum.

O sıralar, Hakan sıkıntının ne demek olduğunu bilen biri olarak çok sıkıntıda olan bir arkadaşına kendi adına kredi çekip borç vermiş. Parayı geri alamadı ve arkadaşı tarafından çok ciddi anlamda dolandırıldı. Bu olayda bizi 1,5 – 2 yıl kadar zora soktu. Ama biz öyle bir 10 yıl geçirmiştik ki bu olayın da üstesinden gelmeyi başardık çok şükür.

Derken 2007 yılının yazında Güler'in Aşkın'la yaptığı evlilikle mutlu olduk. Artık birde baldız Güngör olmuştum yani. Arkasından Ecrin’im de teyze olmanın mutluluğunu yaşattı bana ve teyze Güngör oldum birde.

Gökhan şuan kaptan olmak için yüksek okul okuyor . Bir yandan da bir GSM şirketinde müşteri temsilcisi olarak çalışıyor.

Son durumumuzu özetleyecek olursak; Şuan daha da genişlemiş, kenetlenmiş, çok güçlü, mutlu ve umutlu bir aileyiz. Sizlerin birkaç dakikada okuduğu bu yazıyı biz ailece bir ömre sığdırdık.Yıllar evvel, birgün yaşadıklarımızı kaleme alacağım demiştim. Çok şükür doğum günüm de http://gungorekinci.blogspot.com/ isimli boğumdan okuyucularıma ulaşma imkanım oldu, bugünde buradan sizlerle paylaşmak kısmetmiş. Emekli olduktan sonra da yılın yarısını ege de veya güney de bir sahil kasabasında geçirip kitap yazabilecek bir yaşamım olsun istiyorum. Demek ki vakti gelince bu hayalimde gerçek olacak ( bak heyecanlandım yine :-) ).

Bu yazıda bir ömrün yüzlerce kez özetletilmiş halini okudunuz. Bu satırları kaleme almak, yaşadıklarımı hatırlamak bile beni çok kederlendiriyor. Bizzat yaşamış olmak ne kadar zordu anlatabilmem mümkün değil. Belime kadar uzun olan saçlarımı fönletecek lüksüm yoktu, ama bakımlı olabilmek adına saçlarımı ütülerken ellerimi kollarımı nasıl yaktığıma, Hakan'la Güler'i liseye kaydettirmeye gittiğimde yaşadıklarıma, Gökhan ilk okula başlayacağı zaman ihtiyaçlarını karşılamak için ek gelir olsun diye boş zamanlarımda yapay çiçek yaparken ellerimin ne hale geldiğine , bizi çoğu zaman en çok kıranların en sevdiklerimizin olduğuna ve daha nelere nelere hiç değinmeyeceğim...

Ama dersenizki ;
İncindin mi? Evet hem de çok.İncittin mi? Sanmıyorum ama olduysa da inanın bilmeden. Varsa kırdıklarım özür diliyorum.

Büyüdüm mü yaşlandım mı?Her günümü yaşayarak, üreterek geçirmeye çalışıyorum. Saçlarım bembeyaz olduğunda da, en hüzünlü günlerimde olduğu gibi şen kahkahalar atarak hayatın içinde olacağım inşallah. Yüzüm, ellerim kırışabilir ama, son nefesimi verene kadar hayatım kırışmayacak benim. İhtiyarlamayacağım, yaşlanmayacağım, sadece büyüyeceğim ben.

Artım mı eksildim mi?Arttım çok şükür. Maddi manevi arttım. Çok okuyorum, çok inançlıyım, manevi olarak arttım. Arkadaş çevrem çoğaldı, kardeşlerim evlendi, yeni insanlarla, yeni hayatlarla tanıştım, siz değerli okuyuculara ulaşma imkanım oldu. Şu internet doğru düzgün kullanılınca muhteşem birşey gerçekten. Sanal da olsa çok güzel arkadaşlıklar, dostluklar edindim. İnsanlar bazen yanlarındakinin elini tutamazken ben internet sayesinde çok uzak diyarlardaki yüreklere dokunabildim, sizi, seni, onu, bunu tanıyıp arttım. Her ne kadar enflasyon karşısında kuşa dönmüş olsa da her ay vaktinde hesabıma yatan, alnımın teri ile kazandığım sabit bir gelirim var maddi olarakda artım.

Ağladığım kadar gülebildim mi?Güldüm valla.Başımıza gelenlere,Zamana,Düşmanlarıma inat,Uçurumun kıyısındayken bile güldüm. İçin için ağlasamda kahkaha attım.

Kuluz arkadaşlar, insanoğlunun başına herşey gelebilir. Allah sağlığımızı almasın yeter ki. İnsanın sabit bir geliri ve sağlam bir inancı olduğu sürece ödenemeyecek borç, aşılamayacak sıkıntı yoktur. Çevrenize bir bakın. Kimin hayatı doğumundan ölümüne kadar dört dörtlük. Kim başarı merdivenlerini elleri cebinde çıkmış. Kim yokluk görmeden zengin olmuş yada zengin doğan kim hayatının hiçbir döneminde maddi sıkıntı yaşamamış. Yada maddi rahatı hep yerinde olan kimin hayatında A’dan Z’ye herşey hep mükemmel olmuş.Onu bunu bilmem, sabrın sonu selamet.Allah tabiki kimselere sıkıntı yaşatmasın. Rabbim çekebileceğimiz kadar sıkıntılarla bile terbiye etmesin. Kimseyi gördüğünden geri koymasın. Kimseyi sonradan görme de yapmasın, sonradan görememe de. Sonradan görmelerle çok karşılaştım, kendimde sonradan göremeyenlerden oldum, ikiside çok zor.

Şimdi borcum yok mu ? var.Bütün sıkıntılarım bitti mi? Bitmedi tabiki.Ama hayat bu işte. Bir sorun bitiyor, diğeri başlıyor. Sorunlarımızı çözdükçe de mutlu oluyoruz.

Hacıyatmazı bilir misiniz ? Hani neresinden vurursanız vurun sırtı yere gelmez. İşte ben kendimi o hacıyatmazlara benzetirim. Fırtınalar karşısında sendelediğim olur ama Allahın izni ile sırtım yere gelmez çok şükür. Öyle büyük savaşlardan çıktım ki, artık bir çok sorun küçük tatbikat gibi geliyor bana.Bazen hüzün sandalında sürüklensem de biliyorum geleceğimde her şeyin çooook güzel olacağını. Yaşanan bunca sıkıntının, yanılmışlığın, kırılmışlığın bir sebebi ve bir ödülü mutlaka olacak.

1975 - 2010 yılları arasında geçen bir ömrün sadece çok küçük bir kısmını paylaşabildim tabiki buradan. İstedim ki sabrın sonunun selamet olduğunu herkes görsün ve ümidini kaybetmesin.Umarım sıkıntılı,yada ümitsiz anlarınızda beni aklınıza getirip yılmamanız gerektiğini, hiçbir sıkıntının sonsuza kadar sürmeyeceğini kendinize telkin etmenize bir nebze olsun faydam olur.

Tabiki bu olayların, sadece benim cephemden görünen hikayesi.Annem babam ayrı, kardeşlerim ayrı birer hikaye. Hepimizin içinde kopan fırtınalar farklı, bakış açısı farklı. Ortak olan tek şeyimiz birbirimizi çok sevmemiz.

Ailece sloganımız;" Birimiz Hepimiz, Hepimiz Birimiz İçindir".

Canım ailem,İyi ki doğmuşum ve iyiki bu ailenin bir ferdi olmuşum.

Ailem, dostlarım, arkadaşlarım, bana kattığınız her şey için, dostluğunuz için,
varlığınız için hepinize ayrı ayrı yürekten teşekkür ediyorum.

Allahım, hayatı her zaman benden yana kıldığın için, hep benden yana olduğun için ve bana bundan sonrası için daha da güzel bir ömür yazdığın sana şükürler olsun.

Sevgilerimle,Güngör Ekinci

14 Eylül 2010 Salı

TANRIDAN İSTEMEK



TANRIDAN İSTEMEK,

Tanrıdan gururumu yok etmesini istedim.
Tanrı 'Hayır dedi.
Gurur benim yok edebileceğim bir şey değil, Senin bırakabileceğin bir şeydir.' dedi.

Tanrıdan sakat çocuğumu iyileştirmesini istedim.
Tanrı 'Hayır, dedi
Onun ruhu sağlam, vücut o kadar önemli değil, O geçici bir şeydir.' dedi.

Tanrıdan Bana sabır vermesini istedim.
Tanrı 'Hayır, dedi
Sabır büyük acılar çekilerek öğrenilebilecek bir şeydir. Sabır verilmez, hak edilir.' dedi.

Tanrıdan Beni mutlu etmesini istedim.
Tanrı, 'Hayır, dedi
Ben sadece nimetlerimi sunarım, Mutlu olmak sana bağlı...' dedi.

Tanrıdan Beni çektiğim acılardan kurtarmasını istedim.
Tanrı 'Hayır, dedi
Çektiğin acılar günlük kaygılarının önemsizliğini anlamanı, onlardan uzaklaşmanı ve bana daha çok yaklaşmanı sağlar.' dedi.

Tanrıdan Ruhumu olgunlaştırmasını istedim.
Tanrı 'Hayır, dedi
Kendi kendine olgunlaşmalısın, ama meyvelerini alman için yardım edeceğimden emin olabilirsin.' dedi.

Tanrıdan Hayatı sevmemi sağlayacak her şeyi istedim.
Tanrı, 'Hayır, dedi
Ben sana hayatı vereceğim. Böylece hayata dair her şeye ancak sen sahip olabilirsin.' dedi.

Tanrıdan,
Tanrıya duyduğum sevgiyi, başkalarına da duyabilmeyi istedim.
Tanrı söyle dedi:
'Ohhh! Nihayet doğru bir şey istedin.'
Ruhu olgunlaşmamış bir kul Tanrıya hep 'bana... ver' ile biten dualar
eder.
Olgunlaşmış bir ruh ise '. Vermemi sağla' diye bitirir dualarını...

Steve Goodier'in 'Bir Dakika Hayatinizi Değiştirebilir' adlı kitabından
alınmıştır.

Herkese sevgilerimi gönderiyor, güzel bir gün diliyorum...

11 Eylül 2010 Cumartesi

BÜNYEM BAYRAM EDİYOR :-)



Bünyem bayram etmek için bayramı bekliyormuş meğer.
Mutlu, umutlu ve en önemlisi sağlıkla uyandım bayram sabahına.
Dolayısı ile kendimi daha iyi hissetmeye başladım tabiki.
Bayramdan sonra kontrollerim var ama, kendimi özellikle de bugün oldukça iyi hissediyorum çok şükür. Yokmuş devlet cihanda bir nefes sıhat gibi, yaşayarak öğrenmiş oldum. Allah hiç kimseyi sağlığından etmesin.

Bayram sabahı saat 4,5 gibi uyandım.
Yatakdan çıkmadan, henüz uykum açılmadan, yani kuantum tabiri ile alfa boyutundayken bolca olumlama yaptım. Aklıma öyle güzel olumlama cümleleri geldi ve zihnimde öyle güzel imgelemeler oluştu ki, uykum dağıldığında hücrelerime kadar mutlu ve umutlu hissediyordum kendimi.

Sonra şükrettim Allahıma bütün sevdiklerim sağlıklı olduğu için,
aile fertlerimin hepsi yanımda olduğu için,
namuslu ve dürüst bir şekilde para kazanabildiğim bir işim olduğu için,
fırına gittiğimde askıya da iki ekmek fişi astırabildiğim için,
istediğim kıyafetleri alabildiğim için,
istediğim gibi sosyalleşebildiğim için,
yaşamayı istediğim şehirde yaşıyor olduğum için,
çevremin bana beni ne kadar çok sevdiklerini hissettirdiği için,
bacağında 14 cm dışa dönüklük olan yeğenim Emirhan arefe günkü kontrolünden 3-4 cm lik bir dışa dönüklük kaldığı ve normal ortopedik ayakkabı giyebileceği haberi ile geldiği için,
ikinci yeğenim Ecrin kreşe çok çabuk ve sorunsuz alıştığı için,
çok ciddi maddi sıkıntı yaşayan canım arkadaşım .....ciğim, kadir gecesi yaptığımız telefon görüşmesinde artık herşeyin düzene girmeye başladığı haberini verdiği için...

Bazen en takılmayacak şeyleri bile kendimize dert ediyoruz ne yazık ki.
Yada bardağın boş tarafına odaklanıp enerjimizi düşürebiliyoruz.
Halbuki bardağın dolu tarafını görüp, boş tarafını doldurmaya çalışabilsek ne güzel olacak hayatımız.

Rahmetli babaannem çekim yasasını yıllar önce çözmüş diyorum kendi kendime. Dilin hayır söylesin ki başına hayır gelsin derdi canım benim.

Hakikaten çok doğru, sık meditasyon ve olumlama yaptığım dönemlerde enerjimin daha yüksek olduğunu ben de, çevremdekiler de fark ediyoruz. İnanın abartmıyorum işlerim bile rast gidiyor.

Hazırladığım bazı olumlama cümlelerini okuyup sesimi telefonuma çektim. Gece uykuya dalmadan ve sabah yatakdan çıkmadan dinliyorum. Çok şükür, iki üç sabahdır huzurla uyuyup coşkuyla uyanıyorum.

Hepinize sağlık, huzur, mutluluk dolu, huzurla uyuyup, coşkuyla uyandığınız bir ömür ve nice bayramlar dilerim.

Herşey gönlünüzce olsun, bayramınız kutlu olsun.

İçtenlikle sevgiler, Güngör.

6 Eylül 2010 Pazartesi

NAZAR MI OLDUM NE ?



Çok sağlıklı ve dayanıklı bir bünyeye sahibim aslında.
Ama son bir aydır ne oluyor bana böyle valla ben de anlamadım.
En son üst üste bronşit ve farenjit geçirmiştim biliyorsunuz.

Daha tam olarak düzelmeden ikinci doktor kontrolüne giderken bir de ayağımı burktum.

Bu da yetmezmiş gibi ertesi gün de bişey yapıştırmaya çalışırken gözüme Japon yapıştırıcısı kaçtı.
Şaka gibi değil mi?

Ama şaka değil, artık uyanmak istediğim bir kabus. Çantamda bir torba ilaç taşıyorum.

Neyse ki bugün tüm rahatsızlıklarım bir nebze daha iyi. Bayrama sağlıklı bir şekilde girmek için elimden geleni yapıyorum.

Beni telefon, mail, mesaj ve yorumlarıyla yalnız bırakmayan tüm dostlara teşekkür ederim.

Sevgilerimle…

22 Ağustos 2010 Pazar

HERŞEYİN BAŞI SAĞLIK



İki hafta önce klimalardan dolayı ağar bir şekilde hem bronşit hem farenjit oldum.
İlk hafta bayağa direndim ayakta atlatırım diye ama, geçen pazartesi günü yataklık oldum ne yazık ki.

Bu hafta düzelirim diye ümit ediyordum ama rahatsızlığım hala devam ediyor.İnanın sesim bana bile yabancı geliyor. Doktorum raporumu bir hafta daha uzattı.

Bu nedenle bir süredir bloğumla da ilgilenemedim, ziyaretlerinize de gelemedim.
En kısa sürede düzelip sahalara dönmek dileği ile sevgiler, saygılar, güzellikler gönderiyorum hepinize.

İçtenlikle, Güngör.

12 Ağustos 2010 Perşembe

İŞİN SIRRI



Duanın ve düşüncenin gücüne, ramazan ayının bereketi ile geldiğine çok inanırım.

Sanki cennetin bütün kapıları açık da, dünyamıza nur, bolluk, bereket, kısmet, şans, uğur akıyormuş gibi gelir bana bu ay.

Dikkatinizi çekmiştir belki bu ay televizyonların yayınları bile daha güzel oluyor. İnsanlar daha iyimser, daha bir hoşgörülü ve olumlu sanki değil mi?

Diyebilirim ki ramazan ayının tamamını baş ağrısı, üşüme ve uyku hali ile geçiriyorum. Ama buna rağmen çok seviyorum ramazan ayını.

Düşünsenize, biliyorsunuz ki bereket kapıları sonuna kadar açık. Siz nasiplenmeden akıp gitse yazık olmaz mı?
Olur, hemde çok yazık olur.

Onun için ben ramazan ayında daha çok olumlama yapar, daha çok dua ederim. Ve çok şükür ki Allah beni huzurundan hiç boş çevirmez.

Arkadaşlar dün dünde kaldı yarın geç olabilir, bugünden başlamak lazım olumlu olmaya.
Olumlu olun, yaşamayı sevin, hayatınıza sahip çıkın.
İnanın ki bu sayade hayat da sizi sevip size sahip çıkacakdır.
Yapmanız gereken sadece sabır göstermek, olumlu olmak ve dua etmek.
Hayatınızda olmamasını istediğiniz şeylere değil, olmasını istediğiniz şeylere odaklanmak.

Ben kendimi ve herkesi çok seviyorum.
Sizde kendinizi ve herkesi sevin.
Herkese sevginizi yollayın.
Kendinize ve çevrenize iyi bakın.

Unutmayın güneş her sabah yeniden doğar.

Sevgilerimle,
Güngör Ekinci

11 Ağustos 2010 Çarşamba

RAMAZAN AYIMIZ MÜBAREK OLSUN



Ramazan ayımızın mübarek olmasını, hayırlara vesile olmasını, tüm dua ve dileklerimizin kabul olmasını dilerim.


Tefviznâme
Hak şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Ârif anı seyreyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Sen Hakka tevekkül kıl
Tefviz et ve rahat bul
Sabreyle ve râzı ol
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Kalbin O'na berk eyle
Tedbirini terk eyle
Takdirini derk eyle
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler


Bir işi murad etme
olduysa inad etme
Haktandir o reddetme
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Hep işleri fâiktır
Birbirine lâyıktır
Neylerse muvafıktır
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Sen adli zulüm sanma
Teslim ol evde yanma
Sabret sakın usanma
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Deme şu niçin şöyle
Yerincedir o öyle
Bak sonuna sabreyle
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler


Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz. (r.a.)
(Marifetnâme)

GÜNÜN SÖZÜ



“Üzülme” der, Mevlana...

"İstediğin bir şey olmuyorsa ya daha iyisi olacağı için... ya da gerçekten de olmaması gerektiği için olmuyordur..."

10 Ağustos 2010 Salı

MEHTAP, DENİZ ve su perisi İLAYDA



Uzun süredir Bodrum’u mesken tutan canım dostum Mehtap’cığım, kısa bir süre için kızları İlayda ve Deniz’ le İstanbul’a geldi. Bu fırsatı hemen değerlendip Cumartesi gününü birbirimize ayırdık. Önce Kadıköyde kahvaltı yaptık. Kahvaltı sohbetimiz de tostlarımız gibi karışıkdı :-). Çocuk, okul, sağlık, eş, iş, güzellik, dedikodu, huzur, kahkaha herşey vardı masamızda. Konuşacak ne çok şey birikmiş meğer. Nasıl da özlemişim güzel yürekli güzel dostumu ve kızlarını.


Deniz’ciğim de keyifliydi ogün. Kahvaltıdan sonra bir iğne vurulması gerekti ve sanırım iğne biraz huzursuzluk verdi yavruma. Onun dışında hiç üzmedi annesini.


Veeee günün güzeliiiiiii
İşte yerli Adriana Lima
Gençlik nasılda güzel bişey. İlayda’cım sıcak ve nemli İstanbul havasında adeta mentol ferahlığı gibiydi. Güzel, aklı başında, bıcır bıcır, neşeli ve enerji dolu. Canım, Allah bu güzelliğini ve enerjini daim etsin inşallah.


Kahvaltıdan sonra güneşe aldırmadan, Arnavut kaldırımlı sokakda yürüyerek Moda’ya gittik. Türk kahvelerimizi Moda’da yudumladık, keyifle, afiyetle.


Sevgili dostum bana Bodrum’dan zevkle kullanacağım şömen tablosu getirmiş bir de sağolsun.

Canım Mehtap’cım sana doyum olmuyor valla. Günümüzün tadı damağımda kaldı adeta. İnşallah dönmeden tekrar görüşmek kısmet olur. Seni ve kızçeleri çok seviyorum, çok öpüyorum.
Görüşmek üzere canım,
İçtenlikle, sevgiyle, Güngör.

3 Ağustos 2010 Salı

SANAL ALEMDEN GERÇEK HAYATIMA AKAN İKİ YÜREK



Her zaman derim, şu internet doğru düzgün kullanılınca harika bir şey diye.
Blogda yazmaya başladıkdan sonra sanal da olsa öyle güzel dostluklar edinmeye, öyle güzel yürekler tanımaya başladım ki. 31 Temmuz günü bu sanal dünyadan iki harika yürek gerçek hayatımda da yerlerini aldılar.

Blogcuda yazdığım günlerden beri blog arkadaşlığı yaptığım ve hep tanışmayı istediğim çok sevgili Selma hanımdan uygunsanız tanışalım teklifi aldım.
Uygun olmasam bile uygunluk yaratacağım bu teklifi seve seve kabul ettim tabiki.
Sevgili Selma hanım Cumartesi günü Üsküdar' daki buluşmamıza güzel ve zarif kızı Gizem'cik ile gelmişti. Mutluluğum ikiye katlandı yani.
Katibim kafenin eşsiz boğaz manzarası karşısında iki saate yakın vakit geçirdik. Sanki yıllara dayalı masa sohbetlerimiz varmış gibi, sıkılmadan, çekinmeden, gayet sıcak, samimi ve keyifli geçti muhabbetimiz. Hatta ayrılmadan Salacak'da biraz yürüyüp fotoğraf bile çektik.


Selma hanım sanırım yazılarımdan İstanbul'u ne kadar çok sevdiğimi anlamışki nazik hediyesi ile de beni onikiden vurdu; İSTANBUL SOKAKLARI
101 Yazardan 100 Sokak
Kitabıma bugün servisde keyifli bir başlangıç yaptım. Bitirdikden sonra kitap hakkında daha da detaylı yazacağım tabiki.









Selma hanım, Gizem birşey biriktirmek istiyorum demişti ya hani, sanırım en güzel şey insan biriktirmek.

Sizin gibi içinin güzelliği dışına da vurmuş, güzel bakan, güzel gören, güzel yürekli insanlar biriktirebilmek en güzeli.

Sizi ve kızınızı tanımakdan çok mutlu oldum. Benim için çok güzel bir gün oldu.

Tekrar görüşmek üzere teşekkür eder, sevgilerimi sunarım.
İçtenlikle, Güngör.

30 Temmuz 2010 Cuma

BEYLERBEYİ SARAYI VE BİR SERGİ


Geçen gün Beylerbeyi Sarayındaydım.
Beylerbeyi Sarayı, Sultan Abdülaziz tarafından 1861-1865 yılları arasında, dönemin
tanınmış mimarı Serkis Balyan’a yaptırılmış. Harem ve Selâmlık olarak iki ana bölümden oluşan sarayda Selâmlık, donatım ve süsleme açısından Harem’den daha zengin tutulmuş.Sarayda 3 giriş, 6 salon ve 26 oda bulunuyor. Rutubete ve sıcağa karşı döşemeleri, orjinalleri Mısır’dan getirtilen hasırlarla kaplanmış. Çoğunluğu Hereke yapımı olan büyük boyutlu halı ve kilimleri, göz alıcı kristal avizeleri, saatleri, Çin, Japon ve Fransız Yıldız vazoları gerçekden görülmeye değer.
Sarayın, içinde çay bahçesi de olan çok büyük bir bahçesi ve harika bir ortamı var. Sarayı belli saatlerde gezebiliyorsunuz. Zaten saray çevresinde izleyebileceğiniz okadarçok eser ve görülmesi gereken yer var ki vakit nasıl geçiyor anlamıyorsunuz bile. Ne yazık ki sarayın içinde fotoğraf çekmek yasak. O ihtişamı hayranlıkla izliyorsunuz ama tek bir kare bile çekemiyorsunuz yani. Onun için sadece saray dışında çektiğim fotoğraflardan bir kaçını yayınlayabileceğim.











Sarayın Set Bahçeleri’nin altından bir de tarihsel Tünel geçiyor. Sanırım çok şanslı bir günümdeydim. Çünkü gittiğim gün Tünelde sayın Aymelek Kaptanoğlu'nun Filografi sergisi de vardı ve gözlerim kamaşarak izleme imkanım oldu. Günün tek talihsizliği vaktimin sınırlı olması sebebi ile Aymelek hanımdan ve eserlerinden sohbetine doyamadan ayrılmak zorunda kalmam oldu. Ayrıca Aymelek hanımdan bu tünelin yapıldığı tarihlerde kullanılır halde olduğunu ve Üsküdar'a ulaşımın bu tünelden sağlandığını da öğrendim.Aşağıda tünelin içindeki sergide çektiğim fotoğraflardan da bir kaç kareye verdim. Daha fazlasına buradan ulaşabilirsiniz.

Başta sevgili Aymelek hanım ve arkadaşları olmak üzere şimdi bu satırları okuyan herkese sevgilerimi gönderiyorum.