24 Eylül 2011 Cumartesi

HEY GİDİ GÜNLER



Hiç unutmam, kardeşim Güler’le benim çocukluğumuzda annem mürebbiye gibiydi başımızda.

Ağzını şapırdatma, lokmaları ağzına küçük koy, öyle oturma, bacaklarını bitiştir ve hafif yana ey, odadan dışarı çıkarken misafire arkanı dönmeden, biraz yan durarak kapıdan çık, büyüklerin yanında bacak bacak üstüne atma, kollarını sallamadan yürü, sen arkadaşında kalma, o kalmaya bize gelsin, hava kararmadan evde ol... daha neler neler...

O günlerde bu kadar otorite beni çok sıksa da çevremdekilerin beğenisini takdirini kazanmak için elimden geleni yapardım. Orta okula giderken ayna karşısında yemek yerdim, kaşığı ağzıma şöylemi götürsem daha iyi böylemi, saçlarımı nasıl toplasam, hatta nasıl gülsem ... vallahi abartmıyorum. Daha o yıllarda, ideal bir genç kız nasıl olur diye düşünüp kendimi ona göre yetiştirmeye çabalamıştım.

Şimdinin çocuklarının, gençlerinin beklentileri ve değer yargıları ile karşılaştıracak olursak, bizim jenerasyon şimdikilerin gözüne çok sıkıcı görünür herhalde.

Yeni jenerasyon bilmez ama eskilere tanıdık gelecektir. Bizim zamanımızda “REZİL OLMAK” gibi bir durum vardı. Ahlaksız davranılmazdı, ailemize kötü laf gelmesin, bizim yüzümüzden yüzleri kızarmasın diye bütün davranışlarımızda ÖLÇÜlüydük biz. Büyüğümüzü saymayı, küçüğümüzü sevmeyi, kollamayı bilirdik. Her sabah “Türküm, doğruyum, çalışkanım.... yasam büyüklerimi saymak, küçüklerimi korumaktır...” diye yemin eder, yeminimiz hakkını vererek yaşardık.

Vücudumuzun namahrem yerleri vardı, herşeyimiz ortada gezmezdik. Evlendiklerinde kadınların erkeklerine, erkeklerin kadınlarına sunacak, dokunulmamış özel birşeyleri vardı. Beyinlerinin % 95’i sadece seks için çalışan erkeklerin sayısı parmakla gösterilecek kadar azdı.

Kalp herkes için çarpmazdı, AŞK bir kerelikti.
Evliliğe bir ömür boyu niyetiyle başlanır, bunun için yemin edilirdi.
Şimdikilerin büyük çoğunluğunda olduğu gibi, gittiği yere kadar denilip yola çıkılmazdı. Gencecik yaşında başından kötü bir evlilik geçmiş, aşk’tan ağzı yanmış arkadaşlarımızın sayısı bu kadar çok değildi.

Televizyonumuzun tek kanalı vardı, ama en azından babamızın yanında izlerken yüzümüz kızarmazdı. Onlar da aman şimdi çocuğu etkileyecek kötü birşey çıkabilir diye korkarak televizyon izlemek zorunda kalmazlardı. İlk özel televizyona geçtiğimizde , izleyenlerine sevgiyi, komşuluk dayanışmasını öğreten “ Perihan abla ”mızla tanıştık. Bütün televizyonlar bu kanalı çekmezdi. Arkadaşım Yıldız’lar her Çarşamba bize gelirlerdi, birlikte izlerdik. Televizyonlar gençleri şehir magandalığına, lolitalığa özendirmezdi. Kabadayı başka şey, mafya başka şeydi.

Kızlarımızın çoğunun kendisine saygısı, kişilikleri vardı. Şimdiki büyük çoğunluk gibi sevgililerinin kalıbına giren, her konuda inanmasalar bile sevgilileri gibi düşünen, kendi fikri olmayan, teşhirciliği, soyunmayı marifet sayan kızlar yok denecek kadar azdı. UTANMA denen bir duygu vardı. Erkeklerimiz daha lise yıllarındayken dava adamı olma yolunda ilerlerler, ahlaksızlığa prim vermezlerdi.

Kadın gibi bir KADIN bulmakda, adam gibi bir ADAM bulmakda artık çok zor oldu neyazık ki, herkes hakkını veremiyor. Etraf kadıncıklar ve adamcıklarla doldu.

Daha çocukken sofra kurmayı öğrenirdik biz. Şimdi genç kızlarımızın çoğu çayı mutfaktan odaya getirip servis yapabilmekten aciz. Erkeklerinde büyük çoğunluğunun tek derdi adrenalinlerini tavanda tutmak. Beyinlerinin % 95’i seks, kalan % 5 lik kısmının da yarısı maç yarısı arabalar için çalışıyor.

Çok iç karartan uzun bir yazı oldu belki ama, gözüme takılanlar aydınlık değil, üzgünüm. Kapanış cümlelerimi kısa tutacağım.

Güzel yurdumun güzel insanı ey türk evladı, titre ve kendine gel.
Sahip çıkmazsan değerlerin elden gidiyor.
Batılı gibi olmaya çalışan doğulu olma.
Güneş doğudan doğar unutma.

Sevgilerimle,
Güngör Ekinci

En kötü net TTNET


Son iki haftadır üyesi olduğum ADSL firması ile yaşadığım sıkıntının boyutunu tahmin edemezsiniz. TTNET iki haftadır sunduğu hizmet sayesinde, Türkiyenin en kötü ADSL firması olduğunu ispatladı bana.

ADSL üyeliğinizi değiştirip TTNET’e geçmek gibi bir niyetiniz varsa,
ya da ilk kez bir üyelik satın alacaksanız SAKIN HA !!! diyorum.

SAKIN HA, aman arkadaşlar ben yandım siz yanmayın.

Böyle bir hizmet ömrümde görmedim. Ortada bir hizmet olduğu kesin.
Ama bu hizmetin adı internet hizmeti değil, olsa olsa işkence hizmeti ya da mağduriyet hizmeti gibi bir şey olur. Hatta, müşteriyi çileden çıkarma hizmeti dersek daha şık olur sanırım.

İki haftadır günde en az iki kere TTNET müşteri hizmetlerini arıyorum.
Müşteri temsilcilerine ve takım liderlerine derdimi anlatıyorum.
Ve her defasında tamam Güngör hanım,
kayıt açıldı Güngör hanım,
ben size geri dönüş yapıcam Güngör hanım şeklinde cevaplar veriyorlar.
Ama ne arayan var ne soran.

Sanki babalarının hayrına hizmet sunuyorlar. Sınırsız internet üyeliğim var güya. Her ay parasını ödediğim internet hizmetini sınırlı bile alamıyorum. Ben sorunumu defalarca anlatmakdan, telefon başında sinirlerimin bozulmasından bıktım usandım, TTNET çözüm üretMEMEKden bıkmadı.

İşin ilginci kendileri ile hergün defalarca konuşuyoruz, hatta güya konuşmalarımız kayıt altına alınıyormuş. Ama her konuştuğum kişi, daha önce konu hakkında bir çağrı alınmadığını söylüyor. Ayrıca konuştuğum kişilerin isimlerini verdiğimde de o kişiyi tanımadıklarını söylüyorlar. Ne sorunumu çözüyorlar, ne üyeliğimi iptal ediyorlar. Daha da ilginci sorunun ne olduğuda hala belli değil??? Gülermisiniz ağlarmısınız? Böyle rezalet görmedim, bu nasıl bir iştir anlamadım.

İnternet artık elimiz kolumuz olmuş durumda.
Ne SSK’dan onlıne randevu alabiliyorum,
Ne bloğumla ilgilenebiliyorum,
Ne diğer blogger arkadaşlarımı ziyaret edebiliyorum,
Ne başka işlerimi takip edebiliyorum.

En önemlisi biliyorsunuz Canımın içi yurt dışında yaşıyor. Ancak nette görebiliyoruz birbirimizi. Ve TTNET deki bu kopmalar yüzünde birbirimizi de göremez olduk günlerdir.

TTNET sınırsız internet derken sınırsız sıkıntı demek istiyor sanırım.

Bu yazıyı şimdi şikayetvar.com sitesinede gönderdim, tek ümidim orası artık.
Ne çıkacak bende merak ediyorum.

Her gece yatmadan önce sağlık, huzur, mutluluk için dua ve şükür ederim.
Artık modemimin ışıkları yansın ve internetim çalışsın diye de dua edicem neredeyse, o duruma geldim yani.

Neyse, uzun lafın kısası, en kötü net TTNET.

Sevgilerimle,
Güngör Ekinci

22 Eylül 2011 Perşembe

Yarın Artık Bugündür



Bir gün bir doktora, "gerginlik ve tedirginlikten" şikâyetçi olan bir hasta gelmiş. Yapması gereken çok işinin bulunduğunu; fakat kendisinin rahatsız olduğunu,
işlerinin ise beklemeye tahammülü olmadığını söylemiş.

Doktor, -- Bu işleri başka biri yapamaz mı? Ya da bir başkası size yardımcı olamaz mı? diye sormuş.
Adam, -- Onları yalnız ben yapabilirim; bütün işler bana bakıyor! diye cevap vermiş.

Doktor, -- Sana bir reçete vereceğim. Bu reçeteyi aynen tatbik etmen gerekiyor!diyerek, yazıp eline vermiş.
Adam reçeteyi eline alıp baktığında, hayretler içinde kalmış.

Reçetede, "Hergün en az iki saat işi bırakıp yürüyüş yapacaksın ve her haftanın yarım gününü bir mezarlıkta geçireceksin" yazıyormuş.

Hasta adam; -- Yürüyüşü anladık ama; neden mezarlık? diye sormuş.

Doktor, -- Oraya gidip mezar taşlarına bakmanı istiyorum.
Mezarlıklar, kendilerini vazgeçilmez sanan insanlarla doludur.
Sen de onlar gibi ölüp mezarlığa gömülünce, kendinden başkasının yapmasına imkân olmadığını zannettiğin işlerin, başkaları tarafından da yapılmaya devam ettiğini göreceksin, demiş.

Yazara aynen katılıyorum.
Kendilerini vaz geçilmez görenleri yarım gün mezarlığa,
hallerinden sürekli şikayetçi olanları da günde 2 saat devlet hastanelerine göndermek lazım.
Belki o zaman hayatı ıskalamadan yaşamak gerektiğinin,
her anımız ve her halimiz için yaradana şükretmemiz gerektiğinin farkına varabilirler.

Sevgilerimle.