20 Mart 2010 Cumartesi

MUTLU BİR KAHVALTI ve BİR MİNİ KUTLAMA

Çayın başkenti olan Rize, çok sarp ve engebeli bir araziye sahip olduğu için, çaylıklarda yürümek oldukça zordur. Safralarımızı tatlandıran, renklendiren çay, masalarımıza gelene kadar o kadar çok evreden geçer ki herkesin bilmesini isterdim.

Dönümlerce tarla önce gübreleniyor, sonra tarlanın otu temizleniyor, arkasından çay toplanıyor. Bu işlem yılda üç kez yapılmakta olup, karadenizin yağışlı iklimine
dik ve engebeli arazi şartlarını da ekleyecek olursak ne demek istediğim daha iyi anlaşılır sanırım.

Ayrıca olay bu kadarla bitmiyor. Çay çok fakat devlet bir kota koyuyor.
Bir günde topladığınız çayın tamamını devlet almayabiliyor. Çay elinizde kalıp ziyan da olabilir, sonraki günlerde de alınabilir ( Belki ) .

Veya ziyan olacağına çayımı özel çay firmalarına satayım diye düşünebilirsiniz. Ama bu durumda da tonlarca çayın parasını firmadan zamanında alamayabilirsiniz ve emeğinizin karşılığı çerez parasına dönebilir.

İşte hırçın karadenizin dik çay tarlalarında alın teri dökme zamanı bu yıl da geldi çattı yine. Canım anneannem ve canım teyzem Perşembe günü Rize yolcusu Allah kısmet ederse.



Teyzem aralarda birkaç kez gelip gidiyor ama anneannemi altı ay kadar göremeyeceğiz. Hafta içi çok görüşemediğimiz için gitmeden toplanalım yine dedik. Bu sabah çok samimi, çok mütevazi, buram buram aile yakınlığı kokan, üzerine şimdiden özlemin ağarlığı çöken kahvaltı saati geçirdik biz de.









Anneanneciğim her zaman olduğu gibi erkenden kalkmış yine ve krep yapıp getirmiş. Aslında ben krep yazdım, yapılışı ve malzemesiyle de krep zaten, ama anneannem
"çırılta" diyor. Hatta bana da gülüyor, bizim köyün çırıltası İstanbul’da krep olmuş diye. Nene buradan itiraf ediyorum ki sen benden güzel yapıyorsun valla.



18 Mart evimizin büyük arslanı canım babamın doğum günüydü.
Babama da ertelemeli mini bir kutlama yaptık.
Canım babam, arslan babam iyi ki varsın.
Allah seni de annemi de başımızdan eksik etmesin.
Allah hep birlikde daha nice uzuuuuuuun uzun ömürler geçirmemizi nasip etsin.
Seni çok seviyoruz.








Çarpıntısı, tansiyonu olanlar saleplerini, benim gibi hergün mutlaka içmeden duramayanlar türk kahveleri yudumladı sonra keyifle.



Ama şimdi bu yazıyı kaydederken yine düşündüm de, kahve de kahvaltı da bahane aslında. Allah dirlik düzen versin, kadir kıymet bilenlerle karşılaştırsın. Biz birlikde vakit geçirmekden keyif alan mutlu bir aileyiz çok şükür. En kötü günümüz böyle olsun diyor, herkese sevgilerimi gönderiyorum.
Güngör Ekinci

18 Mart 2010 Perşembe

18 MART ÇANAKKALE ZAFERİMİZ KUTLU OLSUN



18 Mart 1915 de, deniz harekatı ile başlayan Çanakkale Savaşı’nda İtilaf Devletleri boğazı geçemeyince 25 Nisan 1915’de Gelibolu Yarımadası’na asker çıkarmış ve sekiz buçuk ay sürecek olan kara savaşları başlamıştır. Bu savaşın sonunda müttefikler 43 bin ölü, 30 bin kayıp,72 bin yaralı verirken Türk ordusu da 55 bin şehit , 25 bin hastanede yaralı iken ölen,10 bin kayıp ve 100 bin yaralı vermiştir.

Cesaretin kahramanlığa dönüştüğü, tarihte eşi benzeri görülmemiş olan Çanakkale Savaşı iki tarafın şehitlerinin koyun koyuna yattığı destansı bir savaştır.

Vatanımızın her bir karışı için seve seve şehit olmuş binlerce mehmetciğimizi saygı, rahmet ve şükranla anıyorum. Ruhları şad olsun.

Saygılarımla.
Güngör Ekinci

" Bu memleketin topraklarında kanlarını döken İngiliz, Fransız, Avustralyalı,Yeni Zelandalı, Hintli kahramanlar! Burada, dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yanyana koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır. "
Kemal Atatürk.



DUR YOLCU

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak,bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğün bu tümsek, Anadolu'nda
İstiklal uğruna, namus yolunda,
Can veren Mehmet'in yattığı yerdir.

Bu tümsek, koparken büyük zelzele
Son vatan parçası geçerken ele
Mehmet'in düşmanı boğduğu sele
Mübarek kanını kattığı yerdir.

Düşün ki haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek amansız çetin
Bir harbin sonunda bütün milletin
Hürriyet zevkini tattığı yerdir
Necmettin HALİL ONAN



BU VATAN KİMİN
Bu vatan, toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır;
Bir tarih boyunca, onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir...

Tutuşup: kül olan ocaklarından,
Şahlanıp: köpüren ırmaklarından,
Hudutlarda gaza bayraklarından,
Alnına ışıklar vuranlarındır...

Ardına bakmadan yollara düşen,
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan,
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır...

İleri atılıp sellercesine,
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir...

Tarihin dilinden düşmez bu destan:
Nehirler gazidir, dağlar kahraman,
Her taşı bir yakut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir...

Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil,
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil,
Topun namlısında görenlerindir...
Orhan Şaik GÖKYAY



ÇANAKKALE İÇİNDE AYNALI ÇARŞI

Çanakkale içinde aynalı çarşı,
Anne ben gidiyorum düşmana karşı.
Of gençliğim eyvah…
Çanakkale içinde vurdular beni,
Ölmeden mezara koydular beni.
Of gençliğim eyvah…
Çanakkale içinde bir dolu testi,
Anneler babalar ümidi kesti.
Of gençliğim eyvah…
Çanakkale köprüsü dardır geçilmez,
Al kan olmuş suları bir tas içilmez.
Of gençliğim eyvah…
Çanakkale’den çıktım yan basa basa,
Ciğerlerim çürüdü kan kusa kusa.
Of gençliğim eyvah…
Çanakkale içinde sıra söğütler,
Altında yatıyor aslan yiğitler.
Of gençliğim eyvah…
Çanakkale’den çıktım başım selamet,
Anafarta’ya varmadan koptu kıyamet.
Of gençliğim eyvah…
ANONİM

16 Mart 2010 Salı

Sağlık için en iyi ilaç GÜLMEK

En son, karnınızı tutarak, yerlerde yuvarlanarak ne zaman güldünüz? Ne zaman bir arkadaşınızla telefonda kahkahalara boğuldunuz? Hayatımızda gülmek için vakit ayırmadığımız bir gerçek. Psikiyatrist Dr. Judith Kupersmith (Texas Tech Tıp Merkezi) gülmenin sanılandan çok daha önemli olduğunu, stresi anlamlı ölçüde azalttığını söylüyor ve "Gülmenin strese karşı bir savunma mekanizması olduğunu düşünün. Aynı anda hem gülmek hem de üzüntülü olmak çok zordur" diyor.
Aslında kendisi böyle bir araştırma yapmamış olmasına rağmen bu amaçla yapılan birçok araştırmanın benzer sonuçlar verdiğini, mizahın kan basıncını düşürüp endorfin hormonunun açığa çıkmasını sağladığını belirtiyor. Endorfinler beyine etki ederek kişinin kendisini mutlu hissetmesini sağlıyor. Gülmek ayrıca, dolaşımı düzenliyor, kalbi, sinir ve bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Ayrıca direk olarak bir kişiye gülmüyorsanız kimseye bir zarar vermiyor.
Siz kendiniz gülmeseniz de fıkra anlatmak da endorfin salgılanmasını sağlıyor. Diğerlerinin gülmesi de sizi olumlu etkilemiş oluyor. En etkili gülüş şekli ise göbekten gelen gülüş. Bu şekilde gülmenin ruh sağlığına inanılmaz olumlu etkileri var.
Turk.net sağlık bölümünden alınmıştır.

FIKRA - Amerikalı mühendis



1950'li yıllarda Amerikalı mühendisler gelmiş Türkiye'ye. Bir kısım imar çalışmalarına rehberlik ediyorlarmış. O zamanlarda yol güzergâhını belirleyecek alet yok, eleman yok.
Nafı'a mühendisleri eşeği yokuşa sürüyorlar, arkasından elemanlar şeritmetre çekiyor ve eşeğin ayak izlerine kazık çakıp istikamet belirliyorlarmış.
Bunu gören Amerikalı mühendis, pratiği kavrayamamış ve sormuş:

- Ne yapıyorlar böyle?
- Rampada yolun güzergâhını belirliyorlar.
- Nasıl yani ,anlayamadım?
- Eşek yüzde 7 eğimin üstüne çıkmaz, biz de eşeğin izinde kazık çakıp rampada yol güzergâhı belirliyoruz demişler.

Amerikalı katılarak gülmeye başlamış. Yatışınca da sormuş:
- Peki, eşek bulamayınca ne yapıyorsunuz?
Yetkili cevabı yetiştirmiş.

- Amerika'dan mühendis getirtiyoruz.

KISKANIRIM SENİ BEN

Saçın yüzüne deyse, tenini kıskanırım
Birine söz söylesen, dilini kıskanırım
Kıskanırım seni ben, kıskanırım kendimden
Bu nasıl aşk Allahım, öleceğim derdimden

Sakın takma göğsüne, gülünü kıskanırım
Seni saran kemerden, belini kıskanırım
Kıskanırım seni ben, kıskanırım kendimden
Bu nasıl aşk Allahım, öleceğim derdimden

Güfte: H. Münir Ebcioğlu, Beste: Teoman Alpay

14 Mart 2010 Pazar

VEDA, ölüme meydan okuyan bir kuşağın hikayesi...



"VEDA, ölüme meydan okuyan bir kuşağın hikayesi".
Selanik’li bir kuşağın hikayesi desek daha doğru olur aslında.
Ulu önderimiz ve Zübeyde hanım gibi, Salih Bozok ve Fikriye hanım da Selanik’den geliyorlar çünkü.



Hiç bitmesin istediğim harika bir filmdi gerçekden.
Başdan sona hiçbir kopukluk yok.
Oyuncular harika,
kostümler tam zamana uygun,
müzikler duygulara hayat vermiş,
önce okul arkadaşı, sonra silah arkadaşı Salih Bozok’un anlatımıyla,
baş rolde baş kumandanımız, yanında en sevdikleri...



Filmde Ata’mızın hayatı ile birlikte dönemin aşk, sevgi, dostluk gibi duygularıda işlenmiş. Filmin başından itibaren akan yaşlarım, Fikriye hanımın silahından çıkan kurşunla tabiî ki daha da arttı. Ama bence filmin verdiği en yoğun duygu DOSTluk.
Öyle bir dostluk düşünün ki biri öldüğü için diğeride intihar ediyor.

İnsan fiziksel olarak bu dünyadan göçtüğünde ölmezmiş.
Asıl onu tanıyanlar, onu sevenler öldüğünde ölürmüş.
Bu anlamda Atamızda ölmedi, ölmeyecek.
Onu seven Cumhuriyet bekçileri var oldukça sonsuza kadar yaşayacakdır.

Böyle filme gidilmezde,
başından sonuna kadar ağlanmazda,
Atamız ve silah arkadaşları,
ve tabiî ki Mehmetciklerimiz saygı, şükran ve rahmetle anılmazda,
Film ekibinde yer alan oyuncusundan, yazarına, yönetmeninden yapımcısına kadar, kısaca emek veren herkes eller acıyana kadar alkışlanmazda ne yapılır?

Emeği geçen herkese bizi böyle başarılı bir yapımla buluşturdukları için çok teşekkürlerimi gönderirken, hala izlememiş olanlarınız varsa mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.

Sevgilerimle,
Güngör Ekinci