20 Eylül 2010 Pazartesi

YARIŞMADA BEN DE VARIM

Bir süre önce rahatsızlığımdan dolayı blog arkadaşlarımın bloglarını ziyaret edememiştim. Ama öyle güzel şeyler yaşanıp yüreklerden sayfalara dökülüyor ki birşey kaçırmış olmayayım diye iyileştikden sonra sayfaları geriye dönük olarak okumaya başladım.

İşte bu blog ziyaretlerinden birinde sevgili arkadaşım Leylak Dalının buradan ulaşabileceğiniz yazısını gördüm. İşte o an keşke bir yarışma olsa da ben de şansımı denesem diye içimden geçirdim.

Sonra bu sayfayı kapatıp yine blog arkadaşlarımdan sevgili Düşler Denizinin bloğunda dolaşmaya başlayınca gözlerime inanamadım. Sayfalardan birinde buradan ulaşabileceğiniz yarışma haberini gördüm.

Allah taleplerime hep karşılık veriyor çok şükür, ama hiç bu kadar çabuk gerçekleşen olmamıştı. Bir yarışma istedim ve yarışma haberi geldi.

Eh madem yarış istedin al sana yarışma Güngörcüm dedim kendi kendime.

Ve http://www.zamanehatunlari.com/ adresine ben de hikayemi gönderdim.

Hikayemin adı Bir Ömür Böyle Geçti olup buradan direkt siteye ulaşabileceğiniz gibi aşağıdan da okuyabilirsiniz.

YARIŞMA HAKKINDA BİLGİ
Garanti Emeklilik ve ELELE Dergisinin birlikte düzenledikleri yarışmanın son baş vuru tarihi 01.Ekim.2010
Hala şansınız var yani.
Hikayenizde İş çevresinde geçen gerçek yaşam hikayelerinize değinmeniz,
Kadın olmanızdan dolayı karşılaştığınız engellere ürettiğiniz kadınca çözümlerinizi , varsa Hayatın içinden ilham verici, iyileştirici, gülümsetici, düşündürücü anılarınızı paylaşmanız bekleniyor.
Katılan herkese bol şans dilerim,
Sevgiler. Güngör




BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ

İnsan romana benzettiği hayatından hikaye yazmaya çalışınca, hangi birini yazsın bilemiyor. Sanki yazılmayan anılar dile gelip "beni yaşamasaydın şimdi bu Güngör Ekinci olamazdın" diyeceklermiş gibi hissediyorum.

Onun için, nasıl geçmiş koca bir ömür diyerek baktım geriye, ve kaleme almaya çalıştım yaşadıklarımı, hatta yaşadıklarımızı.
İncindim mi ? İncittim mi?
Büyüdüm mü ? Yaşlandım mı ?
Arttım mı ? Eksildim mi ?
Ağladığım kadar gülebildim mi? Sorguladım yaşamımı.

1975 yılının çok soğuk ve karlı 26 Aralık gününde Rize' li bir anne ve Kars' lı bir babanın ilk çocuğu olarak dünyaya gelmişim. Kendi ailelerinde sevgi ile büyüyen, farklı kültürlere sahip iki insanın birbirlerini severek yaptığı evlilikten meydana gelen dört çocuğun ilkiyim. Anne tarafımın ilk torunu ilk yeğeni, baba tarafımın İstanbul’ da doğan ilk torunu, ilk yeğeniyim. İlk çocuk, ilk torun, ilk yeğen olarak çok mutlu, sevgi dolu bir çocukluk geçirdim. Fatma annemin Eyip babamın ilk göz ağrısı kızları Güngör oldum önce. Hakan’ ın, Güler’in, Gökhan’ ın ablası Güngör oldum sonra. Vasat sayılacak öğrencilik dönemim oldu. Biz 10' luk sistemde okuduk. Sınıf geçmemiz için 5 ve üstü not almamız yeterliydi. Başta Edebiyat, Sosyoloji, Felsefe olmak üzere sözel derslerde çok iyiydim, ama sayısallarda 4' e kalmaz, 5' den şaşmaz, 6' yı aşmazdım.Çok çok varlıklı bir yaşam ve fena sayılamayacak bir eğitim döneminden sonra 1993 yılında liseden mezun oldum. Liseden mezun olmamıza birkaç ay kalmıştı ki ülke ekonomisindeki istikrarsız gidişatın etkisi ile babamın işleri bozulmaya başladı. Okulun mezuniyet balosuna gidemedim, her yıl hazırlanan okul yıllığını da çok istediğim halde alamadım, hem de bir çok arkadaş hakkında görüş yazmışken.Çok üzülmüştüm, hatta o kadar üzülmüştüm ki beni hayatta hiç birşey bukadar üzemez diye düşünmüştüm. Ülkemi yakan, 5 Nisan 1994 ekonomi paketinin benim ailemi de kavuracağını nerden bilebilirdim ki? Birgün, elde avuçta ne varsa satmak zorunda kalacağımıza, istediğim eşyaya anında sahip olamayacağıma rüyamda görsem inanmazdım. Öyle böyle değil, bizim durumumuz 40 katlı bir binanın üzerinden yere çakılıp parça parça olmak gibi birşey.Lise bitti, babam iflas etti, geldi mi üst üste gelirler ya, birde böbreklerim taş üretti.Bulunduğumuz semtin SSK hastanesine ameliyat olmak üzere yattım. 35 gün boyunca hastanede yatmak zorunda kaldım. İki kez ameliyata hazırlandırıldım. Benden önceki hastaların ameliyatı uzadığı için benim ameliyatım ertelendi. Ama bu arada hergün serum ve ilaç almaya devam ediyorum. Üçüncü kez ameliyata hazırlandırıldım. Ameliyata girmeden yarım saat kadar önce röntgen çekildim, taş yerindeydi. Ameliyata girene kadar taş böbrekten çıkmış, üretere düşmüş. Taş düşme yoluna girmiş, ben aç kapa olmuşum yani. Bu kadarla kalsa yine iyi. Boşu boşuna yapılan bir ameliyatta birde yanlışlıkla sinirlerim dikildi. On dakikadan fazla yürüsem topallamaya, aksamaya başlıyorum. . Bir sene sonra kendiliğinden düzeleceksin ama bir yıl böyle idare edeceksin dedi doktorum. Bir, bir buçuk yıl kadar sonra normale döndüm. Şimdi sorunum yok çok şükür.

Taburcu olduktan iki hafta sonra bir balıkçı dükkanında tezgahtar olarak işe girdim. Burası çok sevdiğim bir öğretmenimin kuzeninin dükkanıydı. Dükkan yeni açılmıştı, işleri oturtana kadar kasayı emanet edecek güvelir birine ihtiyaçları varmış. Öğretmenim de beni önermiş sağolsun. Mevsim kıştı, hava çok soğuktu ve dükkanın heryeri açıktı. Dolaysı ile ben yeni ameliyat olduğum için ancak beş gün dayanabildim. Altıncı gün yataktan çıkamayacak kadar hasta oldum. Balıkçılık maceramda böylece sona erdi.

Sonra yoğun ilaç tedavisi ile taparlanmaya çalışırken bir tekstil şirketinde işe girdim. Evlendiği için işten ayrılan komşumuzun kızının referansıyla beni işe aldılar. Aslında görüştüğüm servis yönetmeni bayan yetişmiş eleman almak istiyordu. Ama kendisine " bakın, beni işe alın pişman olmayacaksınız, olursanız söz işten çıkarım" demiştim. Çok ihtiyacım vardı ve beni işe alması için adeta yalvardım. İlgili bayanda beni işe aldı sağolsun, aldı ama iki yılımı da burnumdan getirdi. İlgili bayan belli bir yaşın üstünde stresle başa çıkamayan ve sanırım mutsuz bir hanımdı. Ben servisin en küçüğü, 18 yaşında, tecrübesiz, hakkını aramayı bilmeyen, zaten hiç hakkını aramak zorunda da kalmamış biz kızcağız durumundaydım. İşimi nerdeyse sıfır hata ile yaptığımı dün gibi hatırlıyorum. Ama mutsuz bayan beni de mutsuz etmek için elinde geleni fazlası ile yapıyordu.2 yıl boyunca her sabah allah kahretsin bu kadından ne zaman kurtulacağım diye ağlayarak evden çıktım, 2 yıl boyunca her gün şirketin asansöründe, tuvaletinde gözümün üzerinde kaşım var diye ağladım, 2 yıl boyunca her akşam ağlayarak eve döndüm.

Evde de işte de huzurun olmadığı, yokluğun kol gezdiği koskoca iki yıl. Piyasaya göre iyi kazandığım ve çalışmak zorunda olduğum için istifa da edemiyordum, başka iş de bulamıyordum. Şirkette herkes böyle değil di tabiki. Hala süren çok sağlam dostluklarım da oldu. Özellikle biri var ki hala görüşüyoruz. Öz ablam olsa bu kadar koruyup kollardı beni. ( Şimdi bu satırları okuduğunu biliyorum, bir kez daha sağol canım benim.)Şirkette çalışırken, şuan da çalışmakta olduğum bankama da iş başvurusunda bulunmuştum. Şirkette işimi çok sevdiğim halde yöneticimin verdiği sıkıntıdan dolayı artık bıçak kemiğe dayanmıştı.

İstifa etmeye karar vermiştim ki bankaya başvuruda bulunduktan tam bir yıl sonra bankadan sınava davet mektubu aldım. Sonra herşey o kadar çabuk gelişti ki anlatamam. Bir sınav üç mülakattan geçtim. Üç hafta içinde çalışacağım servis bile belli oldu. Olanlara inanamıyordum. ( Allahım ne kadar büyüksün, sana ne kadar şükretsem azdır).Araba, ziynet eşyası, mal, mülk, elde avuçta ne varsa satılmış, ev hacizli, annemle babam alyanslarını bile satmışken, bu haber evimizde bayram havası estirdi. Maddi değeri çok yüksek olan onca şeyimizi kaybettik ama, beni sadece iki şey çok etkilemiştir. Birincisi annemle babamın alyansları, ikincisi anneme nişanında dayısının taktığı, ve annemin evlendiğimde bana verme sözü verdiği, benzerine hiç rastlamadığım kolyesi.

Şirketteki yöneticimle vedalaşırken, koluna hafifçe vurup "müdür olduğumda ararım sizi, hoşçakalın" dedim, Perşembe günü işten ayrıldım, Cuma günü bankamda yeni işime başladım.

Hala çalışmakta olduğum bankam maddi manevi öyle zor bir anımda karşıma çıkmıştı ki, bankada işe girdikten bir süre sonra, daha iyi ünvan ve daha iyi maaş karşılığında farklı bankalardan iş teklifi aldıysam da kurumuma olan gönül bağımdan dolayı bu teklifleri kabul etmedim. Ayrıca, bankada tekstil şirketinde aldığım aylıktan daha az bir maaşla işe başlamıştım. Buna rağmen çok mutluydum. Ailece çok mutluyduk. Uzun süredir ilk kez hayatımızda sevineceğimiz bir olay olmuştu.

Liseden sonra AÖF işletme fakültesine kayıt olmuştum. Fakat matematikden geçerli not almayı bir türlü başaramadım. Defalarca kursa gittim, özel ders aldım..Ama buna rağmen matematikden geçemeyince okulu ikinci sınıfda istemeyerek bırakdım. (Dersanedeki hocam sonradan en yakın dostlarımdan biri oldu.)

Hayatımda yeni bir dönem başlamıştı. Türkiye’nin en büyük bankalarından birinde, ilk tercihim olan bir bölümde, çok çabuk adapte olduğum ve neredeyse hepsi yaşıtım sayılabilecek arkadaşlarla çalışmaya başladım. İş hayatımda herşey inanamayacak kadar yolundaydı.İş hayatım ne kadar güzelse, özel hayatım o kadar zordu. Zordu ve kederliydi. Alacaklıların yada icra memurlarının biri gidip biri geliyordu. Hastaneye gitmediğimiz bir gün bile yoktu. Ya babama, ya anneme ya kardeşlerimden birine bir şey oluyor hastanelere koşturuyorduk. Bankada işe başladıktan sonra maddi manevi çok şey değişti hayatımda.

Birden bire gelecekle ilgili okadar güzel hayallerim oluştu ki, düşünmesi bile heyecanlanıp mutlu olmama yetiyordu. Seziyordum herşey çok güzel olacaktı .Güzel günlerin başlangıcı bile başlamamıştı henüz ama, ben kokusunu alıyordum işte. Herşey tam istediğim gibi olacaktı emindim.Ben böyle konuştukça ailem hem çok ümitlenir, hem de içinde bulunduğumuz duruma bakıp ümitsizliğe kapılırlardı. O zamanlar şimdilerde çok popüler olan “ çekim yasasından” iyi düşünerek iyi şeyleri kendimize çekme gücünden haberim yoktu, ama farkında olmadan yapıyormuşum meğer. En sıkıntılı anlarda hep hayal kurmaya başlardım. Sorunlarımıza değil olmasını istediğim şeylere odaklandım. Çok dua ettim. Allahdan hep çok istedim.

Kredi kartı sahibi olmanın kolay olmadığı o yıllarda,personel olmam sayesinde işe başladıktan birkaç ay sonra kredi kartım oldu ve hayata ilk golümü attım. Vadesi uzun, taksit miktarları küçük krediler aldım, 2-0 öndeydim artık. Ve Allahın bana sunduğu en büyük lütuf: Hayatımın onbiri. Onbir kişiden oluşan DOSTlarım.

İşim sayesinde hayatıma dahil olan dostlarım artık bir bir yer almaya başlamışlardı yüreğimin en güzel yerlerinde. Sağolsunlar kredi kartlarını kendi kartım gibi kullanmama izin verdiler. ( Canlarım şimdi siz de bu satırları okuyorsunuz ve kendinizi biliyor sunuz. Hepinize yürek dolusu teşekkürlerimi, sevgilerimi gönderiyorum bir kez daha. Varolun.)

Bir anda babamın silah arkadaşı, evin küçük arslanı oldum (büyük arslan babam :-)). Borçlar için düzenli ödeme planları çıkardım. Ödemelerle ilgili teferruata girip canınızı sıkmayacağım. Akrabalarla , eş dostla yaşadığımız sıkıntılarada değinmeyeceğim. Zaten bütün kırgınlıklarıma ve herşeye rağmen hepsini affediyorum.Ailece zorlu bir sürece girmiştik. Ve birbirimize destek olup bu günleri aşacaktık, inanıyordum. Belki başka ailede olsa bu yaşananlar fertleri birbirlerinden uzaklaştırabilir. Biz de tam tersi oldu. Öldürmeyen acı güçlendirdi bizi. Daha da bir kenetlendik birbirimize. Evimize icra geldi eşyalarımızı götürdüler yılmadık, elektriklerimizi kestiler, akşamları mum ışığında oturmak zorunda kaldık pes etmedik. Kız kardeşimin sesi çok güzeldir. Akşamları o söyledi, biz dinledik, sonra hep birlikte ağladık. Ben o ağlamaklı akşamlarda bile hep aynı şeyi tekrar ederdim "… ya herşey öyle güzel olacak ki çok heyecanlanıyorum" derdim, sonra hep birlikte gülerdik.

Derken bankada 2 yılım doldu. Performans puanım çok yüksekti ve hızlı terfi sisteminden yararlanıp iki yılda şef yardımcısı oldum. Normal terfilerden dört ay sonra terfim açıklandığı için dört ay geriye dönük fark ve terfi primi aldım. İnanın ilaç gibi gelmişti bu fark. O yılın anneler gününde kardeşlerimle birlikte annemle babama alyans aldık.

Ayaklarım yere çok sağlam basmaya başlamıştı. Hep dediğim gibi benim kişiliğimi yaşadıklarım belirledi. Hakkımı hukukumu bilir ve arar oldum. Sonra şöyle bir laf ettim " ben önce Hakan'ı ve Güler'i evlendireceğim sonra kendim evleneceğim" dedim. Karşıma çıkan bütün kısmetlerime kulp takacak bir şey buldum. Halada çok başarılı kulp takarım :-). Kulp takma kısmı şaka tabiki. Ben yaşımdan önce olgunlaştım galiba. Daha ilk gençlik yıllarımda bile ne istediğimi, nasıl birini istediğimi biliyordum. Tabiki benimde hoşlandığım, hatta sevdiğim arkadaşlıklarım oldu. Ama ya ben kendimi anlatamadım ya da onlar beni anlamadı. Birgün oturdum, acaba çok şey mi istiyorum diye düşündüm.

Sonra o düşüncelerimden şu şiirim çıktı;

SEVECEĞİM ADAM
Seveceğim adam, ideallerim gibi ödün verilmez,
Özgürlüğüm gibi vazgeçilmez olmalı.
Grevde hakkını kazanmış işçi kadar umutlu,
Emeklerin boşa gitmediğini bilmek kadar güven verici olmalı.
Seveceğim adam, yurdum kadar güzel,
İstanbul kadar gizemli olmalı.
Sorunları olgunlukla çözecek kadar sağduyulu,
Küllerinden yeniden doğabilecek kadar güçlü olmalı.
Seveceğim adam, annesi gibi asil ve ağırbaşlı,
Babası gibi samimi ve yürekden olmalı.
Beyaz güvercinler kadar barışçı,
Su gibi duru ve akıcı olmalı.
Seveceğim adam, Mevlana’yı bilecek kadar inançlı,
Okyanusları kulaçlamak gibi coşkulu olmalı.
Yeni doğmuş bir evladı ilk kez kucaklamak kadar mutluluk verici,
Çiçeğe durmuş kiraz ağaçlarını izlemek kadar zevk verici olmalı.
Seveceğim adam, Cumhuriyetin anlamını bilip önemini kavramış,
Anadolu evladı olmak gibi, gurur verici olmalı.
Harçlık bekleyen bir çocuğun, babasının bayram namazından gelmesini beklemesi kadar masum,
Köyde tırpandan sonra içilen ayran kadar ferahlatıcı olmalı.
Başımı koyduğum yastık kadar rahatlatıcı,
Yastığımı payşalacak kadar sevdiğim olmalı.
Seveceğim adam, toplanmış çıkarılmış olmalı,
Çarpılmış bölünmüş olmalı,
Elde kalan, adam gibi bir Adam olmalı.
Öyle ki, bu can ona düşünmeden kurban olmalı.

Pardon konudan uzaklaştım sanırım. Tamam nerde kalmıştık?

Artık şef yardımcısıydım. Müdür olmayı bekleyemeden aldım pastamı, gittim eski çalıştığım şirkete, dikildim eski yöneticimin karşısına, övüne övüne "terfi mutluluğumu sizlerle paylaşmaya geldim, bu hızla giderse yakında müdür de olurum dedim". O da sanırım ne demek istediğimi anladı. Zaten bir daha da kendisini hiç görmedim.

Hakan'la Güler liseyi bitirdi. Gökhan daha çok küçüktü. Namuslu ve dürüst yoldan yapılan her iş iştir diyerek buldukları işlere burun kıvırmadan onlarda çalışmaya başladı. Kardeş kardeşe babamıza annemize destek olduk, omuz verdik. Hatta kısa bir süre için annem bile çalıştı. Aylar yılları kovalamayı başladı. Her geçen gün daha da bir toparlanmaya başladık. Derken ben şef oldum. Hakan 'da benimle aynı bankada çalışmaya başladı (artık farklı bir iş yapıyor). Güler de önemli bir kurumun müşteri hizmetleri servisinin kalite yöneticisi oldu. Artık ben herşey çok güzel olacak dediğimde gülmüyorlar, beni ciddiye alıp onlarda heyecanlanıyordu. Oldukça iyi sayılabilecek bir duruma geldiğimiz söylenebilir di. Annemle babamın hastalıkları kontrol altına alınmıştı. Borçlardan kurtulmuştuk. Artık güzel günler yaşamaya başlamıştık işte.

2005 yılının yazında Hakan Şükriye ile evlendi. Evin kızı, ablası Güngör, artık birde görümce Güngör olmuştu. Sonra evimiz yeğenim Emirhan'la taçlandı ve ben bir de hala Güngör oldum.

O sıralar, Hakan sıkıntının ne demek olduğunu bilen biri olarak çok sıkıntıda olan bir arkadaşına kendi adına kredi çekip borç vermiş. Parayı geri alamadı ve arkadaşı tarafından çok ciddi anlamda dolandırıldı. Bu olayda bizi 1,5 – 2 yıl kadar zora soktu. Ama biz öyle bir 10 yıl geçirmiştik ki bu olayın da üstesinden gelmeyi başardık çok şükür.

Derken 2007 yılının yazında Güler'in Aşkın'la yaptığı evlilikle mutlu olduk. Artık birde baldız Güngör olmuştum yani. Arkasından Ecrin’im de teyze olmanın mutluluğunu yaşattı bana ve teyze Güngör oldum birde.

Gökhan şuan kaptan olmak için yüksek okul okuyor . Bir yandan da bir GSM şirketinde müşteri temsilcisi olarak çalışıyor.

Son durumumuzu özetleyecek olursak; Şuan daha da genişlemiş, kenetlenmiş, çok güçlü, mutlu ve umutlu bir aileyiz. Sizlerin birkaç dakikada okuduğu bu yazıyı biz ailece bir ömre sığdırdık.Yıllar evvel, birgün yaşadıklarımızı kaleme alacağım demiştim. Çok şükür doğum günüm de http://gungorekinci.blogspot.com/ isimli boğumdan okuyucularıma ulaşma imkanım oldu, bugünde buradan sizlerle paylaşmak kısmetmiş. Emekli olduktan sonra da yılın yarısını ege de veya güney de bir sahil kasabasında geçirip kitap yazabilecek bir yaşamım olsun istiyorum. Demek ki vakti gelince bu hayalimde gerçek olacak ( bak heyecanlandım yine :-) ).

Bu yazıda bir ömrün yüzlerce kez özetletilmiş halini okudunuz. Bu satırları kaleme almak, yaşadıklarımı hatırlamak bile beni çok kederlendiriyor. Bizzat yaşamış olmak ne kadar zordu anlatabilmem mümkün değil. Belime kadar uzun olan saçlarımı fönletecek lüksüm yoktu, ama bakımlı olabilmek adına saçlarımı ütülerken ellerimi kollarımı nasıl yaktığıma, Hakan'la Güler'i liseye kaydettirmeye gittiğimde yaşadıklarıma, Gökhan ilk okula başlayacağı zaman ihtiyaçlarını karşılamak için ek gelir olsun diye boş zamanlarımda yapay çiçek yaparken ellerimin ne hale geldiğine , bizi çoğu zaman en çok kıranların en sevdiklerimizin olduğuna ve daha nelere nelere hiç değinmeyeceğim...

Ama dersenizki ;
İncindin mi? Evet hem de çok.İncittin mi? Sanmıyorum ama olduysa da inanın bilmeden. Varsa kırdıklarım özür diliyorum.

Büyüdüm mü yaşlandım mı?Her günümü yaşayarak, üreterek geçirmeye çalışıyorum. Saçlarım bembeyaz olduğunda da, en hüzünlü günlerimde olduğu gibi şen kahkahalar atarak hayatın içinde olacağım inşallah. Yüzüm, ellerim kırışabilir ama, son nefesimi verene kadar hayatım kırışmayacak benim. İhtiyarlamayacağım, yaşlanmayacağım, sadece büyüyeceğim ben.

Artım mı eksildim mi?Arttım çok şükür. Maddi manevi arttım. Çok okuyorum, çok inançlıyım, manevi olarak arttım. Arkadaş çevrem çoğaldı, kardeşlerim evlendi, yeni insanlarla, yeni hayatlarla tanıştım, siz değerli okuyuculara ulaşma imkanım oldu. Şu internet doğru düzgün kullanılınca muhteşem birşey gerçekten. Sanal da olsa çok güzel arkadaşlıklar, dostluklar edindim. İnsanlar bazen yanlarındakinin elini tutamazken ben internet sayesinde çok uzak diyarlardaki yüreklere dokunabildim, sizi, seni, onu, bunu tanıyıp arttım. Her ne kadar enflasyon karşısında kuşa dönmüş olsa da her ay vaktinde hesabıma yatan, alnımın teri ile kazandığım sabit bir gelirim var maddi olarakda artım.

Ağladığım kadar gülebildim mi?Güldüm valla.Başımıza gelenlere,Zamana,Düşmanlarıma inat,Uçurumun kıyısındayken bile güldüm. İçin için ağlasamda kahkaha attım.

Kuluz arkadaşlar, insanoğlunun başına herşey gelebilir. Allah sağlığımızı almasın yeter ki. İnsanın sabit bir geliri ve sağlam bir inancı olduğu sürece ödenemeyecek borç, aşılamayacak sıkıntı yoktur. Çevrenize bir bakın. Kimin hayatı doğumundan ölümüne kadar dört dörtlük. Kim başarı merdivenlerini elleri cebinde çıkmış. Kim yokluk görmeden zengin olmuş yada zengin doğan kim hayatının hiçbir döneminde maddi sıkıntı yaşamamış. Yada maddi rahatı hep yerinde olan kimin hayatında A’dan Z’ye herşey hep mükemmel olmuş.Onu bunu bilmem, sabrın sonu selamet.Allah tabiki kimselere sıkıntı yaşatmasın. Rabbim çekebileceğimiz kadar sıkıntılarla bile terbiye etmesin. Kimseyi gördüğünden geri koymasın. Kimseyi sonradan görme de yapmasın, sonradan görememe de. Sonradan görmelerle çok karşılaştım, kendimde sonradan göremeyenlerden oldum, ikiside çok zor.

Şimdi borcum yok mu ? var.Bütün sıkıntılarım bitti mi? Bitmedi tabiki.Ama hayat bu işte. Bir sorun bitiyor, diğeri başlıyor. Sorunlarımızı çözdükçe de mutlu oluyoruz.

Hacıyatmazı bilir misiniz ? Hani neresinden vurursanız vurun sırtı yere gelmez. İşte ben kendimi o hacıyatmazlara benzetirim. Fırtınalar karşısında sendelediğim olur ama Allahın izni ile sırtım yere gelmez çok şükür. Öyle büyük savaşlardan çıktım ki, artık bir çok sorun küçük tatbikat gibi geliyor bana.Bazen hüzün sandalında sürüklensem de biliyorum geleceğimde her şeyin çooook güzel olacağını. Yaşanan bunca sıkıntının, yanılmışlığın, kırılmışlığın bir sebebi ve bir ödülü mutlaka olacak.

1975 - 2010 yılları arasında geçen bir ömrün sadece çok küçük bir kısmını paylaşabildim tabiki buradan. İstedim ki sabrın sonunun selamet olduğunu herkes görsün ve ümidini kaybetmesin.Umarım sıkıntılı,yada ümitsiz anlarınızda beni aklınıza getirip yılmamanız gerektiğini, hiçbir sıkıntının sonsuza kadar sürmeyeceğini kendinize telkin etmenize bir nebze olsun faydam olur.

Tabiki bu olayların, sadece benim cephemden görünen hikayesi.Annem babam ayrı, kardeşlerim ayrı birer hikaye. Hepimizin içinde kopan fırtınalar farklı, bakış açısı farklı. Ortak olan tek şeyimiz birbirimizi çok sevmemiz.

Ailece sloganımız;" Birimiz Hepimiz, Hepimiz Birimiz İçindir".

Canım ailem,İyi ki doğmuşum ve iyiki bu ailenin bir ferdi olmuşum.

Ailem, dostlarım, arkadaşlarım, bana kattığınız her şey için, dostluğunuz için,
varlığınız için hepinize ayrı ayrı yürekten teşekkür ediyorum.

Allahım, hayatı her zaman benden yana kıldığın için, hep benden yana olduğun için ve bana bundan sonrası için daha da güzel bir ömür yazdığın sana şükürler olsun.

Sevgilerimle,Güngör Ekinci