6 Şubat 2011 Pazar

Ben kendi gökyüzünde uçan bir SİMURG'um

Değerli hocam sayın Erkan Oyal ile.

Buradan ulaşabileceğiniz yazımda da belirttiğim gibi, en büyük hayalimi gerçekleştirebilmek için sunuculuk ve spikerlik kursuna gidiyorum. Bugünkü dersimizde sevgili Erkan hocam öyle güzel bir öykü okuttu ki bize " sanki beni anlatıyor" dedim.

Yazıyı hem içerik olarak çok beğendiğimden, hem de içinde kendimi bulduğumdan buradan sizlerle de paylaşmak istedim.

Herkese sevgilerimi gönderiyor iyi bir hafta diliyorum.

SİMURG' UN (*) ÖYKÜSÜ

Rivayet olunur ki kuşların hükümdarı Simurg, Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşar ve her şeyi de bilirmiş. Bu efsanevi kuşun en önemli özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak ölünce küllerinden yeniden doğmasıymış.

Kuşlar Simurg'a inanır ve bir gün kendilerini kurtaracağını düşünürlermiş. Kuşlar dünyasında bir şeyler ters gittiğinde Simurg'u bekler dururlarmış. Ne var ki Simurg ortalıkta hiç görünmezmiş. Geceler gündüzleri, yıllar yılları kovalamış yine de Simurg göze görünmeyince kuşlar Simurg’un varlığından kuşkuya düşüp, ümitlerini yitirmişler.

Derken bir gün uzak bir ülkelerden birinde bir kuş sürüsü, Simurg'un kanadından kopmuş bir tüy bulmuş. Simurg'un varlığını öğrenen dünyanın tüm kuşları toplanmış, hep birlikte Simurg'un huzuruna varıp, yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üstünde olan Kaf Dağı’nın en yüksek tepesinin zirvesiymiş.

Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi... İstek, aşk, marifet, istisna, tevhit, hayret ve yokluk vadileri.
Kuşlar hep birlikte gökyüzüne yükselerek, uçmaya başlamış. Çetin yolculuğun daha ilk aşamasında yorulup düşenler isteksiz ve kararsız olan, dünya işlerine önem veren kuşlarmış.

Aşk Denizi’nden geçmiş diğerleri. Ayrılık Vadisi’nin derin uçurumlarını katetmişler. Hırs Ovası’nı aşıp, Kıskançlık Gölü’ne sapmışlar. Kuşların kimi Aşk Denizi’ne dalıp kalmış, kimi Ayrılık Vadisi’nde kopmuş sürüden. Bazıları da hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göl sularına.
Önce Bülbül geri dönmüş güle olan aşkını hatırlayıp; papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş, kartal yücelerdeki krallığını bırakamamış, baykuş yıkıntılarını özlemiş, balıkçıl kuşu bataklığını…

Beşinci vadiyi geçtikten sonra önlerindeki Şaşkınlık Vadisi ve sonuncu geçit Yokoluş’ta tüm kuşlar umutlarını yitirmiş. Zaten yedi vadi üzerinden uçtukça kuşların sayısı azalmış, Kaf Dağı’na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.

Nihayet Simurg’un yuvasına varmışlar; ama içi boşmuş. Sonunda sırrı sözcükler çözmüş.
Farsça "si" otuz demek, "murg" ise kuş.

Simurg, "otuz kuş" demekmiş. Otuz kuşun hepsi Simurg'muş; her biri de bir Simurg.
Otuz kuş anlamış ki, aradıkları sultan aslında kendileridir ve gerçek yolculuk, kendi içlerine yaptıkları yolculuktur.

Kıssadan hisse: Simurg’u beklemekten vazgeçmek, Şaşkınlık ve Yokoluş’u yaşadıktan sonra bile hayatı sürdürmek, kendi küllerinden yeniden doğabilmek için kendini yakmadıkça, herkes birer Simurg olmayı göze almadıkça; kafeslerde,tüneklerde, bataklık ve yıkıntılarda yaşamaktan kurtulmak mümkün görülmüyor.

Şimdi kendi gökyüzümüze uçmanın zamanıdır.

* Simurg’un diğer adları Zümrüd-ü Anka,ya da Phoenix'tir.