28 Mayıs 2011 Cumartesi

Hacı Abdullah Lokantası



Aşağıdaki fotoğrafları, İstanbul Taksim’de, Osmanlı-Türk yemekleri üzerine eşsiz bir futfağa sahip olan Hacı Abdullah Lokantasında çektim.

İlk 1888'de Karaköy Rıhtımı'nda "Abdullah Efendi" adıyla açılan lokantanın işletme ruhsatı bizzat Sultan II. Abdülhamit tarafından verilmiş, İstanbul'u ziyaret eden yabancı resmi ve özel heyetler burada ağırlanmış.
1915 yılında Karaköy Rıhtımı'ndan Beyoğlu'na taşınan lokanta, şuan da istiklal caddesi'nde Ağa cami'nin olduğu sokakta hizmet veriyor.

Girişindeki duvarların önünde çeşit çeşit, renkli renkli turşu kavanozları eminim sizinde hemen dikkatinizi çekecektir. Kapıdan girince önce bir görsel şölenle karşılanıyorsunuz, arkaya doğru ilerleyince yemeklerin sergilendiği, daha ileride de yemeğinizi yiyebileceğiniz bölümlere ulaşıyorsunuz.

Ortam biraz loş, oturma düzeni oldukca rahat, yemekler son derece lezzetli.
Beyoğlu’na yolunuz düştüğünde, canınız lezzetli, sulu, Türk mutfağına özgü yemek çekerse gidilebilecek bence İstanbul’daki sayılı mekanlardan biri.
Giderseniz şimdiden afiyet olsun.
Sevgilerimle,
Güngör Ekinci













HOŞ GÖRÜNTÜLER

Bana kilometrelerce öteden mail ile gelen bu görüntüleri çok beğendiğim için
sizlerle de paylaşmak istedim. Tüm fotoğrafları üzerlerine tıklayarak büyütebilirsiniz.

İyi seyirler,
Sevgiler.























26 Mayıs 2011 Perşembe

İYİ Kİ DOĞDUN KARDEŞİM



Bundan 31 yıl önce bugün, annemle babam eve çok ağlayan bir bebekle geldiler. Annemle babam, Hakan'la bana, bebeği çok seveceğimizi, ona abilik, ablalık yapacağımızı söylediler. Ama sadece bakabiliyorduk bebeğe, kucağımıza almamız yasakdı. Annemin çok sevdiği, güler yüzlü ve güzel bir arkadaşı vardı, ismi Güler'di.
Kızım da ona benzesin diyerek bebeğin ismini Güler koydu.

Sonra babam buzdolabından yaş pasta çıkardı. Bu pastayı size Güler getirdi dedi.
Çok net hatırlıyorum, kuzenlerim Ufuk ve Derya da bizdeydi. Vaaayy dedik, bize pasta da getirmiş.

Çok sevdik onu, ne de olsa pasta getirmişti bize :))

İşte ogün bugündür çok severiz, canımız kardeşimiz Güler'i.
Güler ailemizin assolisti oldu hep. Ruh halimize göre türküler, şarkılar söylerdi bize. Kah türkü söyler birlikde ağlardık, kah koltuğu, sehpayı kenara çeker söyler oynardık.

Dört kardeşiz, hepimizin farklı bir kişilik yapısı var tabiki.
İçimizde en komik olanımız Güler'dir. Hani ölüyü güldürür derler ya, o kadar komikdir yani. İyi bir kardeş, iyi bir evlat, iyi bir eş, iyi bir annedir.
Halden anlayan bir yönetici, merhametli bir dost, düşünceli bir arkadaş, aklı başında bir komşudur.

Canım kardeşim iyiki doğmuşsun, iyiki ailemizin bir ferdi ve kardeşim olmuşsun.
Rabbim , eşinle, çocuğunla, bizlerle, ve yanında olmalarını istediğin herkesle, tüm hayallerinin gerçek olduğu uzun bir ömür nasip etsin sana.
Sıkı bir şekilde sarılıp, sevgiyle kucaklıyor ve çok öpüyorum.
Seni çok seviyoruz. Doğum günün kutlu olsun.
Ablan...

PEKMEZLİ YUMURTA



Bugünkü tarifim Adıyaman'lı arkadaşım Ayten'den.
Açıkcası şimdiye kadar yumurta ve pekmezi bir arada ne düşünmüştüm ne de duymuştum.
Ama oluyormuş işte. Alışık olmayanlara biraz ağır gelebilir.Çünkü hafifden geniz yakan bir tadı var. Hem sağlıklı, hem kolay yapılan, hem de ekonomik olan bu lezzeti kahvaltıda sıcakken yemenizi öneririm.

MALZEMELER
2 yumurta
4 yemek kaşığı pekmez
1 tatlı kaşığı tereyağı ya da sivi yag

YAPILIŞI
Yumurtaları derin bir kaba kırın ve çırpın.
Yağı  tavada eritin.
Çırpılmış yumurtaları tavaya dökün.
Tavada yumurta yapar gibi pişirin.
Tavadaki yumurtaları, pekmezin iyice içine işlemesi için parçalara bölün.
Sonra pekmezi ilave edin.( Pekmez çok koyuysa, çok az da su ilave edilebilirmiş. Ben sırf pekmezle yaptım.)
Pekmezi ilave ettikden sonra, pekmez içinde bir kez kaynadıkdan sonra ocakdan alabilirsiniz.

Ayten'cim bak bakalım olmuşmu? :)

Afiyet olsun.
Sevgilerimle,
Güngör Ekinci

24 Mayıs 2011 Salı

Bu Manzaralar Pierre Loti'den


Pierre Loti, asıl adı Louis Marie Julien Viaud olan, Fransız romancıdır. Pierre Loti isminin yazara Tahitili yerliler tarafından verildiği söylenir. "Loti", egzotik iklimlerde yetişen egzotik bir çiçeğin ismidir.

İzlenimci bir yazar olan Pierre Loti'nin oldukça yalın bir dili vardı. Edebiyattaki bu izlenimciliği kişiliğini de derinden etkiledi. İçinde duyduğu insanlığa karşı şefkat ve acıma duygusunu yapıtlarına da yansıttı.

Birçok kez İstanbul'da bulunmuş olan Pierre Loti, İstanbul'a ilk kez 1876 yılında geldi ve Eyüp'te yaşadı. İstanbul'a hayran olan Pierre Loti, kendisini her zaman Türk dostu olarak nitelendirdi.

1913 yılında yazdığı Can Çekişen Türkiye kitabıyla Batı politikalarını eleştiren Loti, aynı yıl devlet konuğu olarak Türkiye'ye geldiği zaman, Sultan Reşat tarafından sarayda ağırlandı. Balkan Savaşlarında, I. Dünya Savaşında ve sonrasında Anadolu işgalinde, Avrupa'ya karşı hep Türkler'i savundu. Millî Mücadele döneminde Anadolu'daki direnişe destek vermesi ve kendi ülkesi olan işgalci Fransa'yı ağır bir dille eleştirmesiyle Loti, Türk halkının da sempatisini kazandı. Öyle ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi 4 Ekim 1921' de Pierre Loti' ye şükranlarını sunan bir mektup yolladı. Bununla birlikte Pierre Loti, 1920 yılında "İstanbul Şehri Fahri Hemşehrisi" olarak kabul edildi. Daha sonraları İstanbul'da Divanyolu'nda bir caddeye "Pierre Loti Caddesi" ve Eyüp'te bir kafeye "Pierre Loti kahvesi" adı verildi. Günümüzde bu kafenin olduğu tepe de Pierre Loti Tepesi olarak anılmaktadır.

İşte aşağıda yer alan fotoğraflarda, tadına doyum olmayan bir günde, doyumsuz bir sohbet eşliğinde, Pierre Loti Tepesindeki kafede çekildi. Hem sizlere, hem de o günü güzel kılan üç yüreğe, yürekden sevgilerimi gönderiyorum.

İçtenlikle...
Güngör Ekinci








Önünden Arkasından, Sağından Solundan, İçinden Dışından Görüntülerle İşte Kız Kulesi


Kız Kulesi, hakkında çeşitli rivayetler anlatılan, efsanelere konu olan, İstanbul Boğazı'nın Marmara Denizi'ne yakın kısmında, Salacak açıklarında yer alan küçük bir adacık üzerinde inşa edilmiş çok şirin bir yapıdır.

Geçmişten geleceğe, ama en çok da hayallerimize yol göstermektedir. İstanbul'un en güzel, en romantik ve en gizemli mekanlarından biridir. Başında sevda yelleri esen, alımlı ve yalnız çok güzel bir genç kız gibi görünür benim gözüme.

Üsküdar’da Bizans devrinden kalan tek eserdir. M.Ö. 24 yıllarına kadar uzanan tarihi bir geçmişe sahiptir. Kız Kulesi 2000 yılında restore edilerek, artık çatal-bıçak seslerinin duyulduğu bir mekân haline dönüştürülmüştür. Ulaşım Salacak ve Ortaköy'den yapılmaktadır.

Kendi kendine yeten bir tarihe sahip olan mekan, yüzyıllardır anlatılan çeşitli efsaneleriyle de ilgi odağıdır. Hakkında en bilinen hikaye şudur. Kralın birine, çok sevdiği kızı onsekiz yaşına geldiğinde bir yılan tarafından sokularak öleceği söylenir.Bunun üzerine kral denizin ortasındaki bu kuleyi yaptırarak kızını buraya yerleştirir. Kaderin kaçınılmazlığını kanıtlarcasına, kuleye gönderilen üzüm sepetinden çıkan bir yılan, prensesi zehirler. Kral, kızına demirden bir tabut yaptırarak Ayasofya'nın giriş kapısının üstüne yerleştirir. Bugün bu tabutun üstünde iki delik vardır. Yılanın, ölümünden sonra da onu rahat bırakmadığına dair hikayeler anlatılmaktadır. Kız kulesi ile ilgili olarak bunun dışında da çeşitli rivayetler vardır.

İstanbul’a yolunuz düşerse mutlaka uğrayın derim.
Sevgilerimle.
Güngör Ekinci