24 Aralık 2009 Perşembe
DOĞUM GÜNÜM 26 ARALIK
Otuz yaşıma girdiğim yıl.
İyi ki doğmuşum diyerek uyandığım bir sabahtan daha hepinize merhaba.
26 Aralık benim doğum günüm. Bu yazıyı aslında o gün yayınlasam daha doğru olurdu ama, hafta sonu yayın yapmadığım için bugünden verdim yayına.
Her Aralık ayında, sanki yılın bilançosunu çıkarıyormuşum gibi, bitirmek üzere olduğumuz yılı analiz ederim. Bu yıl ne yaptım? Nasıl geçti ömrümün son onbir ayı diye düşünürüm.
Bu kez gözlerimi kapadım ve biraz daha gerilere gittim. Nasıl geçti koca bir ömür diye düşünmeye başladım.
İncindim mi ? İncittim mi?
Büyüdüm mü ? Yaşlandım mı ?
Arttım mı ? Eksildim mi ?
Ağladığım kadar gülebildim mi?
sorguladım yaşamımı.
Bir yaşlarında bir akrabamızın düğünündeyim.
Sonra hayatımın birkaç bölümden oluştuğunu fark ettim. Önce çocukluk dönemimi düşündüm dudağımda oluşan hafif bir gülümsemeyle...
En sevdiğim fotoğraflarımdan biridir.
Diyarbakır folklor ekibindeydim.
1975 yılının çok soğuk ve karlı 26 Aralık gününde Rize' li bir anne ve Kars' lı bir babanın ilk çocuğu olarak dünyaya gelmişim. Kendi ailelerinde sevgi ile büyüyen, farklı kültürlere sahip iki insanın birbirlerini severek yaptığı evlilikten meydana gelen dört çocuğun ilkiyim. Anne tarafımın ilk torunu ilk yeğeni, baba tarafımın İstanbul’ da doğan ilk torunu ilk yeğeniyim.
Annem Parkının açılışında dönemin İstanbul belediye başkanı Sn.Bedrettin Dalan’ ile...
Benden büyük canım kuzenlerim, canım memleketim Kars' ta doğmuşlar. İlk çocuk, ilk torun, ilk yeğen olarak tabiri yerinde ise yerde buz, gökte yıldız denilen türden bir çocukluk geçirdim. Fatma annemin Eyip babamın ilk göz ağrısı kızları Güngör oldum önce. Hakan’ ın, Güler’in, Gökhan’ ın ablası Güngör oldum sonra. Çok sevip, sevildiğime inandığım nenelerim, dedelerim, amcalarım, dayılarım, teyzelerim, halalarım, yengelerim, canım kuzenlerim oldu çok şükür. Özetle, çok mutlu, sevgi dolu bir çocukluk geçirdim.
Siz de benim herşeyim siniz.
Vasat sayılacak öğrencilik dönemim oldu. Biz 10' luk sistemde okuduk. Sınıf geçmemiz için 5 ve üstü not almamız yeterliydi. Başta Edebiyat, Sosyoloji, Felsefe olmak üzere sözel derslerde çok iyiydim, ama sayısallarda 4' e kalmaz, 5' den şaşmaz, 6' yı aşmazdım.
Hiç teşekkür takdir belgesi almadım. Ama öğretmenlerimin övgüsünü kazandım hep.
Buradan aflarına sığınarak anne babalara çok kısaca seslenmek istiyorum. Lütfen çocuklarınızı yarış atı gibi koşturmayın. Çünkü mühim olan çocuklarınızın duvarlarınızı süsleyecek takdir belgeleri kazanmaları, komşunun çocuğundan daha başarılı olmaları değildir. Önemli olan çocuğunuzun önce mutlu bir birey olarak yetişmesidir. Çünkü mutlu büyüyen bir çocuğu kimse tutamaz, başarıyı mutlaka bir yerinden yakalar. Çocuklarınızı başı boş bırakın demiyorum, tabiki onları doğru yönlendirmeye çalışın ama bunları yaparken onları eğitimden soğutmayın. Eminim sizinde etrafınızda her eğitim dönemi sonunda başarısı belgelerle tastiklenmiş ama hayatta hak ettiği yere gelememiş arkadaşlarınız vardır, tıpkı benimde olduğu gibi. Neyse ahkam kesmeyi bırakıp konumuza geri dönüyorum.
Çok çok varlıklı bir yaşam ve fena sayılamayacak bir eğitim döneminden sonra 1993 yılında liseden mezun oldum. Liseden mezun olmamıza birkaç ay kalmıştı ki ülke ekonomisindeki istikrarsız gidişatın da etkisi ile babamın işleri bozulmaya başladı. Okulun mezuniyet balosuna gidemedim, her yıl hazırlanan okul yıllığını da çok istediğim halde alamadım.
Çok üzülmüştüm, hatta o kadar üzülmüştüm ki beni hayatta hiç birşey bukadar üzemez diye düşünmüştüm. Ülkemi yakan, 5 Nisan 1994 ekonomi paketinin benim ailemide kavuracağını nerden bilebilirdim ki. Birgün, elde avuçta ne varsa satmak zorunda kalacağımıza, istediğim eşyaya anında sahip olamayacağıma rüyamda görsem inanmazdım. Öyle böyle değil arkadaşlar, bizim durumumuz 40 katlı bir binanın üzerinden yere çakılıp parça parça olmak gibi birşey.
Lise bitti, babam iflas etti, geldi mi üst üste gelirler ya, birde böbreklerim taş üretmez mi?
Hadiii, buyurun burdan yakın.
Bulunduğumuz semtin SSK hastanesine ameliyat olmak üzere yattım. 35 gün boyunca hastanede yatmak zorunda kaldım. İki kez ameliyata hazırlandırıldım. Benden önceki hastaların ameliyatı uzadığı için benim ameliyatım ertelendi. Ama bu arada hergün serum ve ilaç almaya devam ediyorum. Üçüncü kez ameliyata hazırlandırıldım. Ameliyata girmeden yarım saat kadar önce röntgen çekildim, taş yerindeydi. Ameliyata girene kadar taş böbrekten çıkmış, üretere düşmüş. Taş düşme yoluna girmiş, ben aç kapa olmuşum yani.
Bu kadarla kalsa yine razıyım, boşu boşuna yapılan bir ameliyatta birde yanlışlıkla sinirlerim dikilmez mi? On dakikadan fazla yürüsem topallamaya, aksamaya başlıyorum. Şimdiki şartlarım olsa Allah şahidimdir şehri dar ederdim O doktora. Ama o günlerde öyle değildi. Elde yok avuçda yok kaderimize zarı olduk. Bir sene sonra kendiliğinden düzeleceksin ama bir yıl böyle idare edeceksin dediler. Bir, bir buçuk yıl kadar sonra normale döndüm. Şimdi sorunum yok çok şükür. ( Büyüklük ben de kalsın doktorun adını yayınlamıyorum).
Taburcu olduktan iki hafta sonra bir balıkçı dükkanında tezgahtar olarak işe girdim. Burası çok sevdiğim bir öğretmenimin kuzeninin dükkanıydı. Dükkan yeni açılmıştı, işleri oturtana kadar kasayı emanet edecek güvelir birine ihtiyaçları varmış. Süleyman hocam da sağolsun beni önermiş. Mevsim kıştı, hava çok soğuktu ve dükkanın heryeri açıktı. Dolaysı ile ben yeni ameliyat olduğum için ancak beş gün dayanabildim. Altıncı gün yataktan çıkamayacak kadar hasta oldum. Balıkçılık maceramda böylece sona erdi. Ama hala balık en sevdiğim besindir. :-) Hatta okadar seviyorum ki, balıkçı tezgahlarının önünden geçerken balıkları elime alıp öpmemek için kendimi zor tutuyorum valla. ( He bu arada belirteyim ama, derya kuzularını tezgahdan çok tavada görmeyi tercih ediyorum :-))
Sonra yoğun ilaç tedavisi ile taparlanmaya çalışırken bir tekstil şirketinde işe girdim. Evlendiği için işten ayrılan komşumuzun kızının referansıyla beni işe aldılar. Aslında görüştüğüm servis yönetmeni bayan yetişmiş eleman almak istiyordu. Ama kendisine “ bakın, beni işe alın pişman olmayacaksınız, olursanız söz işten çıkarım” demiştim. Çok ihtiyacım vardı ve beni işe alması için adeta yalvardım. İlgili bayanda beni işe aldı sağolsun, aldı ama iki yılımı da burnumdan getirdi. (Burada firmanın ismini de, bayanın ismini de vermek istemiyorum şimdi). İlgili bayan 35 yaşın üzerinde, stresle başa çıkamayan ve sanırım MUTSUZ bir hanımdı. Ben servisin en küçüğü, 18 yaşında, tecrübesiz, hakkını aramayı bilmeyen, zaten hiç hakkını aramak zorunda da kalmamış biz kızcağız durumundaydım. İşimi nerdeyse sıfır hata ile yaptığımı dün gibi hatırlıyorum. Ama bu bayan ne yapıp yapıp beni ağlatmayı başarırdı.
2 yıl boyunca her sabah allah kahretsin bu kadından ne zaman kurtulacağım diye ağlayarak evden çıktım, 2 yıl boyunca her gün şirketin asansöründe, tuvaletinde gözümün üzerinde kaşım var diye ağladım, 2 yıl boyunca her akşam ağlayarak eve döndüm.
Evde de işte de huzurun olmadığı, yokluğun kol gezdiği koskoca iki yıl. Piyasaya göre iyi kazandığım ve çalışmak zorunda olduğum için istifa da edemiyordum, başka iş te bulamıyordum. Şirkette herkes böyle değil di tabiki. Hala süren çok sağlam dostluklarım da oldu. Özellikle biri var ki canım Eso’şum, hala görüşüyoruz. Öz ablam olsa bu kadar koruyup kollardı beni. Bir kez daha sağol canım benim.
Şirkette çalışırken, şuan da çalışmakta olduğum bankama da iş başvurusunda bulunmuştum. Şirkette işimi çok sevdiğim halde yöneticimin verdiği sıkıntıdan dolayı artık bıçak kemiğe dayanmıştı. İstifa etmeye karar vermiştim ki bankaya başvuruda bulunduktan tam bir yıl sonra bankadan sınava davet mektubu aldım. Sonra herşey o kadar çabuk gelişti ki anlatamam. Bir sınav üç mülakattan geçtim. Üç hafta içinde çalışacağım servis bile belli oldu. Olanlara inanamıyordum. ( Allahım ne kadar büyüksün, sana ne kadar şükretsem azdır). Araba, ziynet eşyası, mal, mülk, elde avuçta ne varsa satılmış, ev hacizli, annemle babam alyanslarını bile satmışken, bu haber evimizde bayram havası estirdi. Maddi değeri çok yüksek olan onca şeyimizi kaybettik ama, beni sadece iki şey çok etkilemiştir. Birincisi annemle babamın alyansları, ikincisi anneme nişanında dayısının taktığı, ve annemin evlendiğimde bana verme sözü verdiği, benzerine hiç rastlamadığım kolyesi.
Neyse, şirketteki yöneticimle vedalaşırken, koluna hafifçe vurup “ müdür olduğumda ararım sizi, hoşçakalın” dedim, Perşembe günü işten ayrıldım. 1995 yılının sonbaharında Cuma günü bankamda yeni işime başladım. Çalışmakta olduğum bankam maddi manevi öyle zor bir anımda karşıma çıktı ki, bankada işe girdikten bir süre sonra, daha iyi ünvan ve daha iyi maaş karşılığında farklı bankalardan iş teklifi aldıysam da kurumuma olan gönül bağımdan dolayı bu teklifleri kabul etmedim. Ayrıca, bankada tekstil şirketinde aldığım aylıktan daha az bir maaşla işe başlamıştım. Buna rağmen çok mutluydum. Ailece çok mutluyduk. Uzun süredir ilk kez hayatımızda sevineceğimiz bir olay olmuştu.
Liseden sonra AÖF işletme fakültesine kayıt olmuştum. Fakat matematikden geçerli not almayı bir türlü başaramadım. Defalarca kursa gittim, özel ders aldım. Hatta dersanedeki hocam sevgili Dido’cum, şimdi en yakın dostlarımdan biri. Ama buna rağmen matematikden geçemeyince okulu ikinci sınıfda istemeyerek bırakdım.
Hayatımda yeni bir dönem başlamıştı. Türkiye’nin en büyük bankasında, ilk tercihim olan bir bölümde, çok çabuk adapte olduğum ve neredeyse hepsi yaşıtım sayılabilecek arkadaşlarla çalışmaya başladım. İş hayatımda herşey inanamayacak kadar yolundaydı.
İş hayatım ne kadar güzelse, özel hayatım o kadar zordu. Zordu ve kederliydi. Alacaklıların ya da icra memurlarının biri gidip biri geliyordu. Hastaneye gitmediğimiz bir gün bile yoktu. Ya babama, ya anneme ya kardeşlerimden birine bir şey oluyor hastanelere koşturuyorduk.
Bankada işe başladıktan sonra maddi manevi çok şey değişti hayatımda. Birden bire gelecekle ilgili okadar güzel hayallerim oluştu ki, düşünmesi bile heyecanlanıp mutlu olmama yetiyordu. Seziyordum herşey çok güzel olacaktı .Güzel günlerin başlangıcı bile başlamamıştı daha ama, ben kokusunu alıyordum işte. Herşey tam istediğim gibi olacaktı emindim. Ben böyle konuştukça ailem hem çok ümitlenir, hem de içinde bulunduğumuz duruma bakıp ümitsizliğe kapılırlardı. O zamanlar şimdilerde çok popüler olan “ çekim yasasından” iyi düşünerek iyi şeyleri kendimize çekme gücünden haberim yoktu, ama farkında olmadan yapıyormuşum meğer. En sıkıntılı anlarda hep hayal kurmaya başlardım. Sorunlarımıza değil olmasını istediğim şeylere odaklandım. Çok dua ettim. Allahdan hep çok istedim, büyük istedim. Bankada işe başladıktan birkaç ay sonra kredi kartı sahibi oldum. Vadesi uzun, taksit miktarları küçük krediler aldım. Sağolsunlar bazı DOSTlarım kendi kredi kartlarını bile bana kullandırdılar. ( Canlarım siz kendinizi biliyor sunuz zaten. Hepinize yürek dolusu teşekkürlerimi, sevgilerimi gönderiyorum bir kez daha, varolun).
Bir anda babamın silah arkadaşı, evin küçük arslanı oldum (büyük arslan babam :-)). Borçlar için düzenli ödeme planları çıkardım. Ödemeler ile ilgili teferruata girip canınızı sıkmayacağım. Akrabalarla , eş dostla yaşadığımız sıkıntılarada değinmeyeceğim. Zaten bütün kırgınlıklarıma ve herşeye rağmen hepsini affediyorum.
Ailem bu doğum günümde pasta alamamış, annem çok sevdiğim için patates salatası yapmıştı. Güler’de yaratıcılığını kullanıp salataya mum dikip bu notu ilave etmişti.
Ailece zorlu bir sürece girmiştik. Ve birbirimize destek olup bu günleri aşacaktık, inanıyordum. Belki başka ailede olsa bu olaylar fertleri birbirlerinden uzaklaştırabilir. Biz de tam tersi oldu. Öldürmeyen acı güçlendirdi bizi. Daha da bir kenetlendik birbirimize. Evimize icra geldi eşyalarımızı götürdüler yılmadık, elektriklerimizi kestiler, akşamları mum ışığında oturmak zorunda kaldık pes etmedik. Kız kardeşim Güler'in sesi çok güzeldir. Akşamları o söyledi, kah ağladık kah dinledik. Ben o ağlamaklı akşamlarda bile hep aynı şeyi tekrar ederdim " … ya herşey öyle güzel olacak ki çok heyecanlanıyorum" derdim, sonra hep birlikte gülerdik.
Derken bankada 2 yılım doldu. Performans puanım çok yüksekti ve hızlı terfi sisteminden yararlanıp iki yılda şef yardımcısı oldum. Normal terfilerden dört ay sonra terfim açıklandığı için dört ay geriye dönük fark ve terfi primi aldım. İnanın ilaç gibi gelmişti bu fark. O yılın anneler gününde kardeşlerimle birlikte annemle babama alyans aldık.
Ayaklarım yere çok sağlam basmaya başlamıştı. Hep dediğim gibi benim kişiliğimi yaşadıklarım belirledi. Hakkımı hukukumu bilir ve arar oldum. Sonra şöyle bir laf ettim “ ben önce Hakan'ı ve Güler'i evlendireceğim sonra kendim evleneceğim” dedim. Karşıma çıkan bütün kısmetlerime kulp takacak bir şey buldum. Halada çok başarılı kulp takarım :-). Kulp takma kısmı şaka tabiki. Ben yaşımdan önce olgunlaştım galiba. Daha 23 yaşındayken bile ne istediğimi, nasıl birini istediğimi biliyordum. Tabiki benimde hoşlandığım, hatta sevdiğim arkadaşlıklarım oldu. Ama ya ben kendimi anlatamadım ya da onlar beni anlamadı. Birgün oturdum, acaba çok şey mi istiyorum diye düşündüm. Sonra o düşüncelerimden şu şiirim çıktı;
SEVECEĞİM ADAM
Seveceğim adam, ideallerim gibi ödün verilmez,
Özgürlüğüm gibi vazgeçilmez olmalı.
Grevde hakkını kazanmış işçi kadar umutlu,
Emeklerin boşa gitmediğini bilmek kadar güven verici olmalı.
Seveceğim adam, yurdum kadar güzel,
İstanbul kadar gizemli olmalı.
Sorunları olgunlukla çözecek kadar sağduyulu,
Küllerinden yeniden doğabilecek kadar güçlü olmalı.
Seveceğim adam, annesi gibi asil ve ağırbaşlı,
Babası gibi samimi ve yürekden olmalı.
Beyaz güvercinler kadar barışçı,
Su gibi duru ve akıcı olmalı.
Seveceğim adam, Mevlana’yı bilecek kadar inançlı,
Okyanusları kulaçlamak gibi coşkulu olmalı.
Yeni doğmuş bir evladı ilk kez kucaklamak kadar mutluluk verici,
Çiçeğe durmuş kiraz ağaçlarını izlemek kadar zevk verici olmalı.
Seveceğim adam, Cumhuriyetin anlamını bilip önemini kavramış,
Anadolu evladı olmak gibi, gurur verici olmalı.
Harçlık bekleyen bir çocuğun, babasının bayram namazından
gelmesini beklemesi kadar masum,
Köyde tırpandan sonra içilen ayran kadar ferahlatıcı olmalı.
Başımı koyduğum yastık kadar rahatlatıcı,
Yastığımı payşalacak kadar sevdiğim olmalı.
Seveceğim adam, toplanmış çıkarılmış olmalı,
Çarpılmış bölünmüş olmalı,
Elde kalan, adam gibi bir Adam olmalı.
Öyle ki, bu can ona düşünmeden kurban olmalı.
Bence çok şey değil istediğim. İstanbul gibi fethi zor, fatihim tek olsun istiyorum. Hayatımda “keşke imkanım olsaydı da yapabilseydim” lerim var ama “ keşke yapmasaydım” larım yok çok şükür. Kolay bir bayan olmadığımın da farkındayım ama beni anlayan, kalbimi feth edecek adam gibi bir adamla mutlu bir evlilik yapacağıma inancım tam. Söz veriyorum değerli okuyucularım feth edildiğimde ilk siz duyacaksınız.
Pardon konudan uzaklaştım yine. Tamam nerde kalmıştık?
Artık şef yardımcısıydım. Müdür olmayı bekleyemeden aldım pastamı, gittim eski çalıştığım şirkete, dikildim eski yöneticimin karşısına, övüne övüne “ terfi mutluluğumu sizlerle paylaşmaya geldim, bu hızla giderse yakında müdür de olurum dedim”. O da sanırım ne demek istediğimi anladı. Zaten bir daha da kendisini hiç görmedim.
Hakan'la Güler liseyi bitirdi. Gökhan daha çok küçüktü. Namuslu ve dürüst yoldan yapılan her iş iştir diyerek buldukları işlere burun kıvırmadan onlarda çalışmaya başladı. Kardeş kardeşe babamıza annemize destek olduk, omuz verdik. Hatta kısa bir süre için annem bile çalıştı. Aylar yılları kovalamayı başladı. Her geçen gün daha da bir toparlanmaya başladık. Derken ben şef oldum. Hakan 'da benimle aynı bankada çalışmaya başladı, Güler de önemli bir kurumun müşteri hizmetleri servisinin takım lideri oldu. Artık ben herşey çok güzel olacak dediğimde gülmüyorlar, beni ciddiye alıp onlarda heyecanlanıyordu.
Oldukça iyi sayılabilecek bir duruma geldiğimiz söylenebilir di. Annemle babamın hastalıkları kontrol altına alınmıştı. Borçlardan kurtulmuştuk. Artık güzel günler yaşamaya başlamıştık işte.
2005 yılının yazında Hakan Şükriye ile evlendi. Evin kızı, ablası Güngör, artık birde görümce Güngör olmuştu. Sonra evimiz yeğenim Emirhan'la taçlandı ve ben bir de hala Güngör oldum.
O sıralar, Hakan sıkıntının ne demek olduğunu bilen biri olarak çok sıkıntıda olan bir arkadaşına kendi adına kredi çekip borç vermiş. Parayı geri alamadı ve arkadaşı tarafından ciddi anlamda dolandırıldı. Bu olayda bizi 1,5 yıl kadar zora soktu. Ama biz öyle bir 10 yıl geçirmiştik ki bu olayın da üstesinden gelmeyi başardık çok şükür.
Derken 2007 yılının yazında Güler'in Aşkın'la yaptığı evlilikle mutlu olduk. Artık birde baldız Güngör olmuştum yani. Arkasından Ecrin’im de teyze olmanın mutluluğunu yaşattı bana ve teyze Güngör oldum birde.
Her ne kadar şuan kurumumda bir ünvan karmaşası yaşansa da ( uzun hikaye hiç değinmeyeceğim) bir de ikinci müdür oldum. Kendime verdiğim sözde durdum.Hakan ve Güler evlendi. İkisinin de çok iyi eşleri, mutlu evlilikleri var çok şükür.
Gökhan liseyi bitirdi. Askeri okula girmek istedi ama olmadı. Şuan bir yandan AÖF' de okuyup bir yandan da bir GSM şirketinde müşteri temsilcisi olarak çalışıyor.
Son durumumuzu özetleyecek olursak; Şuan daha da genişlemiş, kenetlenmiş, çok güçlü, mutlu ve umutlu bir aileyiz. Sizlerin birkaç dakikada okuduğu bu yazıyı biz ailece bir ömre sığdırdık.
Yıllar evvel, birgün yaşadıklarımızı kaleme alacağım demiştim. Önceden Blogcu’da yazıyordum. Bu satırları benimle birlikde blogspota transfer olan değerli okuyucularımla 2007 yılında blogcu da paylaşmıştım. Güncellenmiş hali ile bugünde burada yazmak kısmetmiş. Emekli olduktan sonra da yılın yarısını ege de veya güney de ( hatta mümkünse İzmir’de) bir sahil kasabasında geçirip kitap yazabilecek bir yaşamım olsun istiyorum. Demek ki vakti gelince bu hayalimde gerçek olacak ( bak heyecanlandım yine :-) ).
Bu yazıda bir ömrün yüzlerce kez özetletilmiş halini okudunuz. Bu satırları kaleme almak, yaşadıklarımı hatırlamak bile beni çok kederlendiriyor. Bizzat yaşamış olmak ne kadar zordu anlatabilmem mümkün değil.
Hakan'la Güler'i liseye kaydettirmeye gittiğimde yaşadıklarıma, Gökhan ilk okula başlayacağı zaman ihtiyaçlarını karşılamak için ek gelir olsun diye boş zamanlarımda yapay çiçek yaparken ellerimin ne hale geldiğine , belime kadar uzun olan saçlarımı fönletecek lüksüm olmadığı için, saçlarımı ütülerken ellerimi kollarımı nasıl yaktığıma, bizi çoğu zaman en çok kıranların en sevdiklerimizin olduğuna ve daha nelere nelere hiç değinmeyeceğim...
Ama dersenizki ;
İncindin mi? Evet hem de çok.
İncittin mi? Sanmıyorum ama olduysada inanın bilmeden. Varsa kırdıklarım özür diliyorum.
Büyüdüm mü yaşlandım mı?
Her günümü yaşayarak, üreterek geçirmeye çalışıyorum. Saçlarım bembeyaz olduğunda da, en hüzünlü günlerimde olduğu gibi şen kahkahalar atarak hayatın içinde olacağım inşallah. Yüzüm, ellerim kırışabilir ama, son nefesimi verene kadar hayatım kırışmayacak benim. İhtiyarlamayacağım, yaşlanmayacağım, sadece büyüyeceğim ben.
Artım mı eksildim mi?
Arttım çok şükür. Maddi manevi arttım. Çok okuyorum, çok inançlıyım, manevi olarak arttım. Arkadaş çevrem çoğaldı, kardeşlerim evlendi, yeni insanlarla, yeni hayatlarla tanıştım, siz değerli okuyucularıma ulaşma imkanım oldu. Şu internet doğru düzgün kullanılınca muhteşem birşey gerçekten. Sanal da olsa çok güzel arkadaşlıklar, dostluklar edindim. İnsanlar bazen yanlarındakinin elini tutamazken ben internet sayesinde çok uzak diyarlardaki yüreklere dokunabildim, sizi, seni, onu, bunu tanıyıp arttım. Her ne kadar enflasyon karşısında kuşa dönmüş olsa da her ay vaktinde hesabıma yatan, alnımın teri ile kazandığım sabit bir gelirim var maddi olarakda artım.
Ağladığım kadar gülebildim mi?
Güldüm valla.
Başımıza gelenlere,
Zamana,
Düşmanlarıma inat,
Uçurumun kıyısındayken bile güldüm. İçin için ağlasamda kahkaha attım.
Kul’ uz arkadaşlar, insanoğlunun başına herşey gelebilir. Allah sağlığımızı almasın yeter ki. İnsanın sabit bir geliri ve sağlam bir inancı olduğu sürece ödenemeyecek borç, aşılamayacak sıkıntı yoktur. Çevrenize bir bakın. Kimin hayatı doğumundan ölümüne kadar dört dörtlük. Kim başarı merdivenlerini elleri cebinde çıkmış. Kim yokluk görmeden zengin olmuş yada zengin doğan kim hayatının hiçbir döneminde maddi sıkıntı yaşamamış. Yada maddi rahatı hep yerinde olan kimin hayatında A’dan Z’ye herşey hep mükemmel olmuş.
Onu bunu bilmem, sabrın sonu selamet dostlar.
Allah tabiki kimselere sıkıntı yaşatmasın. Rabbim çekebileceğimiz kadar sıkıntılarla bile terbiye etmesin. Kimseyi gördüğünden geri koymasın. Kimseyi sonradan görme de yapmasın, sonradan görememe de. Sonradan görmelerle çok karşılaştım, kendimde sonradan göremeyenlerden oldum, ikiside çok zor.
Şimdi borcum yok mu ? var.
Bütün sıkıntılarım bitti mi? Bitmedi tabiki.
Ama hayat bu işte. Bir sorun bitiyor, diğeri başlıyor. Sorunlarımızı çözdükçe de mutlu oluyoruz.
Hacıyatmazı bilir misiniz ? Hani neresinden vurursanız vurun sırtı yere gelmez. İşte ben kendimi o hacıyatmazlara benzetirim. Fırtınalar karşısında sendelediğim olur ama Allahın izni ile sırtım yere gelmez çok şükür. Öyle büyük savaşlardan çıktım ki, artık bir çok sorun küçük tatbikat gibi geliyor bana.
Bazen hüzün sandalında sürüklensem de biliyorum geleceğimde her şeyin çooook güzel olacağını. Yaşanan bunca sıkıntının, yanılmışlığın, kırılmışlığın bir sebebi ve bir ödülü mutlaka olacak.
Ömrümün üç onluğunu geride bıraktım acı tatlı bir çok anıyla. Bugün itibari ile 35’den gün almaya başlıyorum hayırlısı ile. Şuan da, bir yandan bu yazıyı hazırlarken bir yandan da önümüzdeki sene ile ilgili kalkınma planı hazırlıyorum kafamda. 2010 kesinlikle benim yılım olacak.
26/12/1975 ile 26/12/2009 yılları arasında geçen bir ömrün sadece çok küçük bir kısmını siz sevgili okuyucularımla paylaşmak istediğim için, sıkıntılı anlarınızda beni aklınıza getirip yılmamanız için yayınladım bu yazıyı. İstedim ki sabrın sonunun selamet olduğunu herkes görsün ve ümidini kaybetmesin.
Tabiki bu olayların, sadece benim cephemden görünen hikayesi.
Annem babam ayrı, Hakan , Güler, Gökhan ayrı birer hikaye. Hepimizin içinde kopan fırtınalar farklı, bakış açısı farklı. Ortak olan tek şeyimiz birbirimizi çok sevmemiz.
Ailece sloganımız;
“ Birimiz Hepimiz, Hepimiz Birimiz İçindir”.
Canım ailem,
İyi ki doğmuşum ve iyiki bu ailenin bir ferdi olmuşum.
Ailem, dostlarım, arkadaşlarım, bana kattığınız her şey için, dostluğunuz için, varlığınız için hepinize ayrı ayrı yürekten teşekkür ediyorum.
Allahım, hayatı her zaman benden yana kıldığın için, hep benden yana olduğun için ve bana
bundan sonrası için daha da güzel bir ömür yazdığın sana şükürler olsun.
Doğum Günüm Kutlu Olsun.
Sevgilerimle,
Güngör Ekinci
Çok Sevdiklerim
Ailemi çok severim.
Porselen fincanda tomurcuk kokulu açık çay içmeyi çok severim.
Dostlarla yapılan sofra muhabbetlerini çok severim.
Benim çocukluğumda rahmetli dedemin bakkalı vardı. Hergün okul dönüşü çantama finger bisküvi koyardı. Dedemi hatırlattığı için finger bisküvileri çok severim.
Çakıl taşlarını çok severim.
Azeri oynamayı çok severim.
Müzik kutusundan melodi dinlemeyi çok severim.
Misketleri çok severim.
Papatyaları ve gülleri çok severim.
Yağmurdan sonra toprak kokusunu, tatilden sonra okul kokusunu çok severim.
Kokulu silgileri, çizgili defterleri çok severim.
Mavi boncuk figürünü çok severim.
Denizi çok severim.
Manzara resimlerini çok severim.
Uğur böceklerini, Atl'ları çok severim.
Ayşe Kulin'in, Nermin Bezmen’in kitaplarını okumayı çok severim.
Gamzeyi çok severim ( ben de olmadığı için gamzesi olanları çok kıskanırım).
Yazmayı, okumayı, konuşmayı, dinlemeyi çok severim.
Seyahat etmeyi, yeni insanlar tanımayı çok severim.
Esmerleri çok severim.
Eski Türk filmlerini izlemeyi hala çok severim.
Tok sesleri çok severim.
Sarılmayı çok severim.
Tatlıyı çok severim.Şerbetli tatlıları daha çok severim.
Salacak'da oturup boğaza karşı kahve içmeyi çok severim.
Sevmeyi, sevilmeyi çok severim.
Sevmeyi bu kadar çok severimde, herşeyi sevemem, herkesi sevmem, kolay sevemem...
Kendimi Deşifre Ediyorum
Adınız Soyadınız : Güngör Ekinci
Adınızı kim koymuş : Anneannem
Nerelisiniz : Rize - Kars ortak yapımıyım.
Burcunuz : Oğlak
Mesleğiniz : Bankacıyım
Yurt içinde görmeyi istediğiniz ilk üç yer : İlk fırsatta Karadeniz yayla turuna katılmayı istiyorum.
Yurt dışında görmeyi istediğiniz ilk üç yer : Prag, Mısır, Venedik
En sevdiğiniz yerli yabancı Aktrist / Aktör : Türkan Şoray, Tamer Karadağlı, Catherine Zeta Jones, George Clooney
En sevdiğiniz yerli yabancı şarkıcı : Kıraç, Funda Arar, Candan Erçetin, Şebnem Ferah. Müzik konusunda tarzım yok aslında. O anki ruh halime bağlı. Ruhumun neye ihtiyacı varsa onu dinliyorum.
En sevdiğiniz yazar : Ayşe Kulin, Nermin Bezmen
En sevdiğiniz şair : Nazım Hikmet
En sevdiğiniz renk : Mor
En sevdiğiniz çiçek : Papatya ve Gül
Tuttuğunuz takım : Fenerbahçe
En sevdiğiniz yemek : Balık, balık, balık, Patlıcandan yapılan herşey.
Bir daha dünyaya gelseniz ve insan dışında birşey olmanız gerekse ne olmak isterdiniz : Deniz
Bir daha dünyaya geldiğinizde hayvan olmanız gerekseydi neyi seçerdiniz : At
Kendinize bir slogan seçmeniz gerekse neyi kullanırdınız : Özelim, tüzelim, güzelim
Tatlı mı, tuzlu mu : Tatlı
Kullanabildiğiniz enstürman var mı : Üzgünüm ama yok.
Kullandığınız parfüm : Chanel Chance ve Gucci Rush
Karşı cinste DIŞ görünüşte ilk ne dikkatinizi çeker : Güler yüz, göz, diş, ense ve kürek kemikleri :-)
Karşı cinste İÇ görünüşte ilk ne ararsınız : Güven, dürüstlük, merhamet ve samimiyet
En sevdiğiniz meyve : Kiraz, Karpuz, Elma
En sevdiğiniz içecek : Açık çay, Vişneli soda
Sigara içiyormusunuz : Hayır. Alkol de kullanmıyorum. İçkim, sigaram, kumarım yok çok şükür :-)
En sevdiğiniz aksesuar : Yüzük ve şal
Kaybetmekten korktuğunuz şey : Sağlık ( Allah korusun)
Uğruna mücadele ettiğiniz şey : Hakettiğim gibi kaliteli yaşam sürmek.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
12 yorum:
Hayata direnen, en deli hırçın rüzgarlara başını eğmeyen güçlü arkadaşım, bir kaç dakika sonra 26 Aralık olacak ve Güngör'cüğüm yeniden doğacak ve o güçlü haliyle daha nice yıllara yine meydan okuyacak. Mutlu yıllar arkadaşım.
Doğum günün kutlu olsun...
Sevgiler...
Canımsın sen benim.35 seneye neler neler sığdırmışsın be güzelim bravo.Demek oluyor ki önümüze çıkan tüm engel ve zorlukların kıymetini bilmeli,ders almalıyız.Her büyük başarı, büyük bir mücadelenin neticesidir.Sabrın sonunda selamete ermek ne güzel bir duygudur.Seni gönülden tebrik ediyorum canım kardeşim benim.İyi ki doğdun,iyi ki arkadaşım,dostum oldun!!Sağlık,başarı,aşk,mutluluk kısacası hak ettiğin her şey yeni yaşında seninle olsun!Öpücükler,sevgiler...
Sevgili Hamiyet’cim, coşku dolu mesajın için çok teşekkür ederim.
Valla öyle bir yazmışsın ki alem buysa kraliçe benim diyesim geldi :-))
Tekrar teşekkürler canım.Sevgiler.
Güngör
Canım kardeşim Serap’ım, valla kardeş oldun sen bana.Allah iyiki seni karşıma çıkarmış. Hayatımda olduğun için çok mutluyum.Sağol, varol canım benim. İçten temennilerin için çok teşekkür ederim.
Sevgilerimle canım.
Güngör
Müthiş bir hayat özetiydi.
Sorgularınız soncunda umarım çok şeyin istediğiniz gibi olduğu sonucuna ulaşmışsındır.
Şiiriniz harika...inşallah herşey istediğiniz gibi gönlünüze göre olur.
Sayın Onuncu Köyün Adamı, öncelikle hoşgeldiniz.Çok teşekkür ederim. Umarım herşey hepimizn gönlüne göre olur.Sevgiler.
aslında ne diyeceğimi bilemeden girdim yorumlara, sadece bir ses vermeden sizi takdir ettiğimi söylemeden geçmek istemedim. herşey ama herşey bundan sonra hayal ettiğiniz gibi olsun ve genişleyen, kenetlenen ailenizle mutlu bir yaşam sürün.. sevgiler
Merhaba sevgili Nilay hanım,
Nazik mesajınız ve içten temenniniz içn çok teşekkür ederim.
Sevgilerimle.
Siz süpersiniz, gerçekten.
Ayşe Tütüncü
Teşekkür ederim Ayşe hanım,
sevgilerimle.
Sevgili Güngör;
Hayat hikayeni şimdi okudum gerçekten çok güzel bir dil ile yalın anlatmışsın.1)yazının bir satırında aradığım özellikte birini bulursam okuyucularımla paylaşırım demişsin.2)Anladığım kadarıylan hayat hikayeni2010 yılında bitirmişsin devamı yokmu? 3) Balık ve Patlıcanı cok sevdiğine göre ??????? 4)Kardeşlerini evlendirmişsin galiba sıra sende yazında da soylemışsın eeeee ne zaman Tatlıyı yiyoruzzzz Aradığın Prensi buldunmı?
Sevgilerimle kendine iyi bak
Güneydoğu Anadolu'dan Hayranın Çil Ali
Sevgili Çil Ali,
Hayat hikayem yaşarken beni yeteri kadar yormuştu, ben yoruldum bari okuyucu yorulmasın dedim :) sade bir dille yazdım haklısın. Yorumunu maddelere ayırmışsın. Ben de her madde için ayrı ayrı yanıt vereyim ozaman.
1-Evet, okuyucularımla her şeyi paylaşıyorum. Tabiki Büyük aşkımı da paylaşacağım.
2-O yazıyı geçen yılki doğum günümde yayınlamıştım. Hayat dolu dizgin devam ediyor ama hikayeyi orada bitirdim. Çünkü yeni bir başlangıcın arefesindeyim. Bundan sonra çok farklı, çok yeni bir hayat hikayesi başlıyor benim için. O nedenle artık geçmişi değil, geleceğin getirdiği güzel hikayeleri yazacağım inşallah.
3-Burada ne sormak istediğini tam olarak anlayamadım aslında. Evet en sevdiğim yemek balık ve patlıcandan yapılan her şey. Canımın içi’de ikisinide seviyor :)
4-Evet kardeşler evlendi sıra bana geldi. Ve ben prens değil sultan buldum. Onu sadece prens olarak değerlendirmek haksızlık olur. Çünkü Allah bana gönlümün hükümdarını gönderdi çok şükür. Ve hükümdarım kalbimin bütün kalelerini feth etti.
Ben de bütün Güneydoğu Anadolu’ya selam ve sevgilerimi gönderiyorum.
Yorum Gönder