17 Şubat 2011 Perşembe

KİTAP TAVSİYELERİM VAR

Evde olmanın en güzel yanı!, hatta tek güzel yanı boş vaktinizin çok olması.
Üç aydır evde olduğum için bol bol kitap okuyorum bende.
Şunu da bitireyim yayınlarım, bunu da bitireyim yayınlarım derken, yayınlanmak üzere bekleyen bir sürü kitap birikti kitaplığımda. Şimdi bu kitaplardan bazılarını sizlerle de paylaşmak istiyorum.




Hatırlarsanız kısa bir süre önce eski işyerimden sevgili arkadaşım Seda, Şükran Yiğit'in ANKARA, MON AMOUR! isimli kitabını doğum günü hediyesi olarak göndermişti bana. Az önce "ikisi de zormuş" diyerek bitirdim kitabı. Kitap da anlatılan hikayede istemeden gidenler, istemeden kalanlar var. Okurken düşünüyorsunuz ben olsam ne yapardım diye. Sonra görüyorsunuz ki belirsizliğin olduğu durumlarda gitmek de zor kalmak da. Allah her zaman en doğru kararı vermemizi nasip etsin.
Hikaye hüzünlü, anlatım içli. Sonuç, mayhoş elma tadında bir eser. Keyifle okuyacağınıza inandığım güzel bir kitap.




Tanıtmak istediğim ikinci kitap Adana seyahatim sırasında kuzenim Seda ablamın hediyesi olan Elif Şafak'ın AŞK isimli kitabı.
40 yaşından sonra hem tasavvuf anlamında aşkı, hem dünyevi aşkını bulan Amerika’lı bir kadının zorlu yolculuğu anlatılıyor eserde. Kitabı okudukca Şems-i Tebrizi'nin 40 kuralla ne anlatmak istediği de iyice anlaşılmış oluyor bence.
"Ya ortasındasındır AŞK'ın merkezinde; ya da dışındasındır, hasretinde..."



Üçüncü kitabımızda Ali Poyrazoğlu, tiyatrocu yanıyla yaşam koçu yanını birleştirmiş bence. Gerçeğin hayalle, övgünün eleştiri ile harmanlandığı, gülerken düşünüp, düşünürken güleceğiniz bir eser.



Dördüncü kitap, yeni yıla birkaç gün kala okumaya başlayıp, yeni yılın ilk günlerinde bitirdiğim Maeve Binchy’nin BU YIL FARKLI OLACAK isimli eseri. Kitapda yeni yılı yeni umutlarla karşılamaya hazırlanan, birbirinden bağımsız onbeş hikaye var. Maeve Binchy’nin diğer kitapları gibi bu kitabını da büyük bir zevkle okudum.


Veee KIŞ CEMRESİ
Pınar Sarp' ın kaleme aldığı, tadına doyum olmayan bir aşk hikasi.
Nefret, hırs, yalan, acı, gerçekler, korku, ihanet, sevgi ve kaçmanın mümkün olmadığı, aşk.
Yazarın hayal gücüne hayran olacağınız bir kitap. Entrikalarla dolu bir maziyi paylaşan iki kişinin hayatının kesişmesi ve sonrasında herşeye herkese rağmen yaşadıkları aşkları anlatılıyor.

14 Şubat 2011 Pazartesi

Sevgililer gününüz ve en sevgilinin doğum yıldönümü Mevlid kandilimiz kutlu olsun‏




''Akşam kapı eşiğinde bir terli giysi gibi
Soyunmak vardı derdinden evrenin.
Bir entari serinliğini giyinmek,
Kendi derdini tespih gibi çekmek elinde,
Yün örmen vardı akşamları koltuğa gömülü,
Karşında polisiye roman okumak vardı,
Sorgusuz bakışmak yoruldukça gözlerimiz,
Sevinçsiz gülmek üzüntüsüz ağlamak...''


Rahmetli Bülent Ecevit'in "Rahşan'a" sözleriyle yazdığı YAPAMADIĞIMIZ adlı şiiri.

Sekiz mısrayla ne güzel de anlatmış hayatı paylaşmayı değil mi?


Ve işte aşklarını rafa kaldırmışlara yeni bir fırsat olarak,

aşklarını her daim taze tutanlara daha özel bir gün olarak,

çiçeği burnunda yeni aşıklara tatlı, farklı, yeni bir heyecan olarak,

kalbi boş olanlara “beklenen kişi gelecekse, çekilen çile kutsaldır” dedirterek, :)

Şubat ayının bu soğuk günlerinden birinde, içimizi ısıtmak için 14 Şubat geldi çattı.


Herkesin gönlünün sultanını bulmasını ve gönül dolusu AŞK yaşamalarını diliyorum.

Ayrıca bu vesile ile tüm İslam aleminin sevgilisi peygamber efendimizin doğum yıldönümü olan Mevlid kandilimizi kutlar hayırlara vesile olmasını dilerim.


Sevgilerimle,

Güngör Ekinci

6 Şubat 2011 Pazar

Ben kendi gökyüzünde uçan bir SİMURG'um

Değerli hocam sayın Erkan Oyal ile.

Buradan ulaşabileceğiniz yazımda da belirttiğim gibi, en büyük hayalimi gerçekleştirebilmek için sunuculuk ve spikerlik kursuna gidiyorum. Bugünkü dersimizde sevgili Erkan hocam öyle güzel bir öykü okuttu ki bize " sanki beni anlatıyor" dedim.

Yazıyı hem içerik olarak çok beğendiğimden, hem de içinde kendimi bulduğumdan buradan sizlerle de paylaşmak istedim.

Herkese sevgilerimi gönderiyor iyi bir hafta diliyorum.

SİMURG' UN (*) ÖYKÜSÜ

Rivayet olunur ki kuşların hükümdarı Simurg, Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşar ve her şeyi de bilirmiş. Bu efsanevi kuşun en önemli özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak ölünce küllerinden yeniden doğmasıymış.

Kuşlar Simurg'a inanır ve bir gün kendilerini kurtaracağını düşünürlermiş. Kuşlar dünyasında bir şeyler ters gittiğinde Simurg'u bekler dururlarmış. Ne var ki Simurg ortalıkta hiç görünmezmiş. Geceler gündüzleri, yıllar yılları kovalamış yine de Simurg göze görünmeyince kuşlar Simurg’un varlığından kuşkuya düşüp, ümitlerini yitirmişler.

Derken bir gün uzak bir ülkelerden birinde bir kuş sürüsü, Simurg'un kanadından kopmuş bir tüy bulmuş. Simurg'un varlığını öğrenen dünyanın tüm kuşları toplanmış, hep birlikte Simurg'un huzuruna varıp, yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üstünde olan Kaf Dağı’nın en yüksek tepesinin zirvesiymiş.

Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi... İstek, aşk, marifet, istisna, tevhit, hayret ve yokluk vadileri.
Kuşlar hep birlikte gökyüzüne yükselerek, uçmaya başlamış. Çetin yolculuğun daha ilk aşamasında yorulup düşenler isteksiz ve kararsız olan, dünya işlerine önem veren kuşlarmış.

Aşk Denizi’nden geçmiş diğerleri. Ayrılık Vadisi’nin derin uçurumlarını katetmişler. Hırs Ovası’nı aşıp, Kıskançlık Gölü’ne sapmışlar. Kuşların kimi Aşk Denizi’ne dalıp kalmış, kimi Ayrılık Vadisi’nde kopmuş sürüden. Bazıları da hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göl sularına.
Önce Bülbül geri dönmüş güle olan aşkını hatırlayıp; papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş, kartal yücelerdeki krallığını bırakamamış, baykuş yıkıntılarını özlemiş, balıkçıl kuşu bataklığını…

Beşinci vadiyi geçtikten sonra önlerindeki Şaşkınlık Vadisi ve sonuncu geçit Yokoluş’ta tüm kuşlar umutlarını yitirmiş. Zaten yedi vadi üzerinden uçtukça kuşların sayısı azalmış, Kaf Dağı’na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.

Nihayet Simurg’un yuvasına varmışlar; ama içi boşmuş. Sonunda sırrı sözcükler çözmüş.
Farsça "si" otuz demek, "murg" ise kuş.

Simurg, "otuz kuş" demekmiş. Otuz kuşun hepsi Simurg'muş; her biri de bir Simurg.
Otuz kuş anlamış ki, aradıkları sultan aslında kendileridir ve gerçek yolculuk, kendi içlerine yaptıkları yolculuktur.

Kıssadan hisse: Simurg’u beklemekten vazgeçmek, Şaşkınlık ve Yokoluş’u yaşadıktan sonra bile hayatı sürdürmek, kendi küllerinden yeniden doğabilmek için kendini yakmadıkça, herkes birer Simurg olmayı göze almadıkça; kafeslerde,tüneklerde, bataklık ve yıkıntılarda yaşamaktan kurtulmak mümkün görülmüyor.

Şimdi kendi gökyüzümüze uçmanın zamanıdır.

* Simurg’un diğer adları Zümrüd-ü Anka,ya da Phoenix'tir.

1 Şubat 2011 Salı

EMİRHAN'IMIN GELİŞİM RAPORU




Canım, balım, lokumum, yeğenim Emirhan'ım Zübeyde Hanım Anaokuluna gidiyor.
Abileri ve ablaları gibi onun okulu da tatil oldu.
Tatlı yeğenim övgülerle dolu Okul Öncesi Eğitim Gelişim Raporu getirdi bize.

Canım yeğenimi ve bütün öğrenci kardeşlerimizi tebrik ediyor, yanaklarından öpüyorum.
Bu vesile ile başta sevgili öğretmenimiz Elveda hanım olmak üzere, Zübeyde Hanım Anaokulunun tüm çalışanlarına saygı, sevgi ve teşekkürlerimizi gönderiyorum.

31 Ocak 2011 Pazartesi

ANNEMLE BABAMIN 37. EVLİLİK YILDÖNÜMLERİ


27 Ocak canım annemle canım babamın 37. Evlilik yıldönümüydü.
Bütün aile bir arada nostaljik bir akşam geçirdik.
Düğünlerinin nasıl geçtiğinden, evliliklerinin ilk yıllarından bahsettik.
37 yıl içinde yaşanan, acı tatlı sayısız anıyı yad ettik hep birlikde.
Kardeşlerimle yine şükrettik iyi ki bu anne babanın çocukları olmuşuz diye.
Aile sloganımızı tekrar edip güldük sonra; Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz içindir. :)

Canım annem, canım babam, ikinizi de çok seviyorum.
Allah sizi başımızdan eksik etmesin, ikinize de sağlıklı uzun ömürler versin. İyiki varsınız, iyiki bizim anne – babamız sınız. Varolun.

Canlarım.



Günün ana yemeği özellikle kuru fasulye pilav seçildi. Çünkü evliliklerinin ilk günü de evlerinde kuru fasulye pilav varmış. :)















DÜN 11 YILLIK DOSTUMA KONUK OLDUM



Dün kursdan sonra çok sevgili dostum Bahar'cığıma davetliydim.
Bahar'la bankada 11 yıl boyunca aynı bölümde çalıştık. Mola saatlerimizde kahvelerimizi birlikde yudumlar, yemeğe birlikde giderdik. Sürekli bir arada olduğumuz halde bazen hafta sonları bile görüştüğümüz olurdu.

2 aydır günaşırı konuşuyorduk telefonda, ama hiç birşey yüz yüze olmaya benzemiyormuş. Sanki telefonda hiç bir şey konuşmamış gibi, anlatacak ne çok şey biriktirmişiz meğer. Lafı birimiz bırakmadan diğerimiz aldı adeta. Hatta bir ara ayrılık saatinin yaklaştığı sıralarda hızlı hızlı konuşmaya başladığımızı fark edip çok güldük.

Arkadaşımın benim için hazırladığı harika sofranın gözle görülen lezzetlerini fotoğrafladım hemen. Ama birde hissedilen lezzetler vardı ki onları da belirtmek istiyorum.
Kaseler dolusu samimiyet vardı mesela,
Büyük bir kavanoz mutluluk,
Elle açılmış dostluk,
11 yıldır demlenmiş anılar,
Şekere batırılmış sohbet,
Çıtır çıtır dedikodu :)
Koca bir tencere güler yüz,
Lokma tatlısı iki yeğen,
12 Dev Adamın 13.sü olarak Mahir abi,
Bütün zarafeti ile aristokratımız Hülya,
Ve kendisine sadece kapıda sarılıp ayak üstü sohbet edebildiğimiz arkadaşımın değerli annesi Nezahat teyze...

Daha ne olsun değil mi?
Bundan gayrısı hepimize sağlık olsun, dostluğumuz daim olsun...

Bahar'cım bana yaşattığınız dünkü harika gün için hepinize ayrı ayrı yürekden çok teşekkür ediyorum canım. Gerçekden çok mutlu oldum. En kısa sürede tekrarlamak üzere sevgilerimi gönderiyorum.

Herkese mutlu günler, müjdeli haberler, gerçek dostluklar diliyorum.
İçtenlikle, Güngör.


Her sabah saat 10'da içtiğimiz kahvelerimizin anılarına selam olsun :))



Zarafet sembolü sevgili Hülya ile...



Enfes masamız...






27 Ocak 2011 Perşembe

Neyzen Tevfik'ten



Yaşam üzerine fazla geldiği zaman onu zorlama,
Biraz duraksa...

Neler olup bittiğine anlam verme !
Mutlaka yanlış bir şey oldu..

Düşüncelerin ile dileklerin aynı orantıda değildi,
Ve varlığın ile buluşamadı...

Sorun yok, sadece bekle..

Güneş doğacaktır.
Rüzgar esecek ve yağmur yağacaktır.
Zorlamaya gerek yoktur,

olması gereken kendiliğinden olur !

İzlemeye devam et..

Şahitlik güzeldir, hem olayın dışındasındır hem de içinde.
Zorlamaya gerek yoktur, olması gereken kendiliğinden olur..

Hayat üçbuçukla dört arasındadır.
Ya üçbuçuk atarsın, ya da dört dörtlük yaşarsın.......

25 Ocak 2011 Salı

Bugün MISIR UNLU KEK yaptım, işte tarifi



Malzemeler:
3 Yumurta
1 Su Bardağı Toz Şeker
1,5 Su Bardağı Mısır Unu
1 Su Bardağı Sıvıyağ
1 Su Bardağı Süt
1,5 Su Bardağı Un
1 Çay Bardağı Kuru Üzüm
1 Paket Kabartma tozu
2 Paket Vanilya

Hazırlanışı:
Yumurta ve şeker derin bir kapta çırpılır.
Sonra sıvı malzemeler ilave edilerek karıştırılır.
Arkasından kuru malzemeler ilave edilip karıştırılmaya devam edilir.
Evde kuş üzümü olduğu için ben kuş üzümü koydum ama siz isterseniz fındık
ya da cevizde ekleyebilirsiniz.
Karışım, yağlanmış kalıba alınıp önceden ısıtılmış 170 dereceli fırında
kızarana kadar pişirilir.
Soğudukdan ya da ılındıktan sonra servise hazırdır.
Çok beğebeceğimize eminim, şimdiden afiyet olsun.

Sevgilerimle.

23 Ocak 2011 Pazar

ÇOCUKLAR NE İSTER?






Başlık ilginç geldi değil mi?
Çünkü bu soru genellikle kadınlar ne ister, ya da erkekler ne ister şeklinde çıkar karşımıza.

Cumartesi günü bir kez daha yaşayarak öğrendim ki, çocuklar gördükleri her şeyi istiyormuş.
Hem de ne kadar çok verirsen o kadar çok istiyormuş.

Bir çoğunuzun bildiği gibi Ecrin ve Emirhan adında iki yeğenim var. Dün Emirhan’ımla birlikde Kadıköye gittik. Aslında, önce tiyatroya gidip çocuk oyunu izleriz, sonrada kitapevinden birkaç kitap alır, biraz dolaşır eve döneriz diye düşünmüştüm.

Ama tiyatro salonuna gittiğimizde, biletlerin tükenmiş olduğunu öğrendik ne yazık ki. Hemen planlarımızda değişiklik yaptık.

Sonra ben Emirhan’a önce ne yapmak istersin diye sorma gafletinde bulundum. Daha 1,5 saat önce kahvaltı yapıp evden çıkmıştık. Ama bizimki acıkmış. Tamam dedim, hadi önce bir şeyler atıştıralım o zaman. Gittiğimiz yerde çocukların severek yiyeyebileceği onca güzel şey varken, gitti içi envai çeşit doldurulmuş boyu kadar sandviçi seçti. Daha sandviçi bitmemişti ki buradan oyuncakcıya gidelim dedi.

Çıktık, ikinci istikametimiz oyuncak mağazası.

Oyuncak firmalarının yaratıcılıklarına da hayranım doğrusu; Kardeşim, mesela tamirci paketi mi hazırlıyorsunuz, penseyide vidayıda aynı kutuya koysanız ne olur acaba? Hepsine ayrı ayrı mı para ödeyeceğiz yani? Çocuk zaten ne görürse istiyor. Çocukla birlikde alışverişe kim çıktıysa yandı valla. İnanın abartmıyorum, bazı oyuncaklara asgari ücret kadar fiyat biçilmiş. Neyseki Emirhan’ı ikimizi de memnun edecek bir oyuncağı alması konusunda ikna edebildim, sonrada arkama bile bakmadan mağazadan çıktım.

Peki çocuklar başka ne ister?

Üçüncü istikametimiz WC, tabii eğer bulabilirsek. (Buda ayrı bir sorun ama ayrıntısına girmiycem.)

-Hadi halasının kuzusu, şimdi kitapevine gidelim?
- Yaaaa, ıııııı, olmaz.
- Niye olmaz?
- Önce TİRENVARA binelim
-?? O ne??
-Hani demin geçti ya, hani kırmızı rengi vardı ya, ona binelim.

Anladımki tramvaya binmek istiyor. Ama öyle bir anlatışı varki, sanki lunaparkda çarpışan arabaya binmek istiyor sanırsınız. Hadi binelim dedik ama gelen tramvayın rengi yeşil. Yok, illede kırmızı olacak.

Zar zor ikna ettim, pek memnun olmasada yeşil tramvaya bindik. Aklımca iki durak gider ineriz diye düşünmüştüm. Ah Güngör ah, sen kimle dans ediyorsun. Kadıköyü tavaf ettik, bindiğimiz durakda indik nihayet.

-Hadi halasının canı, kitapevine gidelim.
-Olmaz, önce pasta yiyelim.
- Pastayı eve dönerken yeriz, hadi ben senin isteğini yaptım, sen de benim isteğimi yap.

Şimdi de, bacaklarım ağırıyor demeye başladı. Resmen ayakları geri geri gidiyor çocuğun. Utanmasa beni kucağına al diyecek. Ne oluyor dedim. Pastayı şurda yiycez tamam mı dedi. Baktım, Simit Sarayının ikinci katındaki açık bölümü gösteriyor. Kısa bir pazarlıkdan sonra anlaştık.

Yeni durağımız, tek başıma gittiğimde iki saatten önce çıkamadığım Nezih Kitapevi.

Neyseki umduğum gibi olmadı. Sevdi kitapevini.
-Buuu benim ossun, buuu arkadaşımın ossun, buuu öğrtmenimin ossun.

Yaşına göre gayet de güzel kitaplar seçti maşallah. Benim de aldığım birkaç şeyden sonra kasaya yaklaştık.
Baktım çekiştiriyor beni; Güngöv havacım,Güngöv havacım kulağına bişey söyleyebilir miyim?
-Söyle bakalım.
-Burdan gidince pasta yiycekmiyiz?
- Ay sen balsın ya, lokumsun, sen de benim pastamsın.

Yorgun yorgun çıktık Simit Sarayının ikinci katının merdivenlerini. Benim elimde poşetler ve tepsi olduğu için yavaş hareket ediyorum. Koşa koşa gitti oturdu istediği masaya. Pasta yenildi, portakal suyu içildi ama kalkmıyoruz hala. Neden mi?

Çünkü önce kırmızı tramvayın geçmesini, hatta gözden kaybolmasını bekleyeceğiz de ondan. Ama şans bu ya yine yeşil tramvay geçdi iyi mi :-)




Objektife bir kez daha bakış atıyor yakışıklım ve ilerliyoruz durağımıza doğru.
Ne kadar yorulmuşsa artık, dolmuşa oturup bana sarılmasıyla uyudu valla.
Kollarımın arasında yeğenim, camdan dışarıyı seyrederken, ee Güngör dedim söyle bakalım, çocuklar ne istermiş?
Cevap veriyorum: Pasta, oyuncak, tuvalet, uyku, yemek, bir oyuncak daha, tuvalet, uyku, çikolata, bir oyuncak daha, tuvalet, uyku. ........ :-)
Herkese iyi, mutlu, güzel bir hafta diliyor, sevgilerimi gönderiyorum.
Güngör.

16 Ocak 2011 Pazar

İKİ GÜN, İKİ DOST, İKİ YÜREK VE HARİKA SOHBETLERİ


Eskiden düğünler 40 gün 40 gece sürermiş ya, benim de bu yıl ki doğum günüm neredeyse öyle oldu. Doğum günü kutlamalarım hala sürüyor. Cumartesi ve Pazar günleri yine canım dostlarımdan ikisi ile, Hatice’ciğim ve Nahide’ciğim ile görüştük, hasret giderdik, birbirimize doyamasak da sohbete doymaya çalıştık.

Hatice doğum günü hediyesi olarak, beni Cumartesi günü boğazın bebeği Bebek’teki İL PORTO'ya kahvaltıya götürdü. Dertleştik, fikir alışverişinde bulunduk, dedikodu yaptık, hasret giderdik, yedik, içtik, eğlendik. Hem mideme, hem gözüme hem de ruhuma hitap eden harika bir gün geçirdik.

Kahvaltıdan sonra kahvelerimizi OBA CAFE de yudumladık.



Arkadaşım günümüzü ölümsüzleştirmek için bana bir de yukarıda gördüğünüz zarif kolyeyi almış. Hala boynumda, zevkle kullanıcam.
Hatice'ciğim bana bu harika günü hediye ettiğin için çok teşekkür ederim canım.
Seni çok öpüyor, sevgilerimi gönderiyor, çok seviyorum.









Harika bir kaç saat, harika bir gün değil, harika bir hafta sonuydu.


Pazar günü keyifle gittiğim kursumdan çıktıkdan sonra, Üsküdar'da sevgili Nahide'ciğimle buluştuk.

Hıımm işte dünkü tarih yine tekerrür etmeye başladı. Yine hoş bir sohbet, yine zamanın nasıl geçtiği anlamadan akıp giden dakikalar.


Benim çok fazla batıl inancım vardır. Yukarıda görmüş olduğunuz tasarımı da Nahide'ciğim benim için özel olarak yaptırmış. Tasarımda yok yok. Bana uğur getirebilecek herşey var. Fotoğrafdan ne kadar yansıtabildim bilemiyorum ama gerçekden bayıldım hediyeme.

Nahide'ciğim çok keyifli, harika bir gündü, herşey için çok teşekkür ederim canım.


Seni çok öpüyor, sevgilerimi gönderiyor, çok seviyorum.



Varlığınız için, dostluğunuz için, hayatıma kattıklarınız için çok teşekkür ederim.


Sevgilerimle, Güngör.